Arşiv

Deli İbrahim Deli miydi?

‘MİLLÎ EĞİTİM’ ADLI TEK-TİP insanlar yetiştirme çarkından geçerken, biraz tarih de okutulur. Ve bu dersin Osmanlılar ile ilgili bölümünde kuruluş, yükselme, gerileme devirleri derken, I. İbrahim diye birinden de bahsedilir. Bilinen ünvanıyla Deli İbrahim’den. Tarih dersinin bu bölümü bir hayli zevkli geçer. Öğretmen tebessüm, öğrenciler kahkaha halindedir. Çünkü, ‘tarih’ kitabında, I. İbrahim’in nasıl bir deli olduğu, ‘çok komik’ örneklerle anlatılmaktadır.

Aslında, ‘kardeş katli’ne cevaz verilen bir saltanat ortamında tahta aday olan insanların ruhlarını saran ve sarsan ne gibi olaylar geçtiği, ayrıca dikkate değer. Fakat, anlatıldığına göre, Deli İbrahim’in sözümona deliliği, bambaşka bir hadisedir. Onun deliliği apaçık ortadadır. En meşhur bir delili ise, deniz yahut havuz kenarından geçerken balıklara para atmasıdır. Neden? "Aç, açık kalmasınlar."

Biz bugün insanları için, böylesi bir hareket gerçekten bir delilik örneği olarak beliriyor. Çünkü, en yüce değerin ‘menfaat,’ en iyi değer ölçüsünün ise ‘para’ olduğu bu çağda, insanlar bırakın balıkları, insanlara bile karşılıksız beş kuruş vermiyorlar. Birbirine çok yakın insanlar, hatta ana baba ve çocuklar dahi, para yüzünden birbirine düşebiliyor. Bu durumdaki bizler için balıklar, kesinlikle altın sikkelere değer görünmüyor. Belki ölçüsüz, ama yine de ‘şefkat ve merhamet’ sınıfından bir tavrı onlara çok görüyor; ama başka bir tavırla onları ‘geçim derdi’nden kurtarıyoruz: acıkan balığa, ustaca gizlenmiş bir oltanın ucuna takılı cüz’î bir yem sunarak... Balığı aldatıp avlayarak...

I. İbrahim öyle yapmadı. Üstelik, geçinsinler diye, onlara para bile verdi. Ve ‘deli’ oldu. Ama merhametli, şefkatli; "Balık bilmese de, Hâlık bilir" diyebilen bir deli!

Peki, biz ‘akıllı’lar ne yapıyoruz? Bizler paraları balığa atmayıp da ne ediyoruz? Birer rızk vesilesi olarak onları bize Göndereni tanıyor muyuz? Dolayısıyla, kuruşu kuruşuna, Vereni bilerek ve Veren adına mı kullanıyoruz? Yoksa...?

Bu kabil sorularla bakınca, çağımızın bir numaralı yükselen değeri ‘tüketim,’ olanca açıklığıyla gün yüzüne çıkıyor. Belki I. İbrahim gibi hazine dolusu altınlarımız yok, ama kağıt paralarımız, bozukluk mangırlarımız var. Ve onları, çoğu kez, ihtiyaç ötesi yerlerde, ihtiyaç olmayan şeylere harcıyoruz. İhtiyaç olan birşeyi alırken dahi, asıl parayı ihtiyaç olmayan kısmına veriyoruz. Sözgelimi bir ayakkabı alırken, ayakkabının kendisine bir, markasına on ödüyoruz. Sırtında X markası yazdığı için, aldığımız gömlek yahut kazak için on kat fazla para veriyoruz. Mutfaklarımız ihtiyacımız olan şeylerden çok, görenek yahut tiryakilik belasına ‘ihtiyaç haline getirilen’ ıvır-zıvırla dolu. Birin yeteceği yerde, beş alıyoruz.

Ve de hep kendimize alıyoruz. Gereğinde başkalarına rağmen, gereğinde başkalarını imrendirmek, kıskandırmak, ağızlarının suyunu akıtmak pahasına kendimize alıyoruz. Sonuçta, bitmeyen, bir türlü son bulmayan sözde ‘ihtiyaç’lar için bütün bir ömrü harcıyoruz.

Bu açıdan, sanırım, Deli İbrahim ile aramızda fazlaca bir fark görünmüyor.

Deli İbrahim’in onca parayı çar-çur ettiği deniz, bildiğimiz deniz idi. Para verdiği balıklar da, bildiğimiz balıklar. Bizim de denizimiz var; göreneği, gösterişi, hırsı, rekabeti, reklamı, özentisi ile şişirilen ve kabartılan ‘tüketim ekonomisi.’ Bu denizde, Deli İbrahim’in balıklarına bedel, bir türlü doymak bilmeyen dükkanları, vitrinleri, markaları, mağazaları besliyoruz. Her mevsim, her ay, belki de her gün, ‘aç, açık kalmasınlar’ diye, onlara para döküyoruz.

Deli İbrahim, muhtemelen, gerçekten deliydi. Balıklara para atıyordu. Peki, bu halimizle biz ne kadar akıllıyız?

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut