HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK

Zehra Sarı

NASRETTİN HOCA, “komik adam” olarak bilinir. Çoğumuz tıpkı dört yaşındaki yeğenim Esad gibi onun fıkralarıyla büyüdük. Esad, geçen gün anne-babasının ona Nasrettin Hoca’nın Fıkraları kitabından okudukları fıkraları, çocuksu ifadesiyle bize anlatırken; “yorgan gitmiş kavga bitmiş; ay kuyunun içine düşmüş” derken; bu fıkraların sadece “komik” bir adamın değil, aynı zamanda “arif” bir adamın dilinden döküldüğünü fark ettik. Tevafuk bu ya, Esad’ın “Hırsızın hiç mi suçu yok” fıkrasını anlattığı gün; izlediğim bir filmde de, aynı cümleleri işitmiştim.

Bilindiği gibi, bir gün Nasrettin Hoca’nın eşeği çalınmış. Can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca; her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Birisi, ‘hocam’ demiş, ‘niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki’. Bir başkası, ‘evine hırsız giriyor da; senin nasıl haberin olmuyor’ diye konuşmuş. Bir diğeri de, ‘hocam’ demiş, ‘kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en büyük sebep yine sensin, çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok, nerden baksan dökülüyor’ demiş. Sonunda hoca kızmış, ‘Kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?” deyivermiş.

Evvelce işaret ettiğim filmde de; hikayenin kahramanı ekmek teknesi olan motorunu çaldırınca çok üzülür. Arkadaşları etrafına toplanır; adamcağız da, bir yandan üzülürken, belki de diğer yandan arkadaşlarından, içine su serpecek, kaybını ona bir anlığına da olsa unutturacak birkaç kelam bekliyordur. Oysa olanlar önceki fıkradan farklı değildir. Kimisi, ‘Hiç anahtar üzerinde bırakılır mı?’ derken, bir diğeri de ‘Zaman kötü, bu devirde kimseye güvenmeyeceksin, tedbirini alacaksın’ kabilinden sözler söylüyordu.Hepsi adamın zaten bildiği ve hayıflandığı şeyleri söylüyorlardı. Ta ki en son birinden şunu duyduk: ‘Canın sağ olsun, cana geleceğine mala gelsin ama bu ders olsun, bir daha tedbirli olursun’. İzlerken ister istemez adamın hali karşısında sabrınız taşar ve kendinizi tutamaz ‘Arkadaşlar hırsızın hiç mi suçu yok!’ dersiniz.

İnsan bir meseleyi düşünmeye başlayınca etrafında ona dair örnekler de görmeye başlıyor. Yakın çevremizde, arkadaşlarımızla aramızda, içinde bulunduğumuz sosyal ortamlarda, ‘Ya Hu, hırsızın hiç mi suçu yok?’ dedirten durumlar hiçte az değilmiş meğer.

Mesela doğru olduğunu bildiğiniz ve hayatınız boyunca da hep bu yönde eğitim aldığınız bir konuda yakın bildiklerinizin yanlış bir davranışını görüp, uyardığınızda, tuhaftır ki karşılaştığınız; Settar ismine ayna olmanız uyarılarıdır. Siz her ne kadar, ‘Yanlışa yanlış denilmesin mi?’, kabilinden sözler söyleseniz de; aldığınız cevap, ‘herkesin nefis taşıyıp, hata yapabileceği, ama bizim kucaklayıcı olup, onu anlamaya ve fakat dışlamamaya çalışmamız gerektiğidir’. Aslında sizde biliyorsunuzdur; herkesin nefis taşıyıp, hata yapabileceğini.. Ama bir onun kadar iyiliği emredip, kötülükten alıkoymanın da vazife olarak hepimize düşen bir görev olduğunu da biliyorsunuzdur. Tamam, belki ‘üslubunu doğru ayarlamalısın, söyleme tarzı böyle olmamalı’ tarzında ki uyarılar olsa ‘amenna’ dersiniz, ama söylenen genelde; ‘yapılmış bir hata, üstüne gitme’ şeklindeki birkaç sizce anlamı olmayan cümledir. Bazı şeylerin meşrulaşmaması için uyarılması gerektiğini düşünmeniz; ‘senin üzerine vazife değil, herkesin bir kere söylendikten sonra günah işleme özgürlüğü var’ şeklinde cevap buluyordur. Ve bu durumda siz, uyaran pozisyonunda olan , ‘Allah Allah, hırsızın hiç mi suçu yok sahiden, tüm suç benim mi?’ demekten kendinizi alamazsınız. Çok ilginçtir uyarılana şefkatle yaklaşılmasını söyleyenlerden, aynı şefkati uyarana karşı göremiyorsunuzdur.

Bugün arkadaşlarla Füsus-ul Hikem’de “Kısas” ile ilgili bir bölüm okuyorduk. Kısas ayetlerinden olan şu ayeti hepimiz biliriz; “Onda, üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.” (Maide 45) İnsanı ne kadar rahatlatan bir ayettir; size hakkınızı alma hakkını tanır. Bunu duyunca “ne kadar da fıtratıma uygun; duygularımı önemsiyor” dersiniz. Ama ayet bitmemiştir; sizin “haklı” bir isteğiniz olan kısas isteğiniz için der ki ayet devamında; “affederseniz mükâfatını Allah verir”.Az önce bir duygusunu bile es geçmeyen Rabbinin, bu çağrısına rahatlamış bir kulun olumsuz yönde tavır sergilemesi düşünülemez. Hisseder çünkü; Rabbinin diğer insanlar gibi “hırsızın hiç mi suçu yok” dedirtmediğini, kendisini ve en ince duygularını Bilen’in ona cevap verdiğini bilir. Bu hisler içinde Füsus’ta okuduğu, ‘kısasta bağışlamak, kısastan üstündür’ manasına gelecek, rahmeti önceleyen görüşler; kısası uygulamayıp, bağışlamayı tercih ederek mükâfatını ahirette bekleyen için hiç de zor gelmez. Çünkü doğru bildiğinizin doğruluğu kabul edildikten sonra; daha hayırlı olan gösterilmişse basiretli olana, o yoldan yürümek yaraşır.

Çokça izlenen bir filmin bir sahnesine rastlıyor ve takılıyorum zapping yaparken; eşinin bir konuda yanlışa düştüğüne inanan ve anne babasının evine dönen kıza, babası; “senin hakkını yediğini, ya da gururunu incittiğini bilsem, evine dön der miyim?” mealinde şeyler söylüyor. Kızının duygusunu anladığını ama hakikatin; bildiği kadarıyla, kızının düşündüğü gibi olmadığını söylüyor. Duygusunun babası tarafından anlaşıldığını gören ve babasının “işaretle” dediği şıkkın, doğru seçenek olduğuna ikna olan kızı, o seçeneği işaretlemede tereddüt etmiyor; çünkü artık hırsız(suçlu) dediği eşinin, hırsız(suçlu) olmadığına ikna oluyor.

Başkalarının; hep ortada olmayan, işini bitirip kaçan hırsızın tarafında olması; bu ağırlıkları taşımaya çalışan omuzları çökertiyor. Bazıları size şefkatli olmayı salık verirken, içtihatlarında yanlışa düşüp, iyi niyetle ve hakikat ortaya çıksın diye bir sevap alırken; sizin, inanmadığınız o içtihada uymak zorunluluğunuz yoktur. Siz hâla hırsıza hırsız diyen olabilirsiniz. O kişi sadece sizin, çoğu zaman “doğru” şeyler yaptığına şahit olduğunuz biri olabilir ve fakat sizi uyarırken söylediği “herkesin nefis taşıyıp, hata yapabileceği” gerçeği onun için de geçerlidir.

Anladığım şu oldu ki; kişi masum olduğunda, tam mazlum olduğunda Allah müdahale eder ve olayı neticesine erdirir, tüm sebepler orada sükût eder; hırsızın suçlu olduğu açığa çıkar. Fakat ona kısas uygulayacak olan hırsızın da bir insan olduğunu, ve her insanın hata yapabileceğini artık anlamıştır. “Allah affedicidir” ayeti her insana aynı anda inmez, bazılarının bunu anlaması birkaç yılını alırken, bazılarına bu ayet bir anda açılır. Ama kişi, bunu birileri “affet” dediği için yapmaz; Rabbi bunun kendisi için daha hayırlı olduğunu söylediği için yapar.

İnsanın cümlelerine sığmayan hakikat, kısacık bir ayetle nice gönüllere yol gösteriyor. Çünkü insan nakıstır ve o, Nasrettin Hoca’nın söylediği gibi “damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar” mesabesinde karşısındakinin duygularını anlayabilir. Tüm gönüllerdekileri Bilen ise Rahman olandır ve O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır.

  28.03.2010

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut