MİMLENMİŞ SATIRLAR-2
Ateş Tecrübeleri-II

Ali Dedeoğlu

MİMLENMİŞ SATIRLAR beni etkileyen ve bir o kadar da ezberimi bozan satırlardır. Allah nasip ederse bu güne kadar okuduğum ve içerisinde zihin alt yapımı oluşturan kitaplardan altını çizdiklerimi her hafta paylaşmayı düşünüyorum. Yazarların fikrine katılırsınız ya da katılmazsınız. Bu ayrı bir konu. Ama okuyacağınız her “mimlenmiş satırlar” yazısı zihni konforunuzu bozacaktır. Zihin konforunun bozulmasını istemeyenlerin bu yazılardan uzak durması benim tavsiyemdir.

Ama zihin konforu bozulmayınca hakikatlerde ortaya çıkmıyor. İsmet Özel’in dediği gibi “acı çekmek ruhun fiyakasıdır.”

Bu kadar girişten sonra yola devam etmek isteyenler için Ahmet Turan Alkan’ın Ateş Tecübeleri adlı kitabından çizdiğim satırların geri kalanı:

“Müslüman entellektüellerin artık kendilerini yılgınlığın mahpesine kapatan problemlerin fevkine yükselmeleri, kendilerine “mescid” olarak sunulmuş yeryüzünü yeniden kucaklamaları gerekiyor. İslam, sadece Müslüman Malezyalıların, Peştuların, Arapların, Farsların, Türklerin, Kürtlerin, Berberilerin, Boşnakların ve Hindlilerin değil, aynı zamanda putperestlerin, Hıristiyanların, Yahudilerin, Taocuların, Budistlerin de ‘fıtri’ dinidir ve onların da en az bizler kadar sulh ve selamete, adalete ve güzelliğe ihtiyacı vardır. İslamın antitezi Hıristiyanlık veya bir başka dini öğreti değil, insanı fıtratından uzaklaştıran savaş, zulüm, kıtlık, baskı ve çirkinliktir.”

“Batının bunalımı en azından yüz seneden beri yazılıp çiziliyor; artık kehanete ihtiyacımız kalmadı; Batı, sahip olduğu birikimle dünyanın yegâne hâkimidir ve üstünlüğünün askeri, siyasi, iktisadi ve ilmi boyutlarıyla bir ‘Firavn’ azametine erişti. Ne var ki sahip olduğu bu korkunç kuvvet, onun insana ve tabiata bakışını şaşılaştırdı ve neticede kuvvetini korumak ve arttırmak yolunda attığı her adımda--istemese bile-- ‘zulm’ü arttıran ‘şeddadi’ bir paradigma haline dönüştü. Batı, işte bu noktada İslam’ın diriltici soluğuna kesinlikle muhtaçtır. Yenidünyanın efendileri insana ve tabiata karşı şaşılaşan bakışını, İslam’ın adesesi ile düzeltmeye mecbur ve mahkûmdur. İslami ‘had’ ve vicdan ile Batılı eşya bilgisi barışmalıdır. Azametli ve şeddadi göstergeler, beşeri ve ergonomik boyutlarına geri çekilmelidir. Tabii kaynaklar ‘israf’ yerine ‘hüsn ü muhafaza’ edilmeli, insan, yeniden ‘Allah’ın yeryüzündeki halifesi’ mevkiine iade edilmelidir.”

“Halk, önceleri ‘asılacaksan İngiliz ipiyle asıl’ aforizmasını üretti, sonra ‘işleri dinimiz gibi sağlam, dinleri işlerimiz gibi çürük’ diyerek problem hakkında zihni bir berraklığa ulaşmaya çalıştı. Bilhassa Balkanların kaybından sonra zihinler yeniden bulanıverdi. Gavur girdiği yerden bir daha çıkmıyor, bâtıla kölelik etmesine rağmen ‘muzafferiyet’ hep onlarda kalıyordu. Artık geçici de olsa zihni bir berraklığa ulaşmak mümkün değildi, pratik zaruretler az zamanda ‘kendine acıyıcı ve olup-bitene teslim olucu’ bir tavra dönüştü, ‘Dünyasını seven ahiretten olurdu ve Allah sevdiği kuluna dünyalık vermezdi. Cennetin yolu viranelikten geçerdi. Dünya Hıristiyanların, ahiret Müslümalarındı. Zaten medeniyet dediğin bina ile zinadan ibaretti. Müslüman ya illetten, ya kılletten, ya zilletten hali olamazdı’”

“ Şehir, hürriyetin sona erdiği yerdir; paha biçilmez mücevherlerin bir çerçi boncuğu ile değiş tokuş edildiği yer.”

“Osmanlı devleti merkezi görünümü altında bir ırklar, dinler ve milletler federasyonu idi. Karşılıklı hak, ödev ve imtiyazlar bütününün bir arada tuttuğu bu federasyon, yaşama sebebini iç ve dış dengelerin hassasiyetiyle uzlaştırmasında bulmuştu. Osmanlı ordularının büyük çoğunlukla Müslim nüfusa dayanması, Osmanlı’nın ‘İslam devleti’ olduğu ve ‘İslamizasayon’ politikası izlediği gibi hatalı hükümlerin üretilmesine sebep olmuştur. Gerçekte Osmanlı devleti, Doğu Roma İmparatorluğu’nun Osmanlı hanedanı ile varlığını koruma enerjisini bulabildiği dönemlerde ve siyasi anlamıyla böyleydi”

“Siyasi çözüm talepleri, Kürt realistinin anayasaya ilave edilmesi ile ‘yatıştırılmış’ olmaz. Böyle bir anayasa operasyonu, Kürtlerin yanında Çerkezleri, Arnavutları, Lazları veya Boşnakları değil, bizatihi etnik Türkleri de bu anayasal çatı altında ‘taraf’ olmaya zorlar. Beşeri, sosyal ve tarihi tecrübemiz bize böyle bir denemenin bütün taraflar için felaket demek olduğunu ihtar ediyor.”

“Hayır, Türkler, bu ülkede sadece Türkçe’nin resmi dil olmasından başka hiçbir anayasal imtiyaza sahip bulunmuyorlar (kaldı ki o Türkçe imtiyazı dahi, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında devlet tarafından keyfi bir tasarrufa maruz bırakılmıştı).

Ayrıca devlet tarafından henüz çok yakın tarihlerde Türk unsurunun başta lisanı olmak üzere, inancına, tarihine, geleneklerine, devlet felsefelerine ve hatta kılık kıyafetlerine bile müdahale edilmiştir.”

“Bugüne kadar bizim iyiliğimizi bizden fazla düşünen ‘yönetici elitin’ kesin egemenliği altında yönetildik. Onlar bizi, bizim için ve bize rağmen yönetme inisiyatifini kıskançlıkla ellerinde tutarken, devlet kavramına duyduğumuz saygıdan ötürü bu durumu enine boyuna sorgulamayı aklımızdan geçirmedik. Buna karşılık bizi yönetenler, neticede kendilerinden çok bizi bağlayan, bizim geleneğimizi etkileyen ama bize hiç danışılmadan alınmış kararların sonuçlarını getirip avucumuza bıraktılar. Tabir yerindeyse yemeği onlar ısmarladılar, hesabı biz ödedik.”

“Malum olduğu üzere Sakallı Celal şöyle demiş.

‘Tanzimat ilan ettik olmadı, Meşrutiyet ilan ettik olmadı, Cumhuriyet ilan ettik o da olmadı; yahu gelin be defa ciddiyet ilan edelim, bakarsınız tutar!”

  28.06.2009

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut