Budapeşte Mektupları- 3

Mona İslam

CANIM,

Bugün Budapeşte’nin dışına çıkacağız. Biraz kuzeyde bir şehre Szentendre’ye gidiyoruz. Macar ölçülerine göre burası bir şehir ancak, bize göre bir kasaba. İstanbul’dan Şile’ye gitmek gibi bir sayfiye gezisi mesafesinde. Sabah metro ile Bathyany Ter’de indik, oradan kalkan trenlerle gidiyoruz. Yeşil renkli banliyö trenleri bunlar, sallana sallana tıngır mıngır gidiyorlar, on durak var, her birinde duruyorlar. Son durak Szentendre.

Tuna boyunca yukarı çıktık. Burada nehir genişliyor ve biraz da yavaşlıyor gibi, etrafta plaj gibi kumsallar görülüyor. İnsanlar buraya yüzmeye geliyorlar, hanımların boyunlarındaki bikini iplerinden ve ellerdeki plaj çantalarından apaçık görülüyor, ama plaj nerede onu bilmiyorum. Biz şehrin dışına çıkmadık.

Şehir tren istasyonundan beş dakikalık bir yürüyüşle başlıyor, sağlı sollu cici bici evler bana Polonezköy’ü hatırlatıyor. Girişten itibaren bir minik şapel, üç büyük kilise görülüyor. “Bu küçük kasabaya fazla değil mi?” diye düşünüyorum, ama belki ayrı mezheplerin kiliseleridir. Birine giriyoruz, bahçesi çiçeklerle dolu, sakin, huzurlu, sarı beyaz boyalı, kubbesi yeşil bir kilise bu. İçerisi Budapeşte’deki kilise gibi değil daha sade ve modern tasarlanmış. Kim bilir belki de Protestan kilisesi, yani Reformist burada öyle diyorlar. Fakat dikkat ettim de kiliselerin tamamında beyaz zambaklar var, yapma ya da gerçek bilemiyorum, ama İncil’deki “Kır zambakları gibi olun” sözünden etkilenmiş olmalılar. Macarlar dindar değil diye duyduğumuzdan, bu kadar kilise ne işe yarıyor merak ediyorum.

Hediyelik eşya dükkanları görüyorum, çarşıya gelmiş olmalıyız. Macar bebeklere kızım hayran kaldı, Budapeşte’den beri tutturuyor. Bezden yapılmış yeşil kırmızı ve beyaz renkte folklorik kıyafetler giydirilmiş saçları yünden bebekler bunlar. Bir de tahtadan oyulanlar var, onlardan bir tane de sana aldım. Bir küçük siyah saçlı şapkalı kız, elinde süpürge, ev önünü süpürür imajı verilmiş, çok cici, eminim beğeneceksin. Burada paprika dedikleri biberler meşhur, kavanozlarda, bez torbalarda, tek ikil yahut üçlü paketlerde çeşit çeşit biber satılıyor. Yanlarına da işlemeli minik tahta kaşıklar yerleştirilmiş, sanki biberi onunla yemeğe koymak için gibi. Süs eşyası için dahi hoş. Kırmızı yeşil ve beyaz minik çuval torbalarda satılıyor. Kırmızısı bizim bildiğimiz kırmızı minik biberlerden. Bir de bayıldığım paskalya yumurtaları var, bir görsen, renk renk işlemeli boyalı, boy boy sepetlere dizilmiş, kiminin işlemeli dantelli poşetleri var. Sana onlardan da bir tane getireceğim. Mutfağa bir çiviye asarsın, mutfağının havasını değiştiriverir.

Tahmin ettiğin gibi ben başka şeyler de beğendim ama ‘abartma’ uyarısı alınca sustum. İşlemeli masa örtüleri vardı, kırmızı, yeşil, beyaz Macar renkleri ile gelincikler işlenmiş, gelincik de ayrıca önemli bir sembol burada, şehitlikte de anma töreninde gelincik resimleri vardı her yerde, bizim lale ve şehadet sembolümüz onlarda gelinciğe tekabül ediyor sanırım. Ve bluzlar da muhteşemdi, bizim şile bezi bluzlara benziyor, ama nakışlar çok görkemli, Macar yahut Polonya halk oyunlarında giyilenler gibi. Büzgülü kollu, aşağıya doğru kiloş iniyor, ne yazık ki içi gösteren cinsten yapıyorlar, zaten burada edep anlayışı hiç bizimkine benzemiyor. Biz öyle bir bluzu kadınların yanında dahi giymeyiz, ama harika, keşke biraz daha kalın bir kumaş olsaydı, o zaman beni kimse almamam için durduramazdı. Bu kadar ayrıntı verdiğime göre içimde kalmış olmalı.

Bir dükkanın önünden geçerken dinlenmek için bir banka oturduk, aramızda konuşuyoruz, bir delikanlı dükkandan seslendi “Abla pardon Türk müsünüz?” Hayretle döndük, “evet” dedik. Eşime değil bana sesleniyor, zira başörtülü olmak epeyce bir kimlik açık ediyor. “Şey, konuşmanıza kulak kabarttım da ben bir yıldır buradayım, sizi görünce selam vereyim dedim” diyerek bizi dükkanda gölgede oturmaya davet ediyor. Biraz gelen Türk müşterileri avlama metodu gibi gelse de “Çay demledim içer misiniz?”. “Sorulur mu?” Burada sadece meyve çayları var, çay olur bir de demlenir de içmez miyiz, hem de bu hoş Macar kasabasında. Alışverişimizin bir kısmını bu arkadaşın dükkanından yapıyoruz, bize kendince makul indirimler de yapıyor sağ olsun. Dükkan sahibi de bir Türk, o arkadaşımızın aksine altı yıldır burada yaşıyormuş, bu genç de burada Turizm Otelcilik okuyor, bu dükkanda çalışıyormuş.

Bildik bir futbol muhabbeti bitimi, memleket nasıl sualleri sonrası yanda bir kafeye geçiyoruz. Orada Türk kahvesi içebileceğimiz söyleniyor, Boşnak usulü fincalarda klasik baharatlı Arap kahvesi içiyoruz, buna da Türk kahvesi diyorlar. Macaristan’da bulabileceğimizin en iyisi bu sanırım, keşke Boşnaklardan fincan ve cezveden daha fazlasını öğrenmiş olsalardı. Estergon’a gitmekten vazgeçiyoruz, hem yol uzak hem bizim bu akşam gün batımından evvel Viyana biletlerini almamız icab ediyor, bu yüzden geldiğimiz tren istasyonundan Budapeşte’ye geri dönüyoruz. Biraz mızmızlanıyorum, “Estergon kalesine gitmeyecek miyiz?” diye mırıldanıyorum, ama bizim kız da çok yorulmuş ve bir kale tırmanışı bu yorgunlukla yapılacak gibi değil.

Akşam bulabilirsek Macarların ünlü şairi Joseph Atilla’nın İngilizce şiirlerini arayacağız, birkaç da müzik cdsi alsak fena olmaz. Bu konuda bize burada, sana evvelce bahsettiğim, bir kafede tanıştığımız Mengü bey ve hassaten Macar eşi Sofia hanım yardım edecekler. Bu akşam onlarla buluşacağız. Bir kafede karşılaştığımız insanlarla böyle samimi olmak hem biraz tuhaf geliyor, zira İstanbul’da bunu hiç yapmıyoruz. Hem de yabancı diyarları insana sıcak hale getiriyor, insan ünsiyete ne kadar muhtaç. Aynı şeyi döviz bozdurduğumuz bir Change Office’de bir kızla da yaşadım. İki memurdan biri başörtülü bir kızdı, eşim işlem yaparken ofise girdim ve kızcağız beni görür görmez, sıcacık bir gülümseyişle selam verdi, çıkarken “maaselama” deyişine bakınca kız Araptı. Ben de arada kalmış bir tipim zaten, Türk’le Türk Arapla Arap oluyorum, beni bilirsin…

İkindi vakti Tarık Viyana biletlerini almaya gittikten sonra Budapeşte’deki Macar Müslümanlarla buluşmak için bir eve gitti. Burası bizim ilk geldiğimizde bir aralık uğradığımız bir mekan, dershane, sohbet yeri olarak kullanılıyor. Yerde minderler ve halı var, duvarlarda kitaplar, başka da bir şey yok. Macar Müslümanlar burada toplanıyorlarmış, içlerinde aslen Macar olup sonradan Müslüman olanlar, Araplar, Türkler de var. Burada bir camileri yok. Bu kötü bir durum, inşallah ileride olur. Ben olan biteni ancak Tarık’ın anlattıklarından işitebildim. Onlarla tanışmayı isterdim ama aralarında hanımlar yokmuş. Gitmem uygun olmazdı. Napalım…

Allah ben bir şeyi isteyince beni hiç mahrum bırakmıyor, vallahi tüm dualarımı kabul ediyor. Macar müslümanlardan biri toplantıya yetişememiş. Bu yüzden bizimle ayrıca görüşmek istemiş. Biz de zaten dışarı çıkacaktık, Vaci Utca’da Vösmatry Ter denilen meydandaki Gerbaud Cafe’ye gidecektik. “Orada buluşuruz” diye randevu veriyoruz. Biz Harun’dan önce kafeye gelmişiz. Biraz sonra 23 yaşında epeyce sarışın bir delikanlı bakınarak kafeye yaklaşıyor. Biz el sallıyoruz, yanımıza geliyor. Tanışıyoruz, eski adı Aron şimdi ise Harun. Budapeşte’li bir genç, ateist bir ailenin çocuğu, Suriye’den gelen bir arkadaşının tebliği ile Müslüman olmuş. Sonra Suriye’ye gidip epey kalmış ve Arapça öğrenmiş. Biraz da Türkçesi var, buradaki arkadaşlarından ve biraz da Türkiye ziyaretlerinden. Türkçe konuşurken tutuk, ama Arapça anlayabilirim deyince sular seller gibi Arapça konuşmaya başlıyor, nasıl heyecanlı, bana Suriye’de Lübnan’da geçirdiği günleri anlatıyor. Tarık’ı bıraktı benimle sohbet ediyor. “Öyle ya o benim duamın cevabı” diye düşünüyorum. Burada da tıpkı Bosna’da olduğu gibi insanlar ne kadar dindar olurlarsa olsunlar, kadın erkek ayrımı yapmadan çok rahat ve içten muhabbet ediyorlar. Avrupalı olmalarından kaynaklanıyor olmalı. Bu yüzden size aşırı çekingen yaklaşıp her dakika kadın olduğunuzu hissettirmiyorlar, böylece insan karşısındaki ile insaniyeten muhatap olabiliyor, keşke bizim ülkemizde de erkekler böyle olsalar, kanaatimce kaç göç yapacağız diye lüzümsuz gerginlik yaratıyorlar.

Evet ölçü olmalı, ama gerginliğe de lüzum yok sanırım.

Tarık bir kitapçıya gitmek istiyor, Hala Selahattin için Joseph Atilla şiirleri arıyoruz, Macarcası var ama İngilizce bulamıyoruz. Sofia hanım biraz araştırmış ama o da bulamamış. Fakat Harun’un yardımıyla bir cd buluyoruz, şiirler Macarca seslendirilmiş okunuyor. Bu da sevgili arkadaşımız Selahattin’i Macar alfabesiyle boğuşmaktan kurtarır. Anlamasa da en azından dinleyebilir. Ben de birkaç müzik cdsi alıyorum, popüler Macar müzikleri, folklorik müzikler vs. Sonrasında Aslanlı köprüye doğru yürüyoruz, dün gece fotoğraf makinemizin şarjı bittiğinden fotoğraf çekememiştik, bu gece çekelim bari diyoruz, birkaç Budapeşte Tuna kıyısı gece fotoğrafı alıyoruz, şehir hakikaten büyüleyici. Yeni arkadaşımız Harun Temmuz’da İstanbul’a gelecekmiş, Tömer’e Türkçe kursuna başlayacakmış, bana “Türkiye’de Arapça öğretip para kazanabilir miyim” diye soruyor. Gülerek “olabilir” diyorum, “eğer gramerin de konuşman kadar iyiyse, mutlaka iş bulursun.” “Zira Türkiye’de pek çok Arapça öğretmeni senin kadar iyi Arapça konuşamıyor” diye belirtiyorum. “Ben de senden ders alabilirim” diye ekliyorum, tabii bu çok tuhaf bir durum “Arapçayı kimden öğrendin, bir Macar’dan”. Ama vallahi bizim Suriye’de tanıştığımız kızlardan bile iyi, hiç duraksamadan, takılmadan, tıkır tıkır konuşuyordu. Üstelik birkaç bölgenin yerel dilini dahi biliyor. Arapça ve Türkçe dışında çok iyi İspanyolcası varmış, elbette onu test edecek durumda değilim, ama burada İspanyolca okuyormuş, biraz da İngilizce biliyormuş. Ama sıralamak gerekirse en çok İspanyolca sonra Arapça, orta karar Türkçe ve azıcık İngilizce biliyor. Zaten Arapça Türkçe karışık konuştuğu bazı Türkçe kelimeleri bulamadığı ve onları Arapça kullandığı için zaman zaman ona tercümanlık yapmak durumunda kalıyorum. Maşallah hacca da gitmiş. Tarık’la konuşuyoruz, bu çocuk 23 yıllık hayatında bu kadar şeyi yapmayı nasıl başarmış. Subhanallah.

Harun’la vedalaşıyoruz, Temmuz’a az kaldı, artık İstanbul’a gelince o bizi arayacak.

Yoruldum, yatmam gerek, yazarım yine, herkese çok selam…

Mona

  01.10.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut