AKABE'DEN İHANETE

Nuriye Çakmak

HERKES UYURKEN uyumayan, herkes eğlenirken kendini kaptırmayan, herkes unutmuşken unutmayan, herkes çaresiziz derken tırnaklarıyla didinen birileri her zaman vardı. Simurg’u bir efsane yapanlar da onlardı. ‘Olmaz’ kelimesini sözlüklerden çıkarmak ve sonucu yola çıktıktan sonra görmek vardı. Sayıları milyonla, milyarla ölçülen ama keyfiyeten aciz, zelil duruma düşmüş insanlar, Müslümanlar onlara ders olmuştu. Dava belliydi, yüreği olan gelsindi. Böyle bir gelişle gelen, 300 kişilik sahabe ordusunun müşrikleri yenişi gibi gelendi. Boş kalabalıklar istediği yerde dursundu.

Akabe'deydi ‘Filistin’e YolAçık’ konvoyu. Dar geçitte sıkışmış kalmış, bekliyordu. Aylar öncesinden izinler alınmış, güzergâh bildirilmiş, geçiş yapılacak gemi ayarlanmış, pasaportlar düzenlenmişti. Herkes ve her şey hazır bir halde on saatlik bir gemi yolculuğu için limanda bekleniyordu. Mısır hükümeti verdiği izni çiğniyor ve sorun çıkartıyordu. Ortada görünen bir sorun yoktu işte bu yüzden sorunun çok daha derinlerde olduğu anlaşılıyordu.. Simurglar geri dönmeyi asla düşünmüyordu. Gazze'nin dağlarında bitecekti bu öykü, Mısır kapılarında değil. Uyku tulumlarında, araba koltuklarında neden bekledikleri hem bilmeden, hem çok iyi bilerek uyudular ilk gece. Ne bir muhatap vardı karşılarında ne de bir açıklama. Tam dört gün sürdü bu bekleyiş. Kimse heyecanını yitirmemiş, aksine coşku artık direnişle kol kola girmişti.

Sonunda açıklama geldi, geldiğiniz yoldan geri dönün - tam 1200 kilometre ve gemiye oradan binin. Bu limandan yolculuk etmenize izin vermemeye karar verdik. Niye, diye sordu günlerdir yollarda olan yorgun insanlar, niye? Cevap alamadılar. Ama alabilselerdi şöyle olurdu herhalde; yıl dönümünde Gazze'de olmayın diye, hevesiniz kırılsın belki geri dönersiniz diye, halkımız sizden örnek almasın diye, kendimizi gösterelim de simurglar artmasın diye..

Peki, dediler bu haksızlığa, bu acımasızlığa.. ‘Pes etmenin olmadığı bir lügatimiz var bizim, hesaplarınızı biz geri dönene kadar bitirin. Yine geleceğiz, bekleyin..’ dediler ve yeniden yola çıktılar. Geçtikleri yollardan geri döndüler. Birileri yarasa gözleriyle görmekten acizdi ve düşünemediler ki, direnişi beslemektir engel üretmek, heyecanı körüklemektir. Emek vermek zaferin en güzel yeridir. Kolayca geçseler böyle mi olurdu bu destan? Sizin basiretsizliğinizdir zaten, destanı destan yapan..

On beş gün doğmuştu yollarda, yıl dönümünde Gazze'de olmak artık hayal olmuştu. İsteklerini yerine getirdiler Mısır'ın, ama keyfini yerine getiremediler. Suriye'nin Lazkiye limanına gelen konvoy, gemiyle Mısır'ın el-Ariş limanına geçecekti. Ama gemiler korkar olmuştu yolcu taşımaya. Belki İsrail vurur diye bahane ürettiler. İsrail vursaydı ölemezdiniz, çünkü siz zaten ölüden farksızsınız.. Korkmaktan yaşayamaz olmuşsunuz. Yazık.

Sonunda bir Türk gemisi talip oldu bu şerefe ve sabırla, kahırla ilerlediler. Musa (as) gibi Mısır'ın firavunlarına inat, suyu yara yara ilerlediler. Etraflarında savaş gemileri gezindi korkutmak için. Yolculuktan mı korkacaklardı, denizden mi, ölümden mi? Bu adamlar gerçekten hiçbir şeyin farkında değillerdi.

Araçlar gemideydi ama yolcular uçakla gideceklerdi ulaşılmaz hale gelen Mısır topraklarına. Ama engellerin biri bitmeden yenisi çıkıyordu. Uçaklar arızalandı dediler, birçok yalan ürettiler ve sonunda uçuş ayarlamaktan vazgeçip yolcuların pasaportlarına el koydular. Artık sinirler gerilmişti, havaalanının direnişle tanışma vakti gelmişti. Kararlılıkla, sabırla, özveriyle ama asla teslim olmamakla. Şehirde tur atmasınlar, halkı uyandırmasınlar diye şehre konvoyu bölerek sokmak isteyen ama başaramayan Ürdün polisi nasıl şaşkınsa, havaalanı polisleri öyle şaşkındı. Hiç karşı koyma görmemişlerdi şimdiye dek, direnişi sadece masaldan dinlemişlerdi. Bu yolcular “herkes” değil, korktuğunuzun yeridir!

Ve kazandılar yine. Yeni uçaklar kiralandı ve yola çıkıldı. Bileniyorlardı, Gazze'ye girmek bile bu kadar bela demekti, belaya hazır olmak ve yılmamak demekti. Önce pasaportlarına kavuştular, sonra araçlarına. 11 günlük gecikmeyle Mısır'daydılar. Fakat bu kez de limandan çıkamıyorlardı. Oysa Gazze'ye sadece 35 kilometre vardı. Onca yolu anlaşmaya uymak için geri dönmüşlerdi, ama Mısır hükümetinin en büyük anlaşması katillerleydi. “Bizimkilere” verdikleri sözler, söz değil taş oluyordu..

Geceye doğru akarken saatler ve biz müjdeli haberlere kulak kesilmişken soğuk bir şaka gibi bir haber düşüyor geceye. İnanmakta zorluk çekiyorum, ya da inanmak istemiyorum ama yüreğim gayet emin. Yolculuk boyunca belki yayın hayatının en iyi işine imza atan Tvnet'e bakıyorum hemen. Canlı yayında gördüklerim, daha bu hayatta neler göreceğim dedirtiyor bana. Havada uçuşan taş bloklar görüyorum. Silahsız insanlar, yorgun, umutlu, müslüman insanlar görüyorum, savunmasız en kötüsü de misafir olan. Bir yanda sanki terör örgütü üyelerine baskına gelmiş tam donanımlı -müslüman- ve ev sahibi polisler, askerler. Taş atıyorlar, gaz bombası, joplarla vuruyorlar haince. Bu ne kin! Alt yazıları silin ve sesleri, konuyu ilk kez bu görüntülerden izleyin. Ne düşünürdünüz?

Sizin yapmadığınız yardımı yapmak için, sizin sessiz kaldığınız hatta açıkça destek verdiğiniz, -hadi ilgilenmediğiniz diyelim- ölümleri duyurmak için, binlerce kilometre yol gelmiş din kardeşleriniz bunlar, düşmanınıza değil, kapı komşunuza yardıma gelen fedakâr yiğitler. Geldikleri yolları geri dönmenizi istediğinizde, limanımıza bir gelin misafirperverliğimizi göreceksiniz dediğiniz kişiler.. Siz taşlardan blok stoğu yapıyordunuz onlar kapıda kuran okurken, başlarından yağdırmak için. Derdiniz, amacınız ne olabilir? Kime öfkelisiniz? Neden saldırıyorsunuz?

Uzun süre bu sorulara bir cevap bulamadık.

Kendimi biraz toparlayabildiğimde o günün videolarına bakıyorum, “Ariş'teki Çatışmanın İlk Anı 1” isimli videoyu izlediğimde kime nasıl üzüleceğimi şaşırıyorum. Konvoyun bunca engellemeden sonra limandan çıkarılmaması, açıklama yapılmaması, üstüne üstlük “yetkililerin” 50 araca el koymak istemesi üzerine kol kola girip marşlar söylüyorlar. Ne acı, söyledikleri ezgiyi biliyorum, ortama çok uygun ve simurglara yakışır bir ezgi bu; Yolunda İslam’ın, kardeşler olalım.. Sonra içlerinden biri, bu ezgiyi söyleyerek kol kola girmiş masum kardeşlerine sürü halinde ziyarete gelmiş şişme robokop yığınına karşı çok içli ve harika bir konuşma yapıyor. Ses çok net değil, ama sadece konuşurken sesinin titremesinden neden orada olduklarını anlatmaya çalıştığı ve bu karşısındaki manzaranın kendini ne kadar üzdüğünü söylediğini anlayabilirsiniz.

Sonra birden o yığın üzerlerine doğru akın ediyor. “Ne oluyor” demeye kalmadan jopları görüyorlar. Ne oluyor biliyor musunuz, kaçmak yerine jopların üzerine yürüyorlar. Bu nasıl bir yürektir.. Saldırıdan hemen önce tüm merhametini, şefkatini kuşanmış ve derdini sorun çıkmadan anlatmak için çabalayan kalabalık, haksızca saldırıya uğradığında tüm yüreğini kuşanıyor ve direniyor bir anda. Silahları yok bu insanların, koruyucuları yok, çaresiz, yalnız ve ellerindeler. Ama yerdeki kumları havalandırıyor biri, atacak bir şey bulamadığı için. Sadece kum, ama atmak var, yiğitlik bilekte dercesine..

İçeriye koşuyorlar çünkü önceden istif edilmiş kocaman taş bloklar yağıyor, öpülesi başlarından aşağı. Tırları barikat şeklinde kapıya çekip arkasında geçiyorlar. Ellerinde sadece arkadaşlarının başlarını yaran, ortalığı kan gölüne çeviren atılan taşlar var. Geri atıyorlar. Slogan atıyorlar. Kum atıyorlar. Polis geri çekiliyor, intifada böyle olur. Ağır yaralananlar var ve bir saat ambülans bekliyorlar. Herkes bandajlı, kolu kırılan, başından darbe alan bu insanlar örgüt üyesi değil, yardım gönüllüleri.. Bu yaşanan konvoyun en unutulmaz gecelerinden biri oluyor. Gazze’ye ulaşmak için ödenen bedellere artık ‘kan’da ekleniyor. Ve Mısır bağrımıza bir yara daha açıyor.


  11.01.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut