SON SABAH

Nuriye Çakmak

ARTIK HERKES ilk şoku atlattı bile. Belki de yıllardır görmediğim şekilde tüm basın uyum içinde ve tek ses. Tüm gazeteler benzer manşetlerde, cümleler çok sert ve net. Dünya basını da oldukça ilgili, birçok ünlü gazete manşetlerine taşıyor faciayı, sayfalarca yer ayırıyor. Bir yandan da birçok noktadan canlı yayın bağlantıları kuruluyor. Avrupanın birçok yerinden, Pakistan, İran, hatta Mısır’dan gösteri haberleri geliyor. Türkiye’nin birçok şehrinden. Gece konsolosluk önünde sabaha kadar çadırlar kuruluyor. Ankara’daki Siyonist elçiliğin önünde de.

Şok açıklamalar, ilk kez alınan tavırlar, kararlar havada uçuşuyor. Aslında bu, tarihin kara lekesi olan İsrail’in kuruluşundan beri ilk kez yaşanıyor. Normal zamanda hayal bile edemeyeceğim ve bir tanesi günlerce gündemimi ve sevincimi işgal edecek bu haberlerin tümü bana hiç uğramadan geçiyor üzerimden. Ömrümün en gergin sabahlarından birine uyanıyorum, sebebini bile bilmeden.

Birazdan beklenen konuşma gerçekleşecek, başbakan dünyaya seslenecek. Kendimi oyalamaya çalışıyorum ve sonunda konuşmanın başladığını işitiyor ve hemen televizyona koşuyorum. Dinliyorum ama duymuyorum. İçimdeki o ses yine bastırıyor, diyor ki, hiç boşuna bekleme.. Bir yandan onu dinlememeye ve umut etmeye çalışıyorum, bir yandan kalkıp gitmemek için kendimi zor tutuyorum. Şu an en son katlanacağım şey edebiyat, kuru sözler.. Metin olun diyor başbakan, sanki bana söylüyor. Olmayacağım diyerek kalkıyorum yerimden. İnanılmaz bir boşluk çöküyor içime.

Ben siyasetten hiç hoşlanmam. İlgilenmem ve anlamam. Böyle bir durumda bile oy derdinde olan muhalefet partilerinden de hiç haz etmiyorum. Her şey hemen, birden olsun, gidip intikam alalım diye de beklemiyorum. Ama şunu biliyorum, içinde hiçbir fiili yaptırım geçmeyen konuşmalar, lafla peynir gemisi yürütmeye benzer. Madem karar alınmayacak, fiili bir şey sergilenmeyecek, öyleyse konuşmanın ne anlamı var. Şu an sözlere tahammülümüz yok, niye kimse anlamıyor. Açıklamanın sertliğine seviniyorsunuz, insanlar ellerinde esirken, şehitlerimizin naaşı katillerinin elindeyken, yaraladıkları canlarımız canilere emanetken, sorgulanan yiğitlerimiz ne halde bilmiyorken.. Yine döktükleri kan yanlarına kalmışken, birileri tüm dünyaya meydan okuyarak canlarının her istediğini yapıp sonra nedendir bilinmez seri yalan üretimine ve her zamanki gibi acındırma tiyatrolarına bürünmüşken.. Siz tatmin oldunuz mu peki?

Gördünüz mü, hangi ülkenin vatandaşı olursanız olun, ister gazeteci, ister aktivist, isterseniz Avrupa parlementosuna bağlı milletvekili olun İsrail canı nerde isterse orada, canı hangi suçtan isterse o yalanla, istediği mekan istediği zamanda, hiçbir açıklama bile yapma zorunluluğu hissetmeden sizi öldürebilir. Evet, üzerinize otomatik silahlar, hücum botları, özel tim komandoları gönderebilir. Size işkence edebilir, yaralayabilir, canı isterse döverek tutuklayabilir. Ve sonuç hiçbir zaman değişmez!

Kendinizi güvende hissediyor musunuz. Arkamda devletim var, olmaz öyle şey diyebiliyor musunuz. Yok artık o kadarını yapamaz diyecek haliniz kaldı mı? Peki size bunu yapan devletsiz, desteksiz, yaralı Filistin halkına neler yapmaz. Biraz olsun anladınız mı?

Bitmez bir kabusun içinde olduğum hissi her yanımı sarıyor. Sinirden ve acizlikten ağlıyorum. Gelen birkaç kişinin açıklamaları iyice korkutuyor beni. Bize yemek vermediler, susuz bıraktılar, kötü muamele yaptılar, tuvalete gitmemize bile izin vermediler, yaralılara müdahale etmediler, işkenceyle belgeler imzalattılar diye açıklamalar yapıyorlar. Hatta diğer gemilerin mürettebatından biri, bize değişik bir su içirdiler, her şeyimiz değişti bir anda. Test yaptıracağım, bize ne içirdiklerini bilmiyorum diyor. İçim herkes için yanıyor da, tüm bu destanın yazarı Bülent Yıldırım için yüreğim parçalanıyor.

Ellerinde otomatik silahla dayak yiyen, güvenlik kamerasından çekilen görüntülerde görüldüğü üzre güverteye ilk indiği anda gölgesinden korkan ve tek bir adım atamayan, üç salak silahşörü aratmayan, ineceği yerin korkusundan helikopterden inerken halatı tutamayıp yere yuvarlanan, güya özel komando olduğu halde gemiye çıkmayı beceremediği için suya düşen beceriksiz katiller korkularından yaralılara bile kelepçe takıyorken.. Her şeyin müsebbibi olarak gördükleri ve artık ellerinde olan Bülent reise ne yapmazlar.. Biyolojik silah uzmanı, diğerlerine bile kimyasal sular içirip garip sandviçler vermişken, 60 yaşında bir İngiliz’i dövüp ayaklarından sedyeye bağlamışken, ona ne yapmaz..

İşte orada bunlar yaşanıyorken tüm dünyayla birlikte bekliyoruz tüm Türkiye olarak. Neyi mi, hiç bilmiyoruz. Hangi isteğimize cevap verecek, canı şimdi ne yapmak isteyecek; bekliyoruz, görüyoruz.

Tüm gün bu korkunç durum devam ediyor. Nefes alacak gücü bile bulamıyorum kendimde. Artık bir anlamı yok, haberler beni ilgilendirmiyor. Bu saatten sonra daha ne yapabilir ki İsrail. Başka ne yapabilir.. Korkum bile kalmadı. Yeni şeylerden değil, şuan yapmakta olduklarından korkuyorum, ama olsun, diplomatik yollardan teselli oluyorum.

Neyse ki akşam oluyor, neyse ki derdimle dertlenen insanlar var, neyse ki.. Levent’e doğru giderken bugün iyi olan tek şey bu diyorum. Meydan hınca hınç dolu, burayı ilk kez bu kadar kalabalık görüyorum. Yol yine trafiğe kapanmış, onlarca canlı yayın aracı var. Herkeste aynı sabırsızlık, slogan atmaktan çok dua etmek istiyorlar. Yine Kuran-ı Kerim okunuyor, ayetler öyle bir yayılıyor ki meydana, merhem gibi geliyor hepimize. Sabır dileniyoruz Allahtan. Dua ediyoruz, uzun uzun. Değişik haberler geliyor. İsrail’in tüm “tutuklu”ları serbest bırakmaya karar verdiği yönünde. Seviniyoruz tabi. Oysa ne saçma değil mi. Zaten özgür olan kişileri üzerlerine ateş açıp öldürdükten sonra hangi suçla elinde tutuyor ki!

Öfkeli, kırgın ve çok üzgünüz ama bir yandan da bir zafer havası var üzerimizde. Evet, aslında bu şimdiden bir zaferdir. 60 yıldır tarifsiz suçlar, katliamlar, gasplar, işkenceler yaptığı, Lübnan’ı dünyanın gözü önünde yerle bir ettiği, nükleer silahların en alalarını depoladığı, alınan tüm kınamalara ve kararlara asla uymadığı, Rachel’i de diğer tüm ülke vatandaşları gibi kameralar önünde öldürdüğü, yani dünya üzerinde hiçbir şeyden asla korkmadan çekinmeden sadece canının istediğini yaparak ilerlediği, özellikle tüm komşu ülkeleri sindirdiği ve kendine esir ettiği, onu kimse durduramadığı halde.. İşe bakın ki, bu bir avuç müchide nasip oldu bu günler.

Gazze saldırılarında gerekirse tünellerden girdiler ve o öldürmeye devam ederken onlar yardım ettiler. Hiçbir tehdide asla kulak vermediler, korkmadılar, çekinmediler. Sonra kimsenin aklına gelmeyen, aklına gelse cesaret edemediği bir etkinlik düzenlediler. Araçlarla Gazze’ye girdiler. İsrail geri adım attı, Mısır geri adım attı. Her türlü engellemeye karşı tek bir cevapları vardı, Gazze’ye gireriz, işimizi yaparız, istediğimizde de çıkarız.. Daha araçlar için tehditler, hatta taşlar, engellemenin her türlüsü havada uçuşurken, birkaç ay içinde gemiyle geliyoruz, ona göre hazırlansınlar dediler.

Hayal gibi gelmişti bana. Cesurca bir çıkış, İsrail’e keyifli bir meydan okuma. Ama gerçekten birkaç ay içinde 32 (veya 50) ülke, 600 aktivist, 10 bin ton yardım hazırdı ve hatta üçü de sadece bu iş için alınmış gemileri oldu İhh’nın. Gemiye binerken helallik istediler, her şeye hazırız ama bu yardımlar Gazze’ye girecek dediler. Asla yılmadan her türlü yolla kendilerini ilan ettiler. Gece taciz başlamışken, korkmuyoruz dediler..

İşte bugün, bu bir avuç yiğit dünyanın o kara seyrine dur dedi. Bugün hiç konuşulmayanlar konuşuluyorsa, aklımıza hiç gelmeyen kararlar hiç beklenmedik yerlerden alınıyorsa, yıllardır gelmeyen tepkiler sel gibi yağıyorsa, dönüp bakın buna sebep olanlara.. Şimdi 72 saat oluyor, ben onların canlarından endişe edeli. O yiğitler sonuna kadar mücadele edip şehit düşeli, gazi olalı, esir olalı, suçsuz mahkum olalı.. Hala bekliyoruz gelmelerini. Artık yazmayacağım, yazacak ne kaldı ki. Gelişleri bir bayram gibi olur belki. Belki yaslı olur. Kırgın, üzgün olur. Ya da inadına kahramanca, korkusuzca.. Gözlerimle geldiklerini görsem ve iyi oldukları, rahat bir nefes alırım evet. Kabusum biter. Ama unutulmayacak bir başarının bıraktığı asla unutulmayacak bu tarifsiz izler, daha uzun zaman beni, bizi şüphesiz takip edecekler..

Not: Bunca hengamenin içinde emeğini, başarısını ve yaralı yüreklerimizi incitmeden görevini en iyi şekilde yapışını takdir etmeden geçemeyeceğim bir kişi var, bilge bakan Ahmet Davutoğlu. Selam olsun.

Not 1: Gecenin bir yarısı geldiler. Yorgun, üzgün, şaşkın.. Ve ertesi sabah gökten inmiş rahmani bir sergi gibi dizildi inciden şehitler Fatih han’ın yanı başında.. Başından 4 kurşun yemiş 19 yaşındaki Furkan’ınımız başta olmak üzere 9 şehit uğurladık. En az 5 ağır yaralımız var, 3’ü İsrail’de. Ve 3 tane kayıp var, denize atıldıkları sanılıyor. Ve bir haber daha, hala bekliyoruz, neyi mi, bilmem, belki kıyameti..

  05.06.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut