Furkan sûresinden kalbe düşenler (I)

Mona İslam

32. İmdi, Hakkı inkara şartlanmış olan kimseler “Kur’an ona bir bütün olarak bir kerede indirilseydi ya!” diyorlar. Oysa, Biz onu sana böyle tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde belli bir düzen içinde ağır ağır vahyediyoruz ki onunla senin kalbini pekiştirelim.

KUR’AN, Ramazan ayında dünya semasına inzal buyuruldu. Sonra yirmi üç sene zarfında peyderpey, insanların kalplerine indirildi. Kalpler onu toprağın suyu içtiği gibi içtiler. Güçlendiler. Kainata meydan okuyabilecek, yerde iken arşı görebilecek hale geldiler.

Biz de Ramazanlarda hatimler yapıyoruz. Hayatımızın göğüne inen Kur’an’ı, yıl boyu oradan yavaş yavaş arzımıza, toprağımıza, kalbimize çağırıyoruz. Bir ayetin dünyamıza inişi de öyle çabuk olmuyor. Bazen bir hakikatin anlaşılması için yıllar geçmesi icab ediyor. Bu yüzden insanın düşe kalka yürüyüşü, hayat serüveninde bir kesintiye yol açmıyor. Sonunda hakikate erdiysek yoldaki tüm düşmeler ve yaralanmalar da bizim gazamızdan kalma nişanlarımız, kahramanlık hikayelerimize tebdil ediliyor. Bu yüzden günahlardan gelen pişmanlıkların moralimizi bozmasına izin vermemek lazım.

Onun için acele insanın en büyük düşmanı. Dünyanın fani oluşu, işlerin çokluğu bizde acele etmezsek yetişemeyecekmişiz duygusu uyandırıyor. Oysa Allah bize hakikate vasıl olacak yeterli ömrü muhakkak veriyor. Bu yüzden tembellik edecek kadar olmasa da, bir hakikati yaşamada nefsimize zaman tanımak gerekiyor. Çölde susuz kalmış adama su da yudum yudum içirilmez mi? Biz de aklımıza “inzal” olmuş ayetleri, kalbimize yudum yudum içirsek, “nezzele” kalıbında olduğu gibi yavaş yavaş, tertil ile okuyarak ve tertil ile yaşayarak indirsek ne iyi olacak…

45. Görmez misin (ey insanoğlu) Rabbin gölgeyi (akşama doğru) nasıl uzatıyor. Eğer dileseydi; hiç şüphesiz onu olduğu gibi bırakırdı; fakat sonra gölgeye güneşi yol gösterici kılmışızdır.

46. Ve sonra onu yavaş yavaş kendimize çekmekteyiz.

Gölge zannımca nefse remzdir. Gölgenin kendi zatında bir vücudu yoktur. O ancak sahibi varsa var olur. Allah’ın mutlak vücudu yanında nefisler gölgelerden ibarettir. Bu yüzden de nefsin Rabbine muaraza etmesi, gölgenizin sizinle dövüşmesi kadar gülünç bir iştir.

Gölge öğle vaktinde kişinin boyu miktarındadır. Bu ise kanaatimce insan ömrünün Hz. İsa’da olduğu gibi en erken olgunluk yaşına, 33. yılına tekabül eder. İkindi vakti ise gölge kişinin iki katına çıkar. Bu da Muhammedi kemal yaşı olan 40’a benzer. Ondan sonra yavaş yavaş zeval başlar, gölge azar azar tükenir.

Allah insanın ömrünün sonuna doğru nefsine de bir kemal verir. Kemalatın artışı 40’tan sonra durmaz elbet, ama ruh lehine döner. Ruh akıl başta olduğu müddetçe öğrenir, terakki eder. Ancak beden 40’tan sonra inişe geçer. Nefs de bedene bağlıdır ve ondan bir iç dairede bulunur. Bu yüzden bedenin zevali onu etkiler. Yüzünü ruha çevirdikçe o da inkişaf eder. Bedene döndürdükçe o da tedenni eder.

Yaşlılık zamanı mümin bir insan için hayatının en bilge dönemi olsa gerek. “Gençler bilse, yaşlılar yapabilse.” Yaşlılıkta hikmet artar, ancak amelde azalma olur. Fakat bu hikmet artışı bir dirhemlik amele bin bereket kattığından olsa gerek, mümin ihtiyarlar ay ışığı gibi olurlar. Ancak bunun için insanın ömür boyu güneşe yüzünü dönmüş olması şarttır. Çünkü ancak güneşe dönenler gölgelerini görmezler. Gölge görülmese de akşama doğru uzar. Nazarını vahye çevirmiş olanlar, kendileri farkına varmaksızın tekamül ederler. Oysa gözünü gölgesine dikenler onun asr vaktinde iki kat büyüyüşünden tekebbür devşirirler. Bu yüzden insan kemalinin farkına varmasa daha iyidir.

Gölgesine gözünü dikenlerin hali şuna benzer: Gölgeyi görmek için güneşe sırtınızı dönersiniz. Böylece gölgeniz karşınıza çıkar. Hatta bazıları yaşam boyu gölgelerini, nefislerini takip ederek yaşarlar. Oysa ben varken, O görülmez. Ben gidince, O zahir olur. Onun için kör olmaktan korkmadan güneşe dönmek lazımdır. Zaten kalpler güneşe dönmekle gözler gibi kör olmaz, bilakis kalp o ziyaya muhtaçtır. Velev ki Güneşler güneşine bir nazar için kör de olsak değmez mi? Behlüller* gibi bir tecelli sağanağında yitip gitsek kaç yazar?

Güneş aynı zamanda ruha da remzdir. Zira ruh emr-i ilahidendir, melekler gibi, hatta daha da ali olan insan ruhu daima nefis için yol göstericidir. Ruha ferah veren hiçbir iş yoktur ki, Allah ondan hoşnut olmuş olmasın. Ruhu daraltan hiçbir nefsani zevk yoktur ki, Allah onu haramdan, mekruha bir yasaklar hattı içinde saymış ve işaretlemiş olmasın.

“Onu yavaş yavaş kendimize çekmekteyiz” ifadesi ile Allahu Zülcelal hem ölüme, dünyadan berzaha, göçe, zeval ve fenaya işaret ederek, nefsin sonsuzluk tevehhümünü kırar. Zira bu tevehhümü eden nefs, bekayı kendinden bilmektedir. Oysa beka O’nun sıfatıdır. Ancak O’na ayinedar olanlar beka bulurlar. O halde nefs bekayı kendinden bildiği sürece zaildir, fanidir.

İkinci olarak da insanın tekamülü ile beraber aslında nefsin kendi namına yok olurken Hak namına var oluşu, kendi namına küçülür ve hakir olurken, Aziz namına izzet sahibi oluşu, küçülürken büyümesine işaret edilmektedir. İnsan nefsinden uzaklaştıkça Hakk’a yaklaşır. Bu da bizim yaklaşmamız değil O’nun bizi kendine yaklaştırması ile mümkündür. Nefs basamaklarında ilerledikçe, öğrenip yetiştikçe, adam oldukça, Benî Âdem olma şerefine hak kazandıkça, Rabbine yaklaşır. Kainatta insandan daha ziyade Rabbe yakın olan yoktur…

Bu Ramazan yakınlaştırılanlardan olalım, bir daha da hiç uzaklara düşmeyelim inşallah.

Uzaklık hasret, hasretten daha yakıcı bir ateş de bulunmuyor.

Belki cehennem bile hasretten inşa ediliyor, kim bilir…


* Behlül, Aşk-ı ilahiden deli olana denir. Allah bazen öyle bir cilve gösterir ki, kul onu kaldıramaz, aklını yitirir. Behlüller kullukta devam ederler fakat bu dünya ile bir bağları kalmamıştır. Dolayısıyla insanların sosyal hayatının icaplarını yerine getiremezler.

  24.08.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut