Arşiv

Sana Refah Vaad Etmedim

BİNDÖRTYÜZ KÜSUR YIL öncesiydi. İnsanların Allah’ı ve âhireti unuttuğu, varoluş gayesinin şu dünya hayatıyla sınırlandığı, herkesin nefsanî hazları esas edindiği bir ortam vardı. O ortamda, bu hazları azamî derecede elde etmenin sihirli formülü ise, şu kelimelerde saklıydı: para, servet ve refah. Önemli olan, bu üçünü elde etmekti; hangi kirli yoldan elde edildiğinin ise, fazla önemi yoktu. Refah ve servet olsun, ama isterse katlanmış faizlerle, kumarla, kadın ticaretiyle olsun, önemsizdi. Sözgelimi, alenen kadın ticareti yapıyor olması, Cahiliye döneminin Medine toplumunu Abdullah b. Ubey’i kralları yapma düşüncesinden alıkoymuş değildi. Mekke’nin en itibarlı kişilerinden çoğu da, ne şekilde olursa olsun refaha ulaşmış insanlardı.

Muhammed-i Arabî (a.s.m.) böylesi bir Cahiliye ortamı içerisinde nebî ve resul oldu. Nazarların dünyaya kaydığı, gönüllerin nefsanî hazlara meylettiği, bu uğurda fıtratın çiğnendiği bir ortamda ubudiyet dersini verdi. hiretten, Hesap Gününden, cennet ve cehennemden, dünya imtihanından söz etti. Kimseye dikensiz gül bahçesi vaad etmedi. Refah sözü de vermedi. "Size Mekke müşriklerinden ve Medine münafıklarından daha fazla refah getireceğim" de demedi.

Bilakis, nazarların dünya ve nefis eksenli olduğu bir vasatta, bizim şu anki nazarımıza hiç de sığıştıramadığımız ölçüde net konuştu. Bir yanda "Şu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan ibarettir" dersini verdi. Yanı sıra, "Andolsun; canlarınızla, mallarınızla, eşlerinizle ve evlatlarınızla sınanacaksınız" haberini getirdi.

Sınandılar da.

Ammar (r.a.) gibi, tevhide inandıkları için, anne ve babası gözleri önünde katledilenler oldu. Bilâl gibi, kızgın kumların üstünde ve de ağır taşların altında "Ehad! Ehad!" diye yakaranlar oldu. Resul-i Ekrem (a.s.m.) ile birlikte üç yıl ağaç kabuklarını dahi yeme durumunda kaldıkları ağır bir boykotla sınananlar oldu. Kızgın çöllerde, malını, evladını, Beytullah’ı arkada bırakarak Hicret’le sınananlar oldu. Muhacir kardeşine malının yarısını vermekle sınananlar da oldu. Açlıktan herkesin karnına taş bağladığı, ama gene de Hendek kazmaya mecbur oldukları zor şartlarla sınananlar oldu.

Ve böyle bir hengâmda, Resul-i Ekrem (a.s.m.) elbisesi lime lime dökülen Ebu Abs’a, elinde kalan tek eşyayı, uzun ve yeni bir elbiseyi verdi. Fakat, birkaç gün sonra, aynı sahabiyi yine eski bir elbiseyle görünce, sordu: "Sana verdiğim elbise nerede?" Ebu Abs, o yeni elbiseyi sekiz dirheme satmış; dört dirheme eski bir elbise almış; kalan dört dirhemle de hurma satın alarak yarısını eve, yarısını Hayber seferi için yol azığı olarak kendisine ayırmıştı. Bunu duyduğunda, "Ey Abs’ın babası" dedi Resul-i Ekrem (a.s.m.), "sen ve arkadaşların, gerçekten fakirsiniz. Fakat, nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki, bir müddet daha yaşarsanız, bolluk içinde yaşayıp ailenizi de bolluk içinde yaşatacaksınız. Bir yığın dirhem ve köleye sahip olacaksınız; ve bu sizin için iyi olmayacak."

İşte böylesi sınanmalar ve böylesi uyarılar yüklüydü Saadet devri. Ne dikensiz gül bahçesi vaadi vardı, ne servet, ne de refah. Nazarlar uhrâ’ya yönelikti. Dünya hayatı ise, bir ‘gurur metaı’ olmaktan ibaretti. Allah refah ve servet vermiş de olsa, ideali, Allah yolunda harcamak, Allah için infak etmek, zekat vermek, ve gereğindeóEbubekir, Ömer, Osman, Abdurrahman b. Avf örneklerinde olduğu gibióAllah yolunda varını yoğunu sarfedebilmekti.

Asr-ı Saadetin bu tablosu ile bugün İslâm adına siyaset sahnesinde bulunanların sergilediği tabloyu yanyana koyunca, doğrusu insan müthiş bir uyumsuzluk görüyor. En başta, İslâmî siyaset adına kurulan partinin ismi bu uyumsuzluğu belgeliyor. Resul-i Ekrem (a.s.m.) kimseye refah vaad etmedi; ama sözkonusu zümrenin partiye uygun gördüğü ‘refah’ adı, nasıl bir ortamda neyin esas alındığını gösteriyor.

Bu hengâmda, sormak gerekiyor: Herkesin başına ebedî bir hayatı kazanıp kaybetme davası açılmış, ama insanlar bunlardan gaflete düşüp üç günlük dünyada refah peşinde koşuyor iken, aslolan nedir? Bu dünyevîliği okşayıp "En çok refahı, en iyi dünyevîliği biz sağlarız?" demek mi? Yoksa, dünyevî olmayan referansların siyaseten prim yapmadığı böylesi bir dünyevîlik ortamında, tek tek fertleri ‘dünya’nın ve dünyevî refahın asıl olmadığı bir imanî şuurla donatmak mı?

Cehenneme doğru yol alan insanları temiz sokaklardan cepleri para dolu bir vaziyette yürütmek neye yarar? Hizmet bu mudur?

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut