Monet Tablolarına Bakış 1
Monet’nin Kadınları

Mona İslam

SON ZAMANLARDA “bakmayı/görmeyi öğrenmek” konusu ne kadar çok karşıma çıkıyor. Takip ettiğim muhtelif yazarlar “zamanın ruhu” gibi kavramlar üzerinden, ‘göz’ ve ‘onun gördükleri’ üzerinden okumalar yapmaya çağırıyorlar. Malum, biz doğulular daha çok ‘kulak’ kullanan insanlarız, ‘söz’ üzerinden okumalar yaparız. Görsel olanın okunması usûlü, batılı bir okuma biçimi. Önyargılarım direniyor, bu yeni okuma tarzını fazla batılı, fazla özenti buluyorlar. Ama emin değilim, gerçekten yanlış olan bir şeyi mi kınıyorum, yoksa sadece bende olmayanı mı tahfif ediyorum. Büyük ihtimalle ikincisi. Zira bana, doğrudan ya da dolaylı, bunu tavsiye edenler, mümin olarak sadakatlerinden şüphe etmeyeceğim kişiler.

Üstelik ‘nazar’ Üstadımın da dört kelimesinden biri. Demek, nazarı öğrenmek önemli.

Elimde Viyana’dan gelmiş bir kitap var. Bir ‘Monet Tabloları’ kitabı. Monet Fransız Empressionist (İzlenimcilik) Ressamlarından. İmpression yani İzlenim, Monet’nin İzlenim: Gündoğumu tablosundan gelen bir isim. Bu akım modern resimdeki ilk devrimci akımlardan biri sayılıyor. Işığın açık alanlarda yaptığı etkiyi çalışmayı hedefliyor.
Ünlü ressamın (Claude Monet) tabloları bir kitapta toplanmış. Kitap Almanca olunca resimler üzerine söylenen hiçbir şeyi anlayamıyorum. “Keşke İngilizce olsaydı” diye hayıflanıyorum. Ama bu bir avantaj da olabilir. Madem ‘bakmayı/görmeyi öğreniyorum’ yazılara değil, resimlere bakmalıyım. Resimden anlamam, dolayısıyla söylediklerim kimine saçma gelebilir, ama bunu denemeliyim. Saçmalamayı göze almadan dil öğrenilmez, resim okumak da bir tür dil öğrenimi.

Ekseriyetle kadın ve doğa resimleri. Kadın- doğa birlikteliği bana İbn-i Arabi’nin “kadın doğa, erkek akıldır” tefekkürünü hatırlatıyor. Ressam erkek, yani bir başka vecihten akıl, ve kadını/doğayı resmetmiş. Monet kadını ve doğayı uzun uzun incelemiş. Gözlerini kadın/doğa üzerine tevcih etmiş. Bu bir hoşlanımdan öte, bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olmalı. Bir tamamlanma ihtiyacı.
Akıl doğayla, erkek kadınla tamamlanmak diler. Ressamın böyle bir yönelimle hayatının kim bilir kaç saatini, kaç yılını doğa ve kadın gözlemi yaparak, kendinde olmayana gözlerini dikerek yaşadığını düşünüyorum. Aşk da böyle bir tamamlanma ihtiyacının neticesi. Aşk, epeyce bir kendinde olmayana göz dikmek meselesi.

Her insanda cari isimler farklı olunca, onları tamamlayan isimler de farklı oluyor. Bu yüzden herkesin yönelimleri, meyilleri, gözünü diktikleri, aşkları farklı farklı.

İnsanı şaşırtan bir diğer unsur ise Monet’nin hayatını okuduğunuzda ortaya çıkıyor. Monet’nin tablolarda kadınlara olan ilgisi, gerçek hayattaki ilgisini tüketmiş görünüyor. Bir çok sevgilisi olmuş ama hiç birine vefa göstermemiş ünlü ressam. Yazılanlara bakarsak eşi Camille bile, tablolarının çoğuna kaynaklık etmenin bedelini beş parasız terk edilerek, ve umursanmayarak ödemiş. Acaba bu bir şeye karşı beslenen yoğun duyguların o nesneyi çabuk tüketmesi ile mi alakalı? Belki Monet kadınları o kadar çok inceledi ki, başka bir erkeğin onlarda bir yılda göreceği incelikleri bir ayda tüketti. Yahut çok inceleme beraberinde eksik ve kusurları da görmeyi getirdi. Başka bir olası sebep de ressamın muhayyilesi ile gerçek hayat arasındaki savaş. Duyguları resimlerle anlatmaya yatkın bir kişiliğe, kadınların resmini yapmak kolay, onlara bakmak zor gelmiş olabilir.

Resmedilen kadınların biçimi de ilginç. O yıllarda batıda bariz bir tesettür olduğu görülüyor. Kadınlar uzun kollu, hatları belli etmeyen, uzun etekli elbiseler giymişler. Seçilen renkler hep pastel. Dikkat çekmemek esas alınmış. Saçlar daima toplu, ve toplanmış saçların üzerine çoğu zaman geniş kenarlı şapkalar oturtulmuş. Bu şapkalar besbelli ki o dönemin batılı kadınlarında bizdeki başörtüye benzer bir işlev görmüş. Kadınların o dönemler tesettüre yatkın kıyafet seçimleri bilinen bir şey. Ancak kadınsal bir paradoks da apaçık ortada duruyor. Bir taraftan evrensel, fıtri bir örtünme, kendini gizleme, dikkat çekmeme arzusundaki kadın figürleri, bir diğer taraftan da alabildiğine zarif, hoş ve güzel görünmeye çalışmışlar. Örtülü bir güzellik henüz. İfşa çağına gelinmemiş. Her giz ortaya dökülmemiş. Belki de güzelliği arttıran bir şey örtü. Gizem. Bu paradoks insanı afallatma kapasitesine sahip. Belki de bu yüzden o dönemlerde aşklar daha çoktu, daha derindi. Paradoksun bizatihi kendisi aşka düşürür insanı. Hem çağıran hem reddeden bir karakter. Hem gizlenen hem güzelleşen bir imge. İnsanı peşine düşmeye sevk eden bir ikilem.

Claude Monet’nin kadınlarına hep bir veya iki çocuk eşlik etmiş. Kadının çocuksuz düşünülmesinin ağacın meyvesiz düşünülmesi kadar abes bulunduğu yıllar. Kadının elinde bir nakış var. Kadın hem doğanın içinde, hem de ellerinde doğaya ilişkin bir sureti nakş ediyor. Bu kadar doğa ile iç içe. Kadının üretiminin evine, masasına konacak örtüye, çocuğunun bakımına ve eğitimine yöneltildiği, böylesinin doğru,iyi, güzel kabul edildiği yıllar. Doğru, iyi ve güzelin henüz ayrışmadığı dönemler. Üstelik bu doğa içinde bu kadın ve çocuk imgesi sessizler. Doğa kadar sessiz. Ancak duyulan kuş sesleri, ağaç hışırtıları, rüzgar uğultuları. Erkeğin kadından böyle sessiz olmasını beklediği zamanlar. Kadına da böylesi bir dinginlikte, sessizlik zor gelmese gerek. Zira neredeyse tatilde gibi, ya bir ormanda, ya bir göl kıyısında, ya piknikte, ya da evinde ardında hizmetçisi yanında arkadaşı bulunan bir tabloda. Bu huzurlu ortamda neden gürültü çıksın ki.

Gerçi doğa da zaman zaman fırtınalar kasırgalar patlatır.

Eve gelen adam, huzur istiyorsa kadının dünyasında ona verecek kadar huzur olmalı. Kimse cebinde olmayanı bir diğerine veremez.

Kadınlar grup halindeler. Henüz arkadaşlıkların baltalanmadığı yıllar. Gerçi kadınlar halen de erkeklere nazaran daha iyi arkadaşlıklar kurarlar. Üstad’ın dediği gibi aczini ve zaafını hisseden taife-i nisa cemaat teşkil eder ve onlara ilişkin Kur’an zamiri bile, erkek zamir olarak kullanılır. Kadınlar böyle kuvvetli topluluklar oluştururlar. Yani, erkeklere kıyasla. Erkekler daha yalnız yaşarlar. Daha çok kendilerine dayanırlar.Başkasına ihtiyacını kadınlar kadar çok hissetmezler. Zahiren iyi, hakikatte kötü bir huy. İnsanın hakikati fakr ve ihtiyaçla yoğrulu. Bunun algılanmasına engel her şey bir perde.

Kadın ve sofra da hep birlikte resmedilmiş. Kadının ‘yemek yapan’ sıfatı malum. Ancak bu resimlerde kadın sofrada öyle bir yere oturtulmuş ki, ressamın sofradaki yemekler mi, sofradaki güzel kadın mı daha çok iştah açıcı karar veremediğini gülümseterek hatıra getiriyor. Besbelli ki kadın o sofrayı cazip hale getiren şey. Yemeğe de kadına da duyulan duygu aynı, kuvve-i şeheviye. Muhtemelen erkekler bu yüzden evlenince kilo alıyorlar. Kadınsız bir sofradan daha çabuk kalkıyorlar. Üstelik erkek için yemek mi kadın mı daha büyük rızık, o da ayrı bir tartışma konusu.

Bu ilk ‘görmeyi öğrenme’ denemem. Salt bu niyetle bir görsel objeye yönelimim. Nasipse bu çabaya devam edeceğim. Bunun önemini bana hissettiren, yazılarını dikkatle takip ettiğim Dücane Cündioğlu’na, “zamanın ruhu” başlığı altında özelde sinema üzerinden görsel dile dikkat çeken Yusuf Kaplan’a, katıldığım bir söyleşisinde üstüne basa basa bu konudan bahseden Sadık Yalsızuçan-lar’a, programlarıyla böyle bir çabanın peşine düşen ve bunun önemli olduğunu hissettiren Mustafa Ulusoy’a dua ve minnet yolluyorum. Allah hakikate gözle muhatap olmaya, gözü derinlikli okumaya sevk etmeye çabalayan, ve başkalarını da buna çağıran bu güzel gözlü, güzel nazarlı insanlara selamet versin.

  28.06.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut