Tarihi devamlılık diye bir ilke de varmış demek…

Mehmed Boyacıoğlu

SİGARA İÇME denen âfetin toplu taşım vasıtalarında yasak olmadığı dönemleri bilirim.

Ramazanlarda sıkıntısını çok çekerdik. Çevredekini hesaba katmadan tüttürülen sigara yüzünden nefessiz kaldığımız, gözlerimizin yaş, elbiselerimizin zift gibi koktuğu günler çok olurdu.

Hele Aralık 1990’da, bizim iki numara henüz üç aylık bebekken, İstanbul’dan Aksaray’a klimasız, penceresiz, köhne bir otobüste yaptığımız on saatlik gece yolculuğu aklımızdan hiç çıkmaz.

Bütün bunlardan ötürü, sigara yasağını koyanlara, peyderpey genişletenlere teşekkürü borç biliriz.

Ancak fuhşiyatın bazısının suç olmaktan çıkarıldığı, diğer bazılarının devlet koruması ile işlendiği, alkollü içkinin birçok nevinin devlet eliyle üretilip piyasaya sürüldüğü bu ülkede, sigaraya gösterilen aşırı tepki tam anlamıyla bir orantısız güç kullanımıdır.

Bu cümleden olarak, sigara içilmesi adetten olan toplu mekânlarda, içenin, bu havayı teneffüs edenin razı olduğu mekânlarda serbest olmalıydı denebilir. Veya böyle yerlerde özel alanlar ayrılabilirdi diye düşünülebilir.

Bir de vara yoğa; ıvıra zıvıra mevzuat mı gerekir? Bu “küçük” alışkanlıklar halkın ulaştığı olgunluk seviyesine göre kendiliğinden kalkıp gidemez mi? Bu da bir temenni, detayına inmeyeyim.

Bu girizgâhtan sonra asıl konuma döneyim:

Sigara vesilesiyle, yüksek bir mahkememiz, bir prensibin daha farkına varmış. Sevinmedim desem yalan olur.

Özetle, İzmir Kahveciler Odasının başvurusu üzerine, sonu “—tay” ile biten yüksek yargı organımız, 4207 sayılı kanunun toplu yerlerde sigara içilmesini yasaklayan kısmından “kahvehaneler” ibaresinin çıkarılmasına oy birliği ile karar vermiş ve konuyu diğer bir yüksek yargı organına götürmüş.

Kararın önemli bir sebebi, söz konusu kanunun kahvehane işleticilerinin ekonomik özgürlüklerini kısıtlaması imiş. Aynı kararda tüketicilerin kişisel tercihlerinin dikkate alınması gerektiği de yer almış.

Yargıçlarımız “kamu yararı” deyip durdukları, üzerine titrer göründükleri prensibi, bu yasağı delme hususunda rafa kaldırmışlar, ama o kadar kusur… Hastanelere gitseler, kanser hastalarını; boğaz, akciğer vs. rahatsızlığı olanları ziyaret etseler böyle bir serbestîde nasıl bir kamu yararı görürlerdi, bilinmez?

Kararın benim dikkatimi en çok çeken yeri, kahvehanelerin beş yüz yıldır var olduklarının; oralarda tütün içildiğinin yüksek yargı organınca tespiti oldu.

Demek ki tarihi devamlılık diye bir prensip varmış. Bu devamlılığı sürdürenlere saygı gerekiyormuş, öyle mi?

Bu cümleden olarak, Anadolu’da başörtüsü takma ve tesettüre riayet diye bilinen bir “âdet” bin yıldan beri var idi değil mi?

Büyük çilekeş ‘Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u İlahîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz elli sene zarfında geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adam1 olduğundan dolayı mahkûm olmadı mı?

Ve günümüzde, tesettürü ile üniversiteli olmaya çalışan binler okumamaya, ikna odaları kâr etmediyse mahkûm edilmedi mi?

Şimdi, başörtüsü ve diğer tesettür kıyafetleri üreten ticari işletmelerin bazıları –“İslamî” olanları vermeyelim, bazıları huylanır, diyelim Vitali Hakko’nun Vakkosu- ticari faaliyetlerini güvenli yürütemedikleri için, yüksek yargının yolunu tutsalar ne olur?

Ve tesettür ürünlerini “tüketenler”, kişisel özgürlüklerinin kısıtlandığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine dava açsalar müspet cevap alırlar mı dersiniz?

İşsizliğin %12 civarında olduğu şu ülkede, tesettür ürünleri üretiminin işsizliği azaltacak olmasında “kamu yararı” görülerek, “kamusal alan”da tesettür lehine bir karar verilir mi dersiniz?

Bin yıllık bir “âdet”in kaldırılmasında, sosyolojik bir yarar görülmemektedir denilir mi acep?

Yoksa prensipler, sabah cebe konulup gerektiğinde tapılan, acıkınca da yenilen nesnelerin modern çağ var-yantları mı acaba?

Mahkemeleri ihtilafların çözülmesi gereken yerler olarak biliyoruz; bilmek istiyoruz. Çekişmeleri büyüten kurumlar değil. Yoksa tuzun bozulması ile mi karşı karşıyayız?

Düşünmeye değmez mi?


1 Said Nursi, Lem’alar s. 185

  21.06.2010

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut