Arşiv

Her Sofrada Bir Kâinat Gizlidir

ŞU KİTABIN ÖNCEKİ sayfalarını da okuyanlar, nefsin miyopluğu ile ilgili bir bahsi muhakkak hatırlayacaklardır.

Nefis gerçekten miyoptur. Ama, onun göz bozukluğu ‘miyop’lukla sınırlı değildir. O, Sânie iletmesi gereken şükrü başka adreslere yöneltirken bir tür ‘şaşılık’ hali sergilediği gibi, önüne gelen hâzır nimetler karşısında ciddi bir ‘hipermetrop’luk da arzeder. Zira, önüne gelen nimetleri hakkıyla görmez; kıymetlerini ya tam takdir edemez, veya hiç takdir etmez.

Her gün önümüze serilen yeni yeni sofralar karşısında takındığımız tavır, ölüm ve âhiret sözkonusu olduğunda ‘miyop’ olan nefsin, hâzır nimetler sözkonusu ise ‘hipermetrop’ da olduğunun belgesidir.

İnanmayan biri, şükür kapılarını zaten kapamış durumdadır. Ki, ‘inkâr’ ile ‘nankör’ün aynı kökten gelmesi manidardır.

Lâkin, işe bakın ki, biz ‘inanan’larda da pek şükür hali gözlenmiyor. Her gün, hatta her an muhatap olduğumuz bunca nimet ‘âdiyat’ zindanına atılırken, ancak ‘ekstra’ nimetler karşısında şükürler ediliyor. Meselâ, sofradan şükürle kalkışımız, ancak ‘sıra-dışı’ şeyler de içeriyorsa mümkün oluyor. Yoksa, meselâ sabah kahvaltısında her gün yediğimiz peynir, zeytin, ekmek, reçel, pekmez veya bal için Rabbimize şükretmek, açık söyleyelim, pek aklımıza gelmiyor.

Halbuki, içinde ne bulunursa bulunsun, her sofrada yepyeni bir dünya sunulmaktadır. Meselâ, bugünkü kahvaltınıza bakın. Kahvaltı soframıza koyduğunuz malzemeler nerelerden geldi? Bizim sofrayı söyleyecek olursak, peynir Afyon ve Van’dan, çay Rize ve Seylan’dan, bal Bitlis’ten, şeker Balıkesir’den, domates Adana’dan, zeytin, tereyağı ve çemen Tire’den geldi. Buğday Konya’dan mı, Eskişehir’den mi geldi; oralarda mı, başka bir şehirde mi öğütüldü, bilmiyorum.

Keza, çayı içine koyduğumuz su dar bir nazarla bakılırsa musluktan, biraz daha perdeyi aralarsak Ömerli barajından, biraz daha aralarsak bulutlardan geldi. Ama, o bulutlarda biriken su Atlas okyanusunun mu, Hint denizinin mi, Kızıldeniz’in mi; bilmiyorum. Öyle ya da böyle, benim gibi milyarlarca insanın içmesi için 24 saat içinde milyarlarca ton su buharlaştırılıp arıtıldı. Bu iş için, 150 milyon kilometre uzağımdaki Güneş vazifeye koşturuldu. Buharlaşan su damlacıkları, bulut adlı gemilere yüklendi ve rüzgâr adlı hizmetkârın sevkiyle bulunduğum şehre, oradan baraja, oradan evime gönderildi ve çaydanlığıma girdi. Çayın o suda demlenmesi için ise, bilmem hangi kara parçasında dörtyüz milyon yıl öncesinden, petrol ya da doğalgaz depolanmış bulunuyordu. Hâkeza, kimi Bitlis’te, kimi Seylan’da, kimi Adana’da yetişen nimetlerin bana kadar gelmesi için de yine petrol ve ayrıca demir kullanıldı.

Diğer taraftan, Tire adlı bir ilçenin herhangi bir tepesinde tek bir zeytinin vücuda gelmesi için, yerkürenin eğiminden güneşin çekimine, güneşin ısı ve ışığından Samanyolunun dönüşüne.. uzanan, kâinat çapında bir faaliyet gerçekleştirildi. Bir bardak çay içebilmemiz için sayısız hidrojen ve oksijen atomu bir ‘aşk-ı kimyevî’ ile bir arada tutuldu; bir kaşık bal için binlerce arı binbir çeşit çiçeğin etrafında dolaştırıldı.

Sözün kısası, ister kahvaltı olsun, ister akşam yemeği; ister on çeşit olsun, ister tek çeşit, her sofrada bir kâinat gizlidir. Her bir sofra için, zerreden galaksilere, koca bir kâinat çalıştırılmaktadır.

O yüzden de, ‘özel anlar’da ‘özel nimetler’e şükreden bizlerin, aslında her anın ve her nimetin ‘özel’ olduğunu; her an her bir nimetin bütün bir kâinatın istihdamıyla bize gönderildiğini bilmemiz gerekiyor. Durum bu olduğu için de, sofraya her oturuşumuzda, kâinattaki zerreler ve bileşikler adedince şükürler etmemiz icap ediyor.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut