GAZZE TRENİNE DOĞRU

Nuriye Çakmak

TRENLER HENÜZ Gazze’ye doğru yol alamıyor ama istenilince herhangi bir tren Gazze treni olabiliyor..

"Bir kul, bir adım dahi atsa, Allah o adımı hangi gaye ile attığını mutlaka ona soracaktır." hadis-i şerifi eşliğinde bir adım atıyorum. Ne zaman yanımda Filistin renklerine boyanmış poşular, bayraklar, atkılarla birlikte ve illa yağmur eşliğinde düşmüşsem yola, yine canım yandığındandır. Ve bu adım özgürlük için, mazlumlar adınadır. Yine elimden, ayağımdan, hatta sesimden, sözümden, malımla canımla yola düşmemden beklenen bir şey vardır. Mesela bir haykırış, bir dua, bir umut, bir isyan, bir duruş. Hepsi bu.

Bir yıl önce yine böyle bir adımla düşmüştüm yola, yağmur o zaman da gelmişti benimle. Rahmet olduğunu umuyordum bizler için, gözlerimizdeki yağmur henüz dinmemişti zira. Tüm insanlığın gözleri önünde bir film dönüyordu o günlerde. En tanınmış yönetmenlerin kurgulayamayacağı vahşilikte, aksiyon filmlerinde görülemeyecek bir gerilimde ve animasyon filmlerinde bile eşine rastlanılmayacak kadar çok suç ve kan eşliğinde.. Senaryo şuydu, birleri önce karış karış işgal etmişti bir yerleri, sonra o yerlere zulümle yerleşmişti ve yerleştiği yerlerden sahiplerini öldürme yoluyla uzaklaştırmıştı. Ve böylece yeni bir “devlet!” kurulmuştu. İslam coğrafyasının göbeğindeydi bu yeni devletin yeri. Hem de ümmettin ilk kıblesi, emaneti, kutsal mescidini ağırlayan topraklarda. Bu topraklara komşu ülkelerin hepsi de Müslüman ülkelerdi. Ama komşular sessizdi, hatta zamanla teker teker “hoş geldin” ziyaretine gitmişlerdi. Dünya ise sevinçliydi. Onlar için durum ‘daha ne olsun’ durumuydu ve ilerlememek için hiçbir sebep yoktu. Yerli halk ya ölü, ya sakat, ya muhacir, ya da kendi sokağında mülteci olmuştu. Tüm Filistin parça parça yok oluyordu. Böylece Gazze’nin küçücük toprakları bütünden koptu. Her tarafı kuşatılmış bir yerdi Gazze. Ama kuşatma yeterli gelmedi, boykot da yapmak istediler. Öyle ya, bir aciz oyuncak gibi ellerindeydi Gazze. Kapısında durup; sen gir, sen girme, sen öl, sen yaşa, sen aç kal, sen ilaçsız, sen de babasız demek hiç zor değildi. Sular akmasa, elektrik olmasa, gaz almak yasak olsa, açlık, sefalet, salgın hastalık kol gezse ne gam!

Ama yine yetmedi. Bu filmde aksiyon eksilmemeliydi. Bir operasyon yapmak istediler, kim bilir hangi hesaplar için. Hiçbir eksiği olmamalıydı bu sahnelerin. Karadan vurmalıydı; devasa tanklarla yıka yıka ilerlemeliydi, mayınlar döşenmeli, askerler evleri tek tek ziyaret edip kucak kucak ölüm götürmeliydi. Sonra havadan da ilerlemeliydi. Gece gündüz fark etmez, canlı cansız, ev mahalle, en yeni bombaları misket misket yerleştirmeliydi Gazze’ye. Bir an susmamalıydı bu bomba sesi, halk aklını kaçırmalıydı, hala yaşıyorsa! Sonra bir şans daha, denize kıyısı vardı Gazze’nin, deniz yoluyla niye vurulmasın? Dev savaş gemileri kıyıya yanaşsın. Evet, kimyasallar dahil tüm silahlar hazır, operasyon başlasın..!

Tam bir yıl önceydi. Gazze kadar köşeye sıkışmış, Gazze kadar çaresiz, Gazze kadar yaralı ve öfkeliydim bu filmi izlerken. Bir yandan bu “kusursuz yok etme operasyonu” sürüyordu ve bir yandan biz akın akın Çağlayan’a akıyorduk. Binler, yüz binler, bu kez susmuyorduk. Sessimizin son perdesinde “şahit ol ya rab, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan olmaktan sana sığınıyoruz” diyorduk, “kardeşimizin acısı bizim acımız, canımızla, malımızla, yüreğimizle, duamızla buradayız” diyorduk. Televizyon kanalları bir yanda alev alev bir Gazze gösterirken, ikiye bölmüştü ekranı, diğer yana o gürül gürül meydanı koymuştu. Sanki safları çiziyordu ekran çizgileri, saldıranlar, katiller, mazlumlar ve kardeşleri... Ne organizatörlerin karıydık oradayken, ne bir ideolojinin, bir siyasi oluşumun şakşakçısı. Sadece kardeştik, kardeşlerimiz içindik. Yağmur İstanbul’da da yağıyordu, bombasız. Ama biz orada, o yağmurun altında ıslanmayı Gazze’de olmak gibi şeref sayıyorduk. Elimizden bu geliyordu, Gazze ölürken koltuğumuzda oturamamıştık en azından. Sanki kalabalıklaştıkça acımızı paylaşıyorduk. Hep birlikte ağlıyorduk. Ve tekbirler göğü dolduruyordu..

Bir yıl geçti aradan. Unutmadığımızı haykırmak için yoldayız şimdi. Araç konvoyuyla Gazze’ye yardım götürerek saldırıların yarasını saramamış kardeşlerimize ulaşıp boykotu kırmak için yola koyulan güzel insanlara destek vermeye gidiyoruz aynı zamanda.

Belki de Taksim en güzel misafirlerini bugün ağırlıyordur diye düşünüyorum meydanı görünce. Bayram yeri gibi Taksim. Çoluk çocuk bir akın var meydana ve yağmur yine fonda.. Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz! Küçücük çocuklar var etrafımda, resmi törenlerde yağmur, çamur, kar demeden amaçsızca ve zorla dikilmeye alışkın o yavrular, şimdi bilerek, isteyerek buradalar. Arada sızlananları var tabi. Ve ne güzel anneler bunlar, aynı gün içinde kaç kez gördüm bu sahneyi; “Filistin, Filistin demek kolay, bak sen iki saat dayanamadın da sızlanıyorsun, onlar ne yapsın, bu kadar mıydı senin mücadelen, fedakarlığın?” Susuyor çocuklar, böyle bir bilinçle yetişen, ümmet bilincini annesinden edinen, fedakarlığı, bananecilik yerine malla canla ortada olmayı yaşayarak öğrenen çocuklar bunlar. Ne mutlu hepsine..

Böyle güzel bir topluluğun içinde olmaktan mutluluk duyuyorum. “el intifada” marşını söylerken umut doluyor içim. Nazlı nazlı dalgalanan bayrağıma bakıp, üzülme düşmeyeceksin diyorum..

Meydandaki program bitiyor. Yıldönümünde Gazze katliamını anıyor, mesajlarımızı iletiyor, unutmadığımızı ve unutmayacağımızı ilan ediyoruz. Şimdi sıra büyük bir ülküyle yola çıkan konvoyu desteklemek ve engel çıkaran Mısır’a tepkisiz kalmamak için konsolosluğun önündeki programa gitmekte. Anons geliyor ve hafta sonu trafiğine takılmamak için ve Taksim gibi park sorunu olan hem de merkezi bir yere zaten araçsız gelen çoğunluğa ‘lütfen metroya devam’ diyor. Hiç dağılmadan, ayrılmadan, metroya iniyoruz, 4. Levent’te gidiyor ve böylece Gazze trenine doğru yola çıkıyoruz..

Viva Palestina.

  07.01.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut