Soykırıma dikkat!

Mustafa H. Kurt

ÜLKE OLARAK da, insanlık olarak da; tarifinde insanı acze düşüren garip zamanlar yaşamaktayız.

Tarihinin 'aydınlanma' diye tanımladığı devrini globalizmle tamamlamakta olan bir medeniyetin, beşyüz yıllık faaliyeti neticesinde bugün insanlığı yüzyüze bıraktığı durum; kısaca, fıtrattan uzak uygulamalarla yaşama gibi bir 'zorunluluk'; veya daha da kötüsü, vahye ve manaya karşı duyulan bir 'alerjinin' hakimiyeti şeklinde özetlenebilir...

Ve bu gibi durumların sebepler dünyasındaki sekmez sonucu da; elbette ki, ahlakî ve manevî yönlerde yaşanan derin bir çöküntü olarak önümüzde belirmekte.

Bu medeniyeti ismiyle tezat böylesi “ilkel” hallere duçar kılmasına rağmen modernizmin gayet pişkin bir şekilde, küresel huzurun ve global modernliğin (her ne ise?) önündeki en büyük engel olarak gösterdiği tarihî düşmanı ise belli: İslamiyet ve Müslümanlar.

Ancak, Müslümanları tarihî düşmanı olarak görmesine rağmen; parsellemek istediği toprakların 'çapulcu tapu sahipleri' pozisyonunda gördüğü tüm diğer halkları da, Bizans'a taş çıkartır entrika ve oyunlarla yurtlarından atmaya çalışan bu 'modernizm,' bilindiği üzere, bu gaye uğrunda yeri geldiğinde pek çok katliama dahi girişmekten geri durmamıştır. Giriştiği bu katliamlarda da öyle din-inanç ayrımı pek yapmamış, bu konuda ne yazık ki 'her inanca eşit mesafede davranmaya çalışmıştır'! Öyle ki; Afrika, Avrupa, Güney ve Kuzey Amerika, Hindistan gibi coğrafyalarda, bilindiği gibi, soykırımlara uğrayan ve hatta bu 'metotla' tarih sahnesinden topyekûn koparılan halklar bile olmuştur ne yazık ki... Ve aslında bu yönden de bakınca, örneğin Aztekler, Mayalar, Avustralya yerlileri (ya da işgalci Batılıların taktığı adla Aborijinler) ya da Kızılderililer veya Güney Afrikalılara nispeten, İslam coğrafyasının bu soykırımlardan daha az etkilendiğini bile söyleyebiliriz.

Hiç kuşkusuz, Müslümanları böylesine kitlesel soykırımlara bu yoğunlukta maruz kalmaktan kurtaran siyasî nedenlerden en önemlisi; diğer masum toplulukların aksine, öyle bir kırıma karşı koyabilecek otoritelere sahip olmalarıydı. Örneğin, ancak Osmanlı'nın dağılma sürecinde Balkanlarda, Kafkaslarda ya da Doğu Anadolu vs. gibi yerlerde görülebilecek olan yoğun Müslüman kırımına bakacak olursak, bu cürmün faillerinin bunu kendilerinde yapacak cesareti 'hasta adamı' artık sekeratta görmeleriyle bulabildiklerini söylemek, tarihsel bir gerçekliğin ifadesi olacaktır.

Yani hedeflerini gerçekleştirme yolunda hemen her coğrafyada katliamlara girişebilmiş olan bu 'medeniyetin' karşısında; İslam topraklarını savunan güçlü bir devlet olarak örneğin Osmanlı, her zaman için caydırıcı ve yıldırıcı güç olabilmiş, bundan dolayı da o 'medenilerin' tarihî düşmanı haline gelebilmiştir.

Ancak işin ilginç olan yanı şudur ki; kendilerine ait yenilir-yutulur cinsten olmayan ve 'çuvala sığmaz' onca katliamı usta bir pişkinlik ve inkarcılıkla yok sayan modernizmin bugünkü temsilcileri; konu 1915 Büyük Tehcirine geldiğinde ise -tarihten gelen bir alışkanlıklarının etkisiyle de olacak--yine o eski düşmanlarına saldırma yolunu seçerek, aslında ne derece insanî ve ne derece yaşam hakkına saygılı olduklarını(!) göstermektedirler.

Kendileri “Soykırımlar” hakkında o denli duyarlılardır ki yani, Anadolu'da olağanüstü şartlarda ve Tehcir sırasında meydana gelen o olayları; tek taraflı olarak ve de tek taraflı bir mağduriyet söz konusuymuşçasına, 'Soykırım' olarak tanımlayabilmekteler.

Hem de bu olay kendilerinki kadar ayan beyan bir kesinlikte olmamasına rağmen; yavuz hırsız baskınlığı gibi bir gayeyle yapmaktalar bunu.

Unuttukları ya da unutturdukları sandıkları şey ise, bu Tehcir ve dolayısıyla yaşananların müsebbibinin, Osmanlı'nın o zamanki yönetiminde ağırlığa sahip bulunan kendi şakirtleri olduğu gerçeğidir.

Yani ortada bir cürüm varsa, bunun sorumlusu 'Türk Modernleşmesinin' o günkü önderleri olan, iktidardaki İttihat ve Terakkî yönetimi ve yetkililerinin çoğunluğudur.

Üstelik, elde kalan toprakları Türkleştirme ya da İslamlaştırma politikaları ana sebep olmak üzere; Ermeni çetecilerin zulümlerini ve Ruslarla işbirliği ihtimallerini bahane ederek; sorumlu kısmı bulmak varken, bu halkın neredeyse tamamını “planlanmış ve kollektif” bir cezalandırmaya tabi tutan o 'aydınlanmış' ekibin ta kendisidir bu işin sorumlusu...

İşte bu durumun farkında olan o günkü iktidarın günümüzdeki varislerince, bunca zaman Osmanlı red ve tahkir edilmesine rağmen, sözkonusu Ermeni meselesi olduğunda aynı Osmanlı'nın ölümüne savunulması, tam da bu sebepledir. Olayın sorumlularının, bizatihi 80-90 yıldır kutsamaya çalıştıkları meşhur kadrolara ilham veren--ve kimisi de bizzat o 'millî kadrolarda' görev alan--kendi fikir babalarından oluştuğu gerçeğini çok iyi bilmeleridir yani kısacası...

Ama teslim etmek gerekiyor ki, modernizmin bugünkü 'yerli şakirtleri' o toz kondurmadıkları fikir babalarından daha kurnazlar!.

Çünkü dikkat edelim, tıpkı günümüzde bu fikriyatın asıl önderlerinin ve onların çeşitli ülkelerdeki uşaklarının, 1915 denilince Osmanlı'yı çok rahat katliamcı ilan etmeleri ve bununla da kendilerini 'ak kaşık' gösterme hilesine ve vicdansızlığına başvurmaları gibi; bunların içerdeki günümüz temsilcilerinin de, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlamaya doğru meyleden uluslararası konjonktürün etkisiyle-ya da baskısıyla--yavaş yavaş bir söylem değişikliğine gittiklerini gözlemlemekteyiz.

O tarihte Ermeniler katledilmiş olabilirmiş, evet ama, bunu yapanlar kendi 'jön, aydın, medenî, demokrat vs.' fikrî dedeleri değil, olsa olsa memleketteki hemen her fenalığın zaten müsebbibi olan Kürtlerin ta kendileriymiş yani anlayacağınız...

Bir süreden beri, utanmadan, kendilerini bununla savunmaya başladıklarının işaretlerini vermekteler.

Hem de o zamanki sorumlular, yetkililer, muktedirler ya da devlet erkini elinde bulunduranlar; ve o Tehcirin güvenliğini sağlama vazifesi boyunlarının borcu olanlar; gerçekten de daha boyunlarında nice yaftalar da bulunan bu insanlarmış gibi.

Ve sanki o tehciri netice veren olaylar zincirinin halkalarından herhangi birisi, devrin bu yerli Müslüman ahalisiymiş gibi. Daha da acısı, bu olaylar sırasında nice toplu mezarlara atılmış olan insanlar da, büyük çoğunlukla yine bu “sivil” ahaliden değillermiş gibi.

Tam bir 'mef'ulü fail kılmak' ya da 'mağduru mahkum kılma' pişkinliği.

Ermeni çetelerine karşı oluşturulan gönüllü kuvvetlerin içinde veya haricinde olup da, eşkıyalık yapan kimi zalim çapulcuları öne sürerek ve bu şekilde de genellemeci bir kolaylığa ve kurnazlığa kaçmakla; içinde Bediüzzaman Hz. gibi bir şefkat abidesinin de kumandan olarak yer aldığı alayları günah keçisi ilan etme gibi bir beceriyi gösterebilen modernizmin bu neo-şakirtleri, beni insanlığımdan da utandırıyorlar böylelikle...

Aynen, günümüzün birtakım 'özel kuvvetlerinin' girişmiş oldukları cürümlere bakarak, gelecekte Türk ulusunu katliamla suçlayabilecek olası kişilerin beni insanlığımdan yine utandıracakları gibi.

Kısacası, meşru vatan savunmasına kalkan gönüllü kuvvetler arasından-azınlıkta kalmalarına rağmen--'çürük elmaları' nazara vermek; ve böylece de, yine bir kavim hakkında kolektif hükme varma gibi bir vicdansızlığa niyet etmek suretiyle, işin asıl sorumlularını aklamaya çalışmaktalar. Buna yönelik buldukları formüllerden biri, işte budur anlaşılan.

Yani bunlar, bir taşla bilmem kaç kuş vurmaya soyunmaktalar.

Modernizasyonun yerli ve yabancı varisleri; 'vahşi Kızılderililerden' çok çekmiş 'şövalye ruhlu kovboylar'; ve uzunca yıllar sosyal Darwinizm gibi 'haklı gerekçelerle' itlaf işlerinde yorulmuş 'medenî beyaz adamlar', bir kez daha kendi günahlarını yükleyecek 'bir kurban' bulmuş gibi görünüyorlar...

Halbuki “İslam vicdanı”, katliamı kendi bünyesinde önleyecek bir 'otokontrole' sahip bir yapıdadır. Görmek isteyeni, bunun Asr-ı Saadetten itibaren tüm İslam tarihindeki sayısız örneğine sevk ediyoruz. Bizzat bu olayla ilgili bir örnek için ise, Bediüzzaman Hz.nin Tarihçe-i Hayat'ından şu satırları hatırlatmakta fayda var:

“O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bedîüzzaman'ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere: "Bunlara ilişmeyiniz!" diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hâdise üzerine, Ruslar bizi istila ettiklerinde, fedai komitelerin reisleri müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp, "Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz" diye ahdettiler. Molla Said, bu suretle o havalideki binlerle masumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu.” (Tarihçe-i Hayat, Envâr Neşr.,s.110-111)

Öyleyse, biz bu işin hakikatini hakkıyla ifade edemediğimizden; yani Türk veya Kürt olsun, 'aydınlığını' Batı yerine İslam hakikatlerinden alan dedelerimizin katliamla bir alakasının olamayacağını; bunu yapmış birileri varsa, bunun da, olsa olsa ilhamını asıl katliamcı o modernizm öncülerinden almış olan kişiler olabileceğini yeterince haykıramadığımızdan;

ve o kişileri savunmakla, yavaş yavaş kendi aziz dedelerimizi suçlar bir vaziyete girmiş olacağımızı göremediğimizden;

bu trajediden alınması ve utanması gerekenlerin de bizler değil, asıl o kadroların zihniyetine yapışan günümüz 'çağdaşlarının' olması gerektiğini nazarlara yeterince sunamadığımızdan;

tekrar tekrar, 'mahkemede şaşan Yaşar' pozisyonuna düşmüş olacağız hep. O zaman bunu da yutturacaklar demektir herkese ve hepimize.

Soykırımı yapanlar Kürtlermiş yani. Bu “soykırıma” dikkat öyleyse...

  21.03.2010

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut