Arşiv

‘Ülke’yi Değil, ‘İlke’yi Esas Almak

SİYASET, HERŞEYDEN ÖNCE, iktidar olmak, hükûmet etmek gibi bir anlam taşır. Hatta, Maurice Duverger gibi, onu açıkça ‘iktidar bilimi’ veya ‘iktidar sanatı’ olarak tarif eden siyaset bilimciler bile vardır. Şu zamanda ‘siyaset’ karşısında en gerilimli tavrı sergileyen Risale-i Nur’ müellifinin, ondan ‘şeytanın şerrinden sığınma’ derecesinde sakınması, bu bakımdan, iktidara talip olmaktan sakınma anlamını da taşımaktadır

Buna göre, siyaset mesleği, esasen ‘bir meseleyi iktidarı elde ederek çözme’ mantığı üzerine kuruludur. Bu mantığın altında yatan sâik ise, elbette ‘kuvvet’tir, ‘iktidar’dır. Esas odur. Kuvvet esası ise, meşhur kuvvet-hak ikilemesinde, hakkın karşısına düşmektedir. Kur’ân hakkı esas alırken, felsefe kuvveti esas alır. İçtihad Risalesi’nde bu zamanın tahlili yapılırken felsefe ile siyasetin beraberce zikredilmesi, işte bu açıdandır.

Buna göre, açıkça haktan taraf olan biri, siyasete ve iktidara talip olamaz. Velev ki, bu siyaset, ‘siyaset-i İslâmiye’ olsun. Zira, burada bile, önce iktidarı ele geçirme, ondan sonra insanlara hakkı anlatma mantığı vardır. ‘Tepeden inme’ mantığı vardır. Bu mantığın sahipleri, bu yüzden, ‘inkılapçı bir siyaset-i İslâmiye’ fikriyle, siyasetle göbek bağını kesmiş ehl-i hakikatla fikrî çatışma halinde olmuşlardır.

Bir mü’minin, iktidarı ele geçirmeye çalışan bir teşebbüsün yanında yer alması, ‘İslâm adına’ bile olsa, temelinde yatanın ‘kuvvet’ unsuru olması dolayısıyla, ‘felsefî’ bir yaklaşımdır.

Bunun böyle olduğunu bilen birileri, bazı lâdinî kesimlerin ‘siyaset’i önceleyen İslâmî hareketlerden bu kadar korkmalarını garipserler. Bu konuda kitaplar bile yazmış bu insanlar, şu çözümlemeyi yapmaktadır:

İslâm adına siyasete girişen birileri iktidara gelse bile şeriat gelmez. Çünkü, esasen bir siyasî hareket olarak, iktidar hedefleniyor. Doğrudan doğruya iktidar hedeflendiği için de, ‘kitle’yi kendisine çekmeye çalışacaklardır. Bunun için de ‘taviz’ler verecek, yumuşayacak ve ilkeleri ikinci planda tutacaklardır. Velhasıl, böyle bir parti iktidara geldi diye şeriat iktidara gelmiş olmaz. Zira, sözkonusu parti bir ‘ilke’ olarak şeriatı değil; iktidarı, ‘ülke’ye hükmetmeyi birinci sırada tutmaktadır. O halde, endişeye mahal yoktur.

Böylesi sözlü veya yazılı çözümlemeleri izlerken, Hz. Peygamberin Mekke’nin reisliğini, yani ‘iktidar’ı reddedişi; hicretin ardından, ekseriyetinin mü’min olduğu Medine’de ise idarenin fıtrî bir şekilde müslümanların uhdesine verilmesi vâkıası hatırıma düşer. Ayrıca, "Siyasetin şerrinden sığınan" insanın, "Maksad-ı aslî siyaset yapanlarda din ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer" hükmü de, bu çerçevede biraz daha açıklık kazanır. "Güneşler gibi iman taşıyan sahabeler ve selef-i salihîn hariç, siyasetçi ekserce tam müttaki dindar olmaz. Tam ve hakiki dindar müttaki olanlar siyasetçi olmazlar" sözü bu sırra binaen söylenmiş olmalıdır.

Zira, Muaviye’nin günlerinden beri binlerce örneği sergilenen bir hakikat vardır: Gözünü ‘ülke’ye dikenler, ister istemez, ‘ilke’yi ikinci sıraya atmaktadır.*




* "Siyaset"in, bu arada bilhassa "devlet-eksenli düşünme"nin etraflıca ele alındığı bir çalışmamız için, bkz. bu sitede "Entellektüel Sayfa" içerisinde "Devletçilik: Bir Zihniyetin Anatomisi"

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut