İNSAN NE KADAR ETKİLİ

Zehra Sarı

İNSANLARIN YAZGILARINI mekan, zaman, durumlar ne kadar değiştirebilir? Biz bir adım atmadan bir şey bizim kaderimiz olup, hayatımızı etkileyebilir mi? Olaylardaki duruşumuz, verdiğimiz tepkiler o olayın sonucunu nereye kadar etkiler. İnsan olacak olanı yörüngesinden çıkarıp ona yeni bir yön ve biçim verebilir mi?

Büyük yapımlar çeken İngiliz film yönetmeni David Lean’in; çekildiği dönem için cesur bir film olan Brief Encounter (Kısa Karşılaşma); insanın hayatında inişlerin ve çıkışların olabileceğini, fakat bunun bile bir nihayetinin olduğunu insanın önüne güçlü bir sinema diliyle seriyor..

Günümüzde de olduğu gibi her dönem pirim yapmış bir konuya sahip ‘Kısa Karşılaşma’; imkansız aşk. Başkalarıyla evli bir adam ve kadının bir tren istasyonunda, bir “rastlantı” sonucu karşılaşmalarını, ve buna rastlantı olarak bakmayı tercih etmeyip, birbiri ardınca görüşmelerle birbirlerine bağlanıp “birbirlerine aşık olmalarına” kadar giden bir konuyu işliyor. İşte benim anlamaya çalıştığım ve girizgahımdaki sorularımla da açılmasını istediğim nokta şu; şüpheli şeyden uzak durmamız ve bizi içine çekebileceğini düşündüğümüz hallerden kaçmamız gerektiği öğretilerine kulak verirsek, bazı “kaderimmiş” dediğimiz durumların içine girer miyiz, bunda kişinin “cüz-i iradesi” ne kadar etkilidir?

Bu soruların eşliğinde filme kaldığımız noktadan devam edelim. Sinematografik açıdan filme baktığımızda çok başarılı bir film; film dili güzel, sinema dili açısından güçlü, kamera açıları çok özenli, öyle ki kamerada israfa hiç kaçılmamış desek doğru bir tespit yapmış oluruz; baş ve son bağlantısıyla; filmin sonunda tekrar baş sahneye döndüğümüzü bize anlatmasıyla da iyi bir kurguya sahip; neredeyse başından sonuna kadar filme hakim olan iç sesler de insanı hiç sıkmıyor. Minimal mekânlar da filme boğucu bir hava katmamış, başarılı bir klasik sinema örneği.

Ne yazık ki, filmin bu teknik alt yapısının, zamanına göre kusursuza yakın olması, beni içine çekmesine yetmedi; hep şu gelgiti yaşadım film esnasında; görünür şartlar itibariyle iyi bir kocası olan, iki çocuk annesi bir bayan; niçin mutluluğu ailesi içinde değil de başka bir yerde aradı? Veyahut kendisinden iyi bir şekilde bahsettiği bir hanımı olan, iki çocuk babası bir erkek niçin kendi eşiyle değil de, dışarıdaki bir bayanla mutluluğun ardından koştu? İzlerkenki ruh halim şuydu; ben şimdi bu ayrılmak zorunda kalan birbirine “aşık” iki insana şefkat etmeli miyim; yoksa “kader”leri gibi görünen ama bence cüz-i iradelerini o yönde kullandıkları için başlarına gelen bu olaylara karşı yorumsuz mu kalmalıyım- tabii sinirlenmemeyi başarabilmekte işin başka bir boyutu-.

“Aşk başka bir ruh halidir, küçümsememek ve anlamaya çalışmak lazım” diyor bir arkadaş, filmin sonunda film hakkında konuşurken…Ve devam ediyor; “Aşk, insanın hayatına girince olağanüstü haller yaşatır, kişide farklı açılımlara sebep olur”….Aslında arkadaşın bu söylediğiyle bir problemim yoktu benim; evet gerçekten de kalpse kişinin refiki aşkı yaşarken; başka haller onda zuhur edebilir ve fakat refiki nefisse; bencillik yakar kavurur ortalığı; hem aşık olduğunu söyleyeni, hem de maalesef sadece onun arkadaşı, eşi, dostu, akrabası olmakla yakını mesabesinde olan kişileri…Halbuki onların bir suçu yoktur…

Çünkü zamane, bu “aşk” dediğimiz duyguyu (küçümsemek için böyle yazmadığımı bilmenizi isterim, sadece bir anlama çabası benimkisi….İnsan, nasıl olurda birini seviyorum, ona aşık oldum deyip, başkalarını kırma, üzme hakkını kendinde bulabilir, ya da sözümona o kişiyi anladığını sanan bazıları “ama o, ona aşık, onu seviyor, bu davranışlarını anlamalıyız” diyebilme yetisini kendisinde bulabilir, bunu anlamaya çalışıyorum) çok hoyratça yaşıyor; hoyratlığı hem kendisini, hem de etrafındakileri kırıp geçirmesine neden oluyor. İşte film; seyri esnasında, ve sonrasında başka bir kültürün bu konuyla ilgili sorunlarıyla ve cevaplarıyla beni tekrar bunları düşünmeye sevk etti. Film boyunca kullanılan “tren” metaforu da; treni kaçırmaları, beklemeleri de ; “bir silkelenin, bu yol yol değil, fark edin artık, duymuyor musunuz düdük sesini sizi ikaz ediyor; duman çıkıyor görmüyor musunuz bu yol aydınlık bir gelecek vaat etmiyor; trenin de bir son durağı var; insanın hayatının da inişli çıkışlı halleri var ama bir yere kadar”…deyip duruyor gibi geldi film boyunca…

Senaryo her zaman eksiktir elbette, çünkü senaryoyu yazan bir insandır ve insan eksik düşünür; Allah’ın yazgısı ise her zaman kusursuzdur. Bu teslimiyetle çok sevdiğim ve fikirlerine çok önem verdiğim bir arkadaşımla bu konuyu konuştum, ve sağ olsun konuyu anlamamda bana yardımcı oldu. İnsanın afaki tefekkürünün yanında, enfüsi tefekkürünün de olması hasebiyle; insanın bir iç dairesi bir de o için dışa yansıdığı dış dairesi vardır. Yani çoğu zaman-özel bir çabayla gizlenmiyorsa kişi tarafından- kişinin dışına yansıyan içindekilerdir. İnsana bir hal geldiği zaman, ya da insan yeni bir tecelliye ayine olacağı zaman içteki; latifeleri, aklı, vicdanı, hayali ve diğer cihazatları devreye girer. Mesela kişiye aşk hali geldi diyelim; bu hal kişinin içindeki aklını, vicdanını, hayalini istila da edebilir; tüm bunları ele geçirip, hâkimiyeti altına da alabilir; sağlam bir duruş sergileyip, aklı selim davranıp bu duygunun içteki düzeni bozmaması için gayret de sarf edebilir. İçteki düzen sağlam olursa, kişi kendi bünyesinde bir iç savaş yaşamazsa; dışarıda da ihtilaller çıkmaz. O zaman etrafındakileri kırıp geçirmez insan. Aşk, içteki yönetimi ele geçirmeye kalkarsa; vicdan melekesi “hoop, şu an haddi aşıyorsun” diyebilmeli; belki hayal melekesi devreye girip “buradan sonrasına adım atmasan, bazı şeyleri benimle yaşasan; sadece hayalinde yaşasan kâfi” diyebilmeli… Yönetimi sadece aşkın eline vermemeli. Hâkim olan o an ve o şartlar itibariyle aşk olabilir, ama zaman zaman diğer cihazatlar, latifeler ona; “ dur, yapma, burası sınır, bu sınırı aşma” diyebilmeli. Ama tüm bunlar bir imtihan gelmeden önce tıpkı bir devletin, kendisine savaş açılmadan; askeriyle, silahıyla, alet, edevatlarıyla ona hazırlanması gibi bir hazırlık istiyor; aşk gelmeden içteki ekipmanlarının yerlerini belli eden, onların sınırlarını, nerede , ne kadar duracaklarını, hudutlarını belirleyen kişi; beklenen geldiğinde hazırlıklıdır; içte kontrol varsa, bu kontrol dışa öfke, kötü davranış, kızgınlık, başkalarını kırma, incitme olarak yansımaz. Cismani yetimiz, ruhaniyetimizden bağımsız değil…

Bir parçada olsa bir şeyler açılmıştı bu konuda…Her duygu gibi, her davranışımız gibi aşk da; iç alemimizde tüm isimleri istidadı ölçüsünde yaşaması lazımken; dışta da azâmi ölçüde kucaklayabildiği kadar tüm isimleri kucaklamalıydı…Şefkatli olmalıydı önce kendisine sonra etrafındakilere; adaletli ve hikmetli davranmaya çalışmalıydı önce kendi iç bütünlüğüne sonrada kainattaki bütünlüğe…İçte tevhidi sağlarsa; tevhidden kötü bir şeyin zahir olması düşünülemezdi.

Bazen ne yazıyı yazan kişi, ne filmi çeken yönetmendir akılda kalan; sadece o yazıdaki bir iki satır ya da o filmdeki birkaç vurucu sahnedir…Neleri izlediğimiz, neleri okuduğumuz, kimlerle konuştuğumuz ; sonrasında yaşayacağımız değişimler açısından önemlidir. İzlediğimiz bir film sonrasında güvendiğimiz bir arkadaşla sohbet, insanda yeni hakikatlerin neşv-ü nema bulmasına neden olabilir. Belki de aşk; çoğu filmde gördüğümüz, etrafımızda şahit olduğumuz kadar; kırıp geçen bir hal değildir. İradenin devre dışı kalmadığı; her hal ve şartta, zor da olsa akl-ı selimin hakim kılınmaya çalışıldığı durumda; kişiyi bir halden alıp, başka hale çevirebilen ve bu hal değişimiyle kendisine ve şahit olanlara çok şey öğreten bir haldir. Tıpkı beni filmde en çok etkileyenin; ayrılık sahnesine götüren cümlelerden biri olan şu cümle olduğu gibi; “Laura; vicdanımız bu mutluluğu yaşamamızın önüne geçiyor”…

Ve son bir cümle daha; sevdiği adamla ayrıldıktan sonra, onunla yaşadıkları bir film gibi gözünün önünden geçen, hayalen hepsini tekrar yaşayan Laura, bir anlık dalgınlığından ayıldığında eşi ona şöyle der; “Laura çok uzaklardaydın; bana döndüğün için teşekkür ederim”…

Umarım her hal ve durum bizi tekrardan yaratılma gerçeğimize geri döndürür; bizi ve en yakınlarımızı hakikate yaklaştırır ve fakat asla uzaklaştırmaz.

  27.02.2010

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut