Arşiv

Çağ İslâm’a Cevap Verebilir Mi?

KÂİNATA BAKTIKÇA, gözümüzü kâinata saldıkça, sonsuz bir ilmin cilveleri karşılar bizi. Bu uçsuz bucaksız âlemde herşey herşeyle ilgilidir; herşey herşeyle bağlıdır. Bir pire midesinin ya da bir tohumun açılışının dahi bütün yeryüzüyle, güneş sistemiyle, Samanyoluyla ilgisi vardır. Atom-altı parçacıklardan galaksiler arası uzayın derinliklerine kadar her bir şeyin var oluşu ancak herşeyi bilen Birinin varlığıyla mümkündür; ve her bir şey, kendi var oluşuyla, herşeyi bilen Birinin varlığını bildirir. Bizi Alîm olan, yani ilmi sonsuz olan Biri ile tanıştırır.

Ve hiçbir şey boşu boşuna, lâf olsun diye yaratılmış değildir. En küçük bir bakterinin, tek-hücreli bir mahlukun, meselâ bir amipin dahi görevi vardır. Kuşların her bir türünün ayrı ayrı tüyleri oluşundan her bir kuşun boyun, kanat, kuyruk veya sırt tüylerinin ayrı biçimlerde dizayn edilmiş olmasına; her bir kuşun gagalarının farklı oluşundan dünya ile Güneş arasındaki uzaklığa; bir arının uçuşundan Samanyolunun dönüşüne kadar her bir şeyin mevcut haliyle var edilişinde bir fayda, bir maslahat, bir hikmet vardır. O kadar ki, bir değil, birçok hikmetler vardırósözgelimi, tek bir ele veya tek bir karaciğere yüzlerce iş yaptırılması gibi... Bütün bunlar ise, hikmeti de sonsuz olan Birini haber verir. Alîm olan o Zât, Hakîmdir de.

Ve, sonsuz sayılarla sınırlanamaz. Sonsuz, ne bir ile kıyaslanır, ne de trilyonla. En büyük sayının dahi, sonsuzun yanında, kıymeti yoktur.

Bunun gibi, sonsuz ilim sahibi Biri için, "Şunu biliyor; ama bunu da biliyor mu?" denilemez. Kâinatın da şahit olduğu üzere, O sonsuz ilim sahibi Biri ise, herşeyi bilir. Ne zaman, ne mekân onun ilminin sınırı olur.

Kâinatın da şahit olduğu üzere O aynı zamanda sonsuz hikmet sahibi Biri ise, bilerek yaptığı her fiilinde, her eserinde, her emrinde muhakkak bir hikmet de vardır.

İşte bu sırdandır ki, gözünü kâinata açan ve kâinatın delâletiyle sonsuz ilim ve hikmet sahibi Ezel ve Ebed Sultanını tanıyan nuranî akıllar, Rablerinin Kur’ân’ı için, ‘Kelâm-ı Ezelî’ demişlerdir. Kelâm-ı Ezelî; yani, zaman ve mekânla sınırlı olmayan, geçmişi ve geleceği kuşatan sonsuz bir kelâm, sonsuz bir konuşma, sonsuz bir söz. Çünkü, o ‘öyle bir Zâtın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.’ Ki, ilmi, hikmeti, kudreti, ikramı, ihsanı, görmesi, işitmesi sonsuz Birinin konuşması da elbette sonsuz olacaktır. Ve hikmetinin sonsuzluğuna kâinatın şahit olduğu Zâtın Ezelî Kelâmıyla bildirdiği her emir de çok hikmetler yüklü olacaktır.

Velhasıl, Kur’ân, birilerinin zannettiği gibi, ‘1400 sene öncesi’nin kitabı değildir. 1400 sene önce insanlara nâzil olan, ama bütün zamanları kuşatan bir kitap ve hitaptır. Sonsuzdan gelen, sonsuz ilim ve hikmet yüklü bir Kelâm-ı Ezelî’dir.

Bunca sözü niye söyledik?

Çünkü, şu her bir zerresi O Zâtı tanıtan kâinatı ‘evrimci’ bir kafayla izaha çalışanlar, nasıl kâinattaki mahlukları ‘ilkel-gelişmiş’ diye ayırıyorlarsa; çağları ve asırları da öylece bölüyorlar. Nasıl ‘amip’i insandan önce var edilmişti diye ‘ilkel’ görüyorlarsa, ilk insanı da ‘ilkel insan’ olarak görüyorlar. Zamanı düz bir çizgi olarak algılıyor; sonraki her yılı önceki her yıldan ileride düşünüyorlar. Böyle olunca, ‘geçmiş’te olan herşey, ‘bugün’ var olandan ve ‘gelecek’te olacak olandan ‘geri’ olmuş oluyor. Bu düz mantıkla, Kur’ân gibi bir Kelâm-ı Ezelî’yi de 1400 yıl öncesine hapsedip, matah soruymuş gibi, soruyorlar: "İslâm çağımıza cevap verebilir mi?" "Kur’ân çağımızın ihtiyaçlarını karşılayabilir mi?"

Oysa, bir kere, ‘ilkel’ bir yaratık yoktur. Herşey kendi görevini mükemmel biçimde yapmaktadır. Hangi ‘gelişmiş’ insan ‘ilkel’ amipin yaptığını yapabilir?

İkincisi, ‘ilkel insan’ yoktur: ilk insan, bir peygamberdir!

Üçüncüsü, eğer çağlar ‘ilkel’lik tasnifine sokulacaksa, şu modern çağdan daha ‘ilkel’i yoktur. Çünkü, insanlık, başka hiçbir çağda, elli milyon insanı bir anda öldüren dünya savaşları, nükleer silahlar veya ekolojik felaketler görmemiştir.

Dördüncüsü, bugün birçok Batılının da kabullendiği üzere, zaman düz bir çizgi üzere gitmez; aksine bir daire gibidir. Gece-gündüz, ilkbahar-yaz-sonbahar-kış, tohum-ağaç-çiçek-meyve-tohum.. bütün bu örneklerin de göze gösterdiği gibi, bir ‘dönüşüm’ ve ‘çevrim’ sözkonusudur.

Beşincisi, Alîm, Hakîm, Semî ve Basîr olan; ilmi, hikmeti, kudreti, işitmesi, görmesi sonsuz olan Birinin kelâmı olan Kur’ân, Kelâm-ı Ezelî’dir. Yani çağlar üstüdür. 1400 yıl öncesini değil, bütün zamanları kapsar. Zamanı ve mekânı elinde tutan; zamandan ve mekândan münezzeh; geçmiş, şimdi ve geleceği bir anda gören, sonsuz ilim ve kudret sahibi Birinin vahyidir. Her zamana bakabilir, her zamana cevap sunabilir; ama hiçbir çağ, hiçbir zaman onu yargılayamaz. Çünkü, bir zaman dilimi, zamanlar üstü bir hakikatı kavrayıp kuşatamaz.

O yüzden, "İslâm çağımıza cevap verebilir mi?" diyenlere biz de şunu soralım: "Çağ İslâm’a cevap verebilir mi?"

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut