Ahsen-i Takvim’e Giden Yol – II

İNANMAK BİR ön kabuldür.
Delilin yokluğunda ortaya çıkan inanç halinin ifadesidir.
Şu topraklarda yaşayan insanlara,
‘Allah’a inanıyor musunuz’ diye sorulsa çoğunun cevabı ‘evet’ olacaktır.
Ancak soru, ‘Allah’ın varlığından emin misiniz’ şeklinde değiştirilse,
İnsanların çoğu bu soruya aynı oranda ve berraklıkta ‘evet’ diyemeyecektir.
Bunun sebebi, inanmakla emin olmanın neticede aynı şey olmamasında gizlidir.
‘Ahirete inanıyor musunuz’ sorusuna verdiğiniz cevapla,
‘Ahiretin varlığından emin misiniz’ sorusunun cevabı aynı netlikte ise,
Bir eminlik hali, yani mümin olma söz konusudur.
Mümin, tanımı gereği emin olandır..

Şüphelerle yüzleşmeyen biri için bu hal,
İnanç basamağında elbette ki sağlanabilir.
Ama şüphelerin kol gezdiği,
İslâm’ın en temel prensiplerinin tartışıldığı bir ortamda,
Ancak delili olan emin olabilir.
Böyle bir vasatta,
Eğer etkilenme gerçekleşmiş ise delilsiz eminlik hali oluşamaz.
Kabuller söz konusu olmaya başlar.
Kişi bu durumda bir inanç halini yaşar.
Ama emin değildir.
Şu durum tam bir iman hali olmadığı gibi kesinlikle bir küfür hali de değildir.
Bir ara dönemdir.
Taklidi bir iman evresidir. [1]
İmanda kasıt ve irade arandığı gibi küfürde de kasıt ve irade şarttır.
Küfür hali için kabullerin de yok olması veya yokluğun kabulü gereklidir.
İman-ı taklidi sahibi kimseler;
Kâmil bir mümin olmaya ciddi aday,
Tahkik ehlinin inceden inceye tetkik edilmiş,
Delile dayalı sözlerine çokça muhtaçtır.
Böyle biri,
Sebepler-tabiat-rastlantı şeytan üçgeninin anaforlarına kapılmaya açıktır.
Küfür gibi dipsiz bir kara deliğe düşmemekle birlikte,
İblis'in gaybî haberlere dair hırsızlamalarına,
Yani vahyî gerçeklere karşı gözlerinin köreltilmesine karşı çaresiz kalmıştır.
‘İman-ı taklidi’ tanımı,
İşte bu durumdan bir an önce çıkması gereken insanlar için söylenmiş,
Şefkat kokan ve dua yüklü bir deyim olarak karşımıza çıkıyor.
Tahkîki bir imanın meyvesi olan iman hakikatleriyle karşılaştıkları zaman,
En ciddi mânâda muhatap olanlar yine bu grubun fertleridir.
Çoğunluk işte bu alacakaranlık kuşağında yollarına devam etmeye çalışmaktadır.
Üstelik de ihtiyaçlarının çoğunlukla farkında olmayarak...

İman-ı taklidi, imanla küfür arasındaki,
Fakat kesinlikle bir küfür halinde olmayan alacakaranlık kuşağının adıdır.
Şu ahirzaman şartları içerisindeki hemen her insan,
Ama şöyle ama böyle bu dönemi yaşamıştır.
Kimisi için bu ara dönem yerini birkaç dakikada iman nuruna bırakırken,
Kimisi için de ömür boyu çıkamadığı bir berzah olarak kalır.
Ebu Süfyan gibi ömrünü sahabe olarak noktalamış insanlar için,
İman-ı taklidi evresi yıllarca sürerken,
Hz.Ömer gibi zatlar için bu ara dönem birkaç dakika almıştır.
Hz.Hatice gibileri içinse birkaç saniyede noktalanmıştır..

Maalesef İblis'in oyunları ile kabullerin çatırdadığı,
Ve delillendirilemediği için çöktüğü şu zamanda,
Bu alacakaranlık kuşağından,
Bazen gerisin geri küfre dahi dönülebildiği gözlemlenebilmektedir.
Kavl-i leyyin ile, yumuşak ve tesir edici sözlerle ulaşamadığımız,
İman hakikatlerine muhatap edemediğimiz her taklid-i iman sahibinin,
Yaşayabileceği en ciddi tehdit budur.
Ve işte tam bu noktada hepimizi sorumlu tutacak bir mesuliyet gizlidir.
Emin bile olsak ama bu eminlik halini yansıtamıyorsak,
Muhatabımıza ulaşamayacağız demektir.
Kısaca, ‘Allah ve ahiret var’ deme mesleği olarak tanımlayabileceğimiz,
Risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’yi,
Ve onun en limitteki yansıması olan iman hakikatlerini,
Başkalarına da ulaştırma hizmetini ifa edecek ehl-i feragata ihtiyaç vardır..

Artık çoğunluğun anlayabileceği,
Ve kabul edebileceği bir dil ile sunma gayretinin,
Olmazsa olmazımız haline gelmesi şarttır.
Zira, taklidi imanların çatırdayarak çöktüğü şu ahir zamanda,
En ciddi destek ve fayda,
Düşünen bir akıl ve gerçeği tasdik eden bir kalp ile,
İman hakikatlerine muhatap olmaktan geçiyor.. [2]

Karşımızdaki muhatabımızda,
Kavl-i leyyin / yumuşak ve tesir edici söz ile,
Hakka karşı soru işareti oluşturma sanatını icra etmek istiyorsak,
İman-ı tahkikiyi başkalarının doğrularıyla değil,
Kendi ulaştığımız hakikatlerle yaşamamız gerekiyor.
Ahsen-i takvimde yaratılan insanın akıbetini belirleyen işte şu aşamadır. [3]
Risalet-i Ahmediye mesleğinin icrasını yerine getirmeye çalışan müminlerin,
Başta kendileri ve muhataplarının nefisleri olmak üzere,
Ahsen-i takvim’e giden yollardaki en ciddi dönemeçleri bu olsa gerektir..


Dip Notlar:

[1]. İman, yalnız icmali (özet) ve taklidi bir tasdike münhasır (sınırlı) değil;
Bir çekirdekten, ta büyük hurma ağacına kadar,
Ve eldeki aynada görünen misali güneşten ta deniz yüzündeki aksine,
Ta güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi;
İmanın o derece kesretli (çok) hakikatleri var ki,
Bin bir esma-i İlahiye,
Ve sair erkan-ı imaniyenin (imanın şartlarının) kainat hakikatleriyle alakadar çok hakikatleri var ki,
“Bütün ilimlerin ve marifetlerin,
Ve kemalat-ı insaniyenin (insanın olgunluğunun) en büyüğü imandır,
Ve iman-ı tahkikiden gelen tafsilli (ayrıntılı) ve bürhanlı (delile dayalı) marifet-i kudsiyedir”
Diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.
Evet, iman-ı taklidi, çabuk şüphelere mağlup olur.
Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikide pek çok meratip (aşamalar) var.
O meratiplerden (mertebelerden) ilmelyakin mertebesi,
Çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır.
Halbuki taklidi iman bir şüpheye karşı bazan mağlup olur.
Hem iman-ı tahkikinin bir mertebesi de aynelyakin derecesidir ki, pek çok mertebeleri var.
Belki esma-i İlahiye (İlahi isimler) adedince tezahür (yansıma) dereceleri var.
Bütün kainatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.
Hem bir mertebesi de hakkalyakindir.
Onun da çok mertebeleri var.
Böyle imanlı zatlara şübehat (hile ve şüphe) orduları hücum da etse bir halt edemez.
Ve ulema-i ilm-i kelamın binler cild kitapları,
Akla ve mantığa istinaden (dayanarak) telif edilip (yayınlanıp),
Yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve akli bir yolunu göstermişler.
Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları,
Keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler.
Fakat, Kur’ân ın mucizekar cadde-i kübrası,
Gösterdiği hakaik-i imaniye (iman hakikatlerine) ve marifet-i kudsiye (kutsal bilgiye),
O ulema (alimler) ve evliyanın pek çok fevkinde (üzerinde) bir kuvvet ve yüksekliktedir.
Emirdağ Lahikası / syf: 91 – 92

[2]. İhlas Suresinin Getirdikleriyle Gidenler / www.karakalem.net / Aykut Tanrıkulu

[3]. İnsan, ahsen-i takvîmde yaratıldığı,
Ve ona gayet câmi’ (geniş, içine alan) bir istidad (yetenek) verildiği için,
Esfel-i sâfilînden (aşağıların aşağısından) tâ âlâ-yı illiyyîne (yücelerin yücesine),
Ferşten (yeryüzünden) tâ Arşa,
Zerreden tâ şemse (güneşe) kadar dizilmiş olan makamâta (makamlara),
Merâtibe (mertebelere), derecâta (derecelere),
Derekâta (aşağı seviyelere) girebilir,
Ve düşebilir bir meydan-ı imtihana (imtihan meydanına) atılmış,
Nihayetsiz sukut (alçalma) ve suûda (yükselmelere) giden iki yol onun önünde açılmış,
Bir mu’cize-i Kudret (kudret mucizesi) ve netice-i hilkat (yaratılış meyvesi),
Ve acûbe-i san’at (her yönüyle hayret verici bir sanat) olarak şu dünyaya gönderilmiştir.
Sözler / 23. Söz / 2. Mebhas /syf: 289

  28.02.2010

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut