Arşiv

Nuh’un Gemisine Binmek

1988 BAŞKANLIK seçimleri öncesinde, Amerikalılar, gösterdiği performansla ‘çağın en iyi hatiplerinden biri’ diye anılacak olan birini tanıdılar. Demokratların seçim kampanyasını başlattıkları gün, aday adaylığı yarışını kaybeden siyahî lider Jesse Jackson, rakibi Dukakis lehine enfes bir konuşma yapıyordu. "Benim atalarım" diyordu, "köle olarak ülkelerinden koparılıp, köhne bir gemiyle bu ülkeye getirildiler. Bay Dukakis’in ataları ise, bir yolcu gemisinin ikinci mevkiinde bu ülkeye geldi. Şimdi ikimiz aynı gemideyiz; ve bu gemiyi beraberce yüzdürmek zorundayız."

Jesse Jackson’ın hitabetindeki başarı, kendisi ile rakibi arasındaki benzetmenin gücüne; ama ondan da önce, tüm semavî dinlerin ortaklaştığı ‘Nuh’un gemisi’ temsiline dayanmasıydı. Tufanlara garkolmuş bir dünyada, ancak Nuh’un gemisine binenler kurtulmuştu. Ve, içinde aslanla ceylanın, kurtla kuzunun, köpekle kedinin kardeşçe yaşadığı bir gemiydi bu. Bu nebevî mucizenin zihinlerde uyandırdığı güçlü çağrışım, çağlar boyu, pek çok insan, özellikle siyasîler tarafından hep kullanılagelecek; içinde yaşanılan ülke, sık sık, ‘Nuh’un gemisi’ne benzetilecekti.

Nitekim, yaşadığımız ülkede de, böylesi bir ‘gemi’ söylemine her zaman muhatap olmaktayız. "Lâfla peynir gemisi yürümez" gibi atasözlerine mukabil, birileri bizlere sık sık ‘devlet gemisini beraberce yüzdürmek’ten söz eder. İkide-bir, "Hepimiz aynı gemide yaşıyoruz. Bu devlet hepimizin" diye vurgulanır.

Öyle ki, yetmiş küsur yıldır ‘Türk’lük gurur ve şuuruyla geçip gittikten sonra, bu kavramın yaşadığı tıkanma karşısında, ‘Türkiyelilik’ vurgusu ağırlık kazanıyor. ‘Anayasal vatandaşlık’tan ‘Anadolu Müslümanlığı’na; "Aynı ülkenin çocuklarıyız"dan "Ne mutlu Türkiyeliyim diyene" sözüne kadar, bir sürü yeni kavram ve anlayış üretiliyor.

Ve bu çabalar karşılıksız kalmıyor. Birçok ehl-i din, özellikle ya doğrudan veya dolaylı biçimde kafası siyasetle karışık olanlar, bu sözlere olumlu karşılıklar veriyorlar. "Aynı Allah’ın kuluyuz" esası üzere anlaşamadığı insanlarla ‘aynı devletin çatısı’nda buluşabilen insanlar görülüyor. Şeytanın nefsinin kulağına üflediği desiselerden başka kural tanımayan insanları hoşnut etmek için, ‘birarada yaşama’ teorileri geliştiriliyor. Resulullah’ın ‘Medine sözleşmesi’ bile, bu uğurda binbir zorlamaya konu ediliyor. Ömrünü kâinatın her daim tebliğ ettiği imanî gerçekleri bozmaya ve yıkmaya vakfetmiş insanlara, kimilerince "Devletimin büyüğüdür" gerekçesiyle toz kondurulmuyor. Kâinatı Sâni’siz, insanı sahipsiz gören insanlarla ‘devlete sahip çıkma’ ortaklığına gidiliyor. Yetmiş yıldır Mevlânâ ve Yunus’a ‘hoşgörü’ adına edilen ihanetler, şimdi bütünüyle İslâm’a edilmek isteniyor. Sigara gibi en küçük bir alışkanlığını bırakmaya tahammülsüz yobazları ikna için, hakikattan taviz üstüne tavizler veriliyor.

Kalb ve vicdanları buna ikna için ise, önümüze ‘Nuh’un gemisi’ temsili sunuluyor. Hz. Nuh’un gemisinde her tür mahlukun kader birliği ederek barış içinde yaşadıkları hatırlatılıyor.

Ama, ‘küçük’ bir püf noktası da hemencecik atlanıyor.

Gerçekten, Nuh’un gemisinde aslan da, ceylan da vardı. Ayılar, maymunlar, domuzlar, fareler ve yılanlar bile vardı. Ama inançsızlar yoktu! Tüm bu hayvanlar Nuh’un çağrısına fıtraten icabet etmiş; onun selamına selamla mukabele etmiş; "Selâmun alâ Nûhin fi’l-âlemîn" sırrına onlar da dahil olmuşlardı.

Hiçbiri ‘hududullah’a müdahale etmeyen; binlerce yıldır yılanlar fareleri, gelincikler ve leylekler yılanları, büyük balıklar küçük balıkları, aslanlar ceylanları yediği halde hiçbiri hiçbirinin sonuna kasdetmeyen; kendilerine takdir edilen rızktan yalnızca karınlarını doyurup hayatlarını sürdürecek kadar yiyen; imansız ve şükürsüz insanlar gibi, bir türün, hatta tümüyle hayatın canına kasdetmeyen mahluklardı onlar. Tok bir aslan, yanından geçen bir ceylana kem gözle bakmaz; karnı doymuş bir leylek keyif için yılan yakalamazdı. Bizim ‘vahşi’ diye hakir gördüğümüz bu mahlukat, Rabbinin koyduğu hadlere, ‘hududullah’a riayet ediyorlardı; ve onun peygamberini tanımışlardı.

(O yüzden, hâlâ daha, Kur’ânî bir talimden hissedar olmuş anneler, her gün binlerce cinayet ve soygunun yaşandığı medenî hayatın öte yandan insansız mekânlar için saldığı korkudan etkilenen çocuklarına, kırlara çıkarken, ormana giderken korkmamaları öğüdünü verirler. Derler ki, ormana veya kıra adım atarken, "Selâmun alâ Nûhin fi’l-âlemîn" deyin; mahlukat Nuh selamını bilir. Nuh’un yolunda olduğunuzu bilirse, ve sizden ona zarar verecek bir tavır görmezse, size ilişmez. Resul-i Ekrem’in ders verdiği bir hakikatin cilvesidir bu. Onun, yılan gördüğünüzde, "Enşednâkum bi’l-ahdi’llezî ehaze aleykum Nûhun," yani "Nuh’a verdiğiniz söz sebebiyle, Allah aşkına bize dokunmayın" deyiniz buyurduğuna dair sahih rivayetler mevcuttur.)

Akılsız hayvanlar bile Nuh’u tanır ve çağrısına fıtraten icabet ederken, inançsızlar, Nuh’un (a.s.) tevhid çağrısına ısrarla kulak tıkamışlardı. Kulak tıkadıkları için, akletmeye de mecalleri kalmamıştı. Hz. Nuh’un, vaad edilen azabın gelmesi için beddua etmesine sebep olan, hakikate karşı gözünü ve kulağını bu denli kapamış inançsız insanlardı. Nuh’un inkârda direten hanımı ve bir oğlu dahil! Hatta onlar için "Ehlimi kurtar!" diye yakaran Nuh’a (a.s.) Rabbi tarafından "Onlar, senin ehlin değil" uyarısı yapılmıştı.

Zira, Nuh’un gemisine girmek için gereken ehliyet, mü’min olmaktı. Rabbini bilmek; yalnız ve ancak Allah’ı rab tanımaktı. Soyu, rengi, ırkı, ülkesi ne olursa olsun, Rabbini bilen herkes, ‘Nuh’un gemisi’ne girme hakkı taşıyor; Rabbini tanımayan ise, isterse Nuh’un oğlu olsun, bu haktan mahrum oluyordu.

Yani ne Nuh’un gemisi belli bir ırkı veya coğrafyayı temsil ediyor; ne de o coğrafyadaki herkes gemiye giriyordu. Nuh’un gemisi, tevhid gemisiydi; nereli ve kim olursa olsun, tevhide inanan herkesi içeriyordu. Ama yalnız tevhide inananları içeriyordu.

Ki, şu fırtınalı asırda, dünyevîliğin ortalığı sele verdiği şu asrî tufan hengâmında, hepimizin bizi ‘sahil-i selâmet’e çıkaracak böylesi bir gemiye ihtiyacımız var.

Ama unutmayalım: Her gemi Nuh’un gemisi değildir.

Nuh’un gemisi ise, toprağın, millî sınırların, devlet çatılarının asıl olduğu bir gemi değildir.

Nuh’un gemisi, Rabbini tanıyan her türden mahlukun buluştuğu bir gemidir. İnsanları o gemide görmenin yolu, herkesi mevcut haliyle oraya sokmak için gemiye giriş nizamnamesini tavizler ve tevillerle bozmaktan değil; herkese ulaşacak bir imanî davette bulunma cehdinden geçmektedir.

Yoksa, Nuh’un gemisine girelim derken, başkalarının dolmuşuna binmek pekâlâ olasıdır.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut