Bir haber ve düşündürdükleri

GEÇTİĞİMİZ MAYIS ayı sonunda İngiliz yayın kuruluşu BBC’de Emma Wilkinson imzalı bir haber yayınlandı. Sözü geçen muhabir Economic Journal adlı dergide çıkan bir makaleyi Comparing income with peers causes unhappiness1 (Kazancı akranlarla kıyaslamak mutsuzluğa sebep olur) başlığı ile haberleştirmiş; ilgi çekici bulduğum kısımları şöyle:

Paris Ekonomi Fakültesi tarafından, Avrupa’nın 24 ülkesinde 19.000 kişi üzerinde yapılan araştırmada insanların gelirlerini başkalarınınki ile kıyaslamalarının kendilerini mutsuz ettiği sonucuna varılmış.

Araştırmaya verilen cevaplar, insanların böylesi kıyaslamalara ne kadar çok önem atfederlerse, o kadar hayatlarından daha az memnun oldukları ve o derecede kendilerini çökmüş hissettiklerini ortaya koyuyor.

Araştırmaya katılanların dörtte üçü gelirlerini başkaları ile kıyaslamanın önemli olduğunu söylemiş.

Mutsuzluk, kıyaslama aile ve arkadaş çevresi ile yapıldığında daha da artıyor. Aynı işyerinde çalışanlar; mesai arkadaşları arasındaki karşılaştırma pek fazla can sıkıcı bulunmuyor.

Bir başka sonuç, fakir ülkelerdeki insanların gelirlerini, zengin ülkelerdekilere göre daha çok karşılaştırdığı ve ülkeler içinde de fakirlerin gelir kıyaslamada zenginlerden daha ileri oldukları hususu. Karşılaştırmayı, en çok zengin grupların kendi aralarında yapması beklenirken, fakirlerin daha çok yaptığı görülmüş. Dolayısıyla, bu kıyaslamadan fakirlerin daha çok etkilendiği tespit edilmiş.

Hangisi sebep, hangisinin sonuç olduğu kesin değil, ama gelirlerini başkasıyla kıyaslama olgusu bardağı yarım görme yaklaşımı ile paralel gidiyor.

Araştırmacılar, sonuç olarak, “sürekli başkalarından üstün olmaya çabalamanın dünyayı daha mutsuz, daha adaletsiz bir yer yapacağı” hususunu hatırlatıyorlar.

Ve haber şu tavsiye ile bitiyor: “insanlar gelirlerini başkalarıyla kıyaslamasınlar, kendilerinden ve bulundukları halden mutlu olsunlar ve gelirde kendilerine âşık atmaya çalışanların gerçekten hoşnut olmadıklarını hatırlasınlar.”

Sözün burasında, aynı yayın kuruluşunun Arapça versiyonunda “القناعة كنز لا يفني (Kanaat bitmeyen bir hazinedir)” hadisinin hatırlatıldığını kaydedeyim.2

Şimdi dönemlim kendimize, bu araştırma bu topraklarda yapılsa, anlatılanlardan çok uzak sonuçlar çıkar mıydı dersiniz?

Haberde anlatılanın bir fıtrattan sapma olduğunu düşünüyorum.

Risale-i Nur’un tamamında fıtrat ile uyuma vurgular vardır. Ancak, bu tür pasajlar içinde Yirmi İkinci Lem’anın ayrı bir yeri de vardır. İşte, Üstadın insan fıtratının mutlak eşitlik prensibine zıt olduğunu anlatma sadedinde, kendine itiraz edenlere karşı verdiği cevabın bir kısmı:

“Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvâfık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. … Çünki Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve bir şey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.

İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. … beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.” 3

Çok şey anlatılır burada: insan bir tür iken binler tür gibidir. Bunun zahir örnekleri gözümüzün önündedir:

Akan bir kan gördüğünde bayılıp gidecek kadar yufka yüreklimiz de beşerdir, günde beş altı ameliyatı büyük bir soğukkanlılıkla gerekleştirebilenimiz de. Motorlu bir vasıtayla bir iki kilometre yolculuk yapsa birkaç saat kendine gelemeyenimiz de insandır, sesten hızlı giden uçaklarla akrobasi hareketleri yapabilenimiz de. Bir günlük yiyeceğim olsun yeter diyenimiz de âdemoğludur, dünyayı yutsa tok olmayacak kadar hırslı olanı da.

İnsan her türlü duygusunda ve istidadında hadsiz denilecek kadar çeşitliliğe sahiptir. Durum bu olunca, insanların kazançları birbirinden çok farklı olacaktır.

İşte, imanî bir tefekkür ile kazanılan bir huzur hali ile her şeyin dizgininin Allah’ın elinde olduğuna iz’an eden insan, hiçbir şeyin diğerine O’nun izni olmadan fayda ve zarar veremeyeceğini idrak eder. Rızkının da O’nun tarafından takdir edildiğini, rızık hususunda insanların dereceli olduğunun şuurunda olduğu için de gelirini başkasıyla karşılaştırıp meyus olmaz.

Nitekim bugünlerde olur olmaz yerlerde aradığımız “huzur”u az veya çok yakaladığımız dönemlerde, insanlarımız gelirlerini hemcinsleriyle karşılaştırma yarışına girmezlerdi. “İmaj devri” henüz gelmemişti. “Kendini yenile, farkını hissettir, hadi durma, tarzını yansıt; sönük olma!” tavsiyesi yapan “İslâmî radyolar” henüz yoktu. Zenginin varlığı, fakirin sefaleti ayan beyan görülemezdi. Zenginler sevâd-ı azam tabir edilen büyük karaltıya, halkın çoğuna bu konuda da uyuyorlar; sade bir hayat yaşamaya çalışırlardı. Birçok fakirin varlığı, ancak bazı feraset sahibi zengin tarafından fark edilebiliyor, zekât ve sadaka gibi vecibeler bu sayede yerine getirilebiliyordu.

Detaya girmeyelim; bu hayâ medeniyetinin bazı kalıntılarını hepimiz görmüşüzdür, görmemiş olsak bile büyüklerimizden dinlemişizdir. .

İmanî tefekküre bağlı olarak hayâ medeniyetini tekrar inşa etmek… Kalıntı ve kırıntılarının bile ne kadar heyecan verici müspet sonuçlar verdiğini gördüğümüz bu medeniyeti yeniden tesis etmek ve her açıdan perişan durumdaki insanlığa örnek olmak elimizde…

Değilse; tercihimiz, dehaya dayanan, vahyi tanımayan “İkinci Avrupa”nın; “dışı süs, içi pis”; lime lime dökülen Avrupa’nın gümrüksüz pazarı olmaktır. Allah muhafaza etsin…


  1. Arzu edenler şu linke müracaat edebilirler: http://www.bbc.co.uk/news/10182993

  2. Ses kaydı olarak elimizde mevcut.

  3. Said Nursi, “Yirmi ikinci Lem’a,” Lem’alar (İstanbul: Yeni Asya Neşriyat 1994), s. 174.

  22.07.2010

© 2021 karakalem.net, Muhammed Şeviker



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut