Yaşasın, Müslümanlar da gerçekten laik!

Ali Dedeoğlu

DİYALOG ÇALIŞMALARINA katılıp, Hıristiyan din adamlarıyla görüşen birisinden dinlemiştim. İslam ve Hıristiyanlığa ait meseleleri kendi inanç düzleminden değerlendiren bir papaz, arkadaşımıza:

“Bir dinin hayatın her anına bu kadar müdahil olmasını anlayamıyorum. Din insanların hayatına bu kadar karışırsa kaos olur ve hayat çekilmez” demiş.

Dinin zaman içerisinde hayatın dışına itilerek folklorik bir öge gibi yaşamaya mahkûm edilmesini ve dolayısıyla kültürel bir değer gibi yaşanan zamana tutunmaya çalışmasını ifade eden çarpıcı bir tespit.

Batı dünyasının din algısının ipuçlarını veren bu düşüncenin, bir din adamının dudaklarından dökülerek hayat bulması, modernitenin insanlığı bir uçurumun kenarına bıraktığının en açık delillerinden biri.

Batı medeniyetinin kendisine alternatif oluşturabilecek her türlü sisteme, köy ölçeğinde bile uygulanma fırsatını vermeyeceği ehlinin malumudur. Modern ulus olgusu çerçevesinde İslam dünyası üzerinde birbirinden yalıtılmış bir biçimde, birbirine yabancı ve bir o kadar da bağımsız adacıklar oluşturulmuş. Bu adacıklarda sözümona İslam’ın hiçbir rengine tahammül edilmeyen suni tarihlerin oluşumu mevcut erkler vasıtasıyla teşvik edilmiş. Bu uğurda çalışanlar, mevcut sistemin en muteberleri arasında yerlerini büyük bir mutlulukla almış.

Bu çarpıtılmış tarih içerisinde gözlerini dünyaya açan nesiller ise, kadim ve sahih bir dine ait değerlerin varlığından bile habersiz, kaybettikleri büyük ufkun yerine ikame edilmeye çalışan sığ sularda boğulmamanın telaşını yaşıyor maalesef bugün.

Batı eleştirisi karşısında “zaman böyle ne yapalım diyenlere” söylenecek söz; “Bu toprakların çocukları Ben Hakikatim demeyi unuttukları günden beri yeni birşeyler söylemeye, yeni birşeyler ortaya koymaya çalışıyorlar, ama yaklaşık bir asırdır ne yeni birşeyler söylüyorlar, ne de yeni birşeyler ortaya koyuyorlar. Yeni birşeyler ortaya koymayı marifet addettikçe, o ortaya koyduklarını zannettikleri yenilikler, kendi dünyalarının değil, egemen dünyanın kabul ve takdir edebileceği lafazanlıklardan öteye gitmiyor” olsa gerektir.(1)

Öyleyse yola çıkmadan önce “hakikat benim” diyebilecek şahısların varlığı yolun güvenliğini sağlayacaktır.

Bugün hayatının her anını modern değerler üzerinden şekillendiren insanların, iş camiye gelince dinlerini hatırlamalarını oldum olası garipserim. Cuma namazını kılma imkânına sahip her insanın camiye girişleri ve çıkışları arasında inanılmaz farklılıklar var.

Huşu içerisinde adım atılan camiye giriş ve çıkışta inanılmaz bir zarafet ve nezaket var. Cuma namazının ilk sünnetinin kılınışından itibaren, dinini hatırlayan insanların hutbedeki imamın sesine kulak verip, söylediklerini başlarıyla onaylaması beni hep mutlu eder. Kılınan farzın arkasından camiyi terk eden bu insanlar kalabalık ve sıkışıklığa rağmen hiçbir bıkkınlık emaresi göstermeden, huzur içerisinde kapıya yönelir. Birbirlerini rahatsız etmeden yavaş adımlarla ve hatta bazen başkalarına yer vererek camiyi terk ederler.

İşte ne oluyorsa film bundan sonra kopmaya başlar.

Cami içerisine sıkıştırılmış inanç ve bunun getirdiği ruhaniyetin etkisinden kurtulmanın sonucunda realite devreye girer. Zamanın akışının sanki ters istikamete aktığı izlenimi veren, cami içerisiyle dışarısında farklı zamanların yaşandığı kanısını insanda uyaran bir tezattır bu aslında.

Verdiği söz yüzünden üç gün boyunca taş üstünde bekler nebi her türlü meşakkate karşı. Şimd yaşanan zaman ise, verilen sözlerin tutulmadığı bir zamandır. Öyleyse sen de tutma sözünü!

“Aldatan bizden değildir “der yüce nebi, aldatmak uyanıklıktır dışarıda; öyleyse sen de aldat!

Faizin her türlüsü ayaklar altındadır Veda Hutbesinin şahitliğinde, ama büyümek için paraya ihtiyaç vardır; öyleyse sen de bulaş faize!

Harama bakan gözlerin kalpleri körelttiğini biliriz, tek eğlencemiz televizyondur; ne yapalım namahrem vücutlarla sözde banyo! yaptırırız gözlerimize.

ÖSS sınavına hazırlanan gencin zihni dağılmasın diye tüm kızlar uzaklaştırılır çevresinden bir anne duyarlılığı eşliğinde; ne de sınav sonunda sanki bütün kızlar oğlumuzundur.

Bu ayrım o kadar keskin ki, ne caminin içindekiler ne de dışındakiler bunun farkında. Olay o kadar kanıksanmış ki, cami içerisinde dünyaya ait kelamlar edildiğinde içeridekiler sizi uyarıyor; “burada dünya kelamı konuşulmaz.” Cami dışındaysa dine ait mevzuları konuşmaya kalktığınızda en hafif tabirle dinci ya da daha kaba tabirle irticacı olursunuz onların gözünde.

Cuma namazını çok sevdiğim bir büyüğümle birlikte kılıp, dışarıya çıktığımızda sohbete başladık. Konu malum; ekonomik kriz...

Hoş-beş sohbetten sonra bana verdiği tavsiye cami içerisine sıkıştırılan kutsalın gölgesinde yaşadığımızı sandığımız hayata çok uygundu doğrusu.

“Aman dostum, ülkede işsizlik had safhada. İşine ve parana sahip çık.”

Yaşadığım şu ana kadar ne ailemden, ne aile çevremden, ne de dostlarımdan hiç duymamanın ızdırabıyla kıvrandığım bir söz vardı, aslında duymayı murat ettiğim.

Bana hiç kimse “Ne olursa olsun dostum imanına sahip çık” dememişti yüz yüze sohbetlerimizde.

Fethi Gemuhluoğlu’nun hayatına ait bir hatıra bizim hakikatin yamacından nasıl da uçuruma yuvarlandığımızın bir resmi gibi duruyor masamın üzerindeki kitabın sayfaları arasında:

“Eski yazıyla Kur’an okumayı bilmeyen annesinin okuyormuşçasına parmağını satırlar üzerinde gezdirip Arapkir yöresinin ağzıyla çağam diye seslendiği oğluna;

-(Oğlum) Allah bunun için az da olsa bir sevap verir herhalde deyişinde...”(2)

Sahi ne oldu bize; biz de laik hayat tarzına alıştık apansız böylece.

“Gökdelen Firavun’dan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyeti sembolü mü? Evet o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah tanımayan gücü geçer.”(3)

Biz geleneğimizin hakikatine güvenmediğimiz için onun hayatımıza nüfuz etmesine müsaade etmedik ve onun kuruyup hayatın dışına çıkışına sessizce seyirci kaldık.

Artık Batıya ait ne varsa bizde de var; onlarla aramızdaki tüketip farkını bile kapatıyoruz. Ne mutlu bize! Yaşasın yeni yaşam ve ona köle olan bizlere!..


1. Keşf-i Kadim, Dücane Cündioğlu, Etkileşim Yayınları

2. Küllenen İzler, Avni Özgürel, Etkileşim Yayınları

3. Huzursuz Bacak, Mustafa Kutlu, Dergâh Yayınları

  05.06.2009

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut