Arının öğrettikleri

Mona İslam

Nahl Suresi 65. “Evet Allah, gökyüzünden bir su indirdi, onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat verdi. Şüphesiz bunda dinleyecek bir topluluk için bir ders ve ibret vardır.”

BU AYETLE insanın hayata geliş mertebesine, anne karnındaki haline, mutlak acizlik mutlak bilgisizlik mertebesine işaret edilir. Allah insanı bir damla sudan yaratmıştır, ve o dünyaya gelirken sair hayvanatın aksine hiçbir şey bilmez ve her şeyi bu dünyada öğrenir bir mahiyetle gönderilir. Mutlak cehalet insanın mebdeidir. Su ile temsil edilen bu renksiz kokusuz, kendi mahiyetinde hiç olan ve hangi kaba girse biçimini alan, hangi organizmaya katılsa uyum sağlayan ünsiyet hali ile insanın var oluş haline bir göndermedir. İnsan su gibi gelir dünyaya.

Hayat insana su gibi içirilir. Burada insan yalnız “dinleme” makamındadır.

66. “Şüphesiz davarlarda da sizin için bir ibret vardır. Size onun karınlarından bağırsaklarla kan arasından, içenlerin boğazlarından kayıp giden katıksız bir süt içiriyoruz.

Burada vurgu fıtrata ve çekirdeğin fıtri yollarla filizlenmesinedir. İnsan doğar ve bebeklik çocukluk evresinden geçer, bu evrede haddi bluğa kadar öğrendiği her şey sütle temsil edilir. Saftır, katışıksızdır, fıtridir. Bir şefkat tarafından yetiştirilir. Beslenmesinin temeli ve merkezi bu temel öğrenme sürecidir, ki çoğu zaman ailede verilen eğitime bakar. Bunun için içilen sütün kalitesi nasıl boy ve kas yapısını etkiliyorsa, ailede verilen eğitimin kalitesi de insanın ruhsal gelişimini öyle etkiler. Bu ilim dikte edilen değil daha çok arz talep ilişkisi içinde acıktıkça ağlayan bebeğe süt verir gibi halle öğretilen, tedricen ve ihtiyaca binaen verilen bir manevi gıdadır. İnsanın bunda payı ancak süt emmede bebeğin sarf ettiği efor kadardır. Her gün yeni bir şeyler öğrenen çocuk sevinir, şaşırır, hayret eder ama henüz kafa karıştırıcı çeldirici bir unsur ona musallat olmamıştır. Ulemanın avam halka öğrettiği kıssa, hikaye, ders-i ibret nevinden meseleler de bu katışıksız süt makamındadır. Avam zihin süt çocuğu mesabesindedir, ona daha kompleks bir gıda, mesela baklava verseniz karın ağrısından başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden hangi mertebede, kime ne verileceği de ilme dahildir. Ama nasıl insan ebediyen süt içen bir çocuk olarak kalmazsa bu mertebede ilim de insana ebediyen doyurucu gelmez.

67. “Hurma ve üzümlerin meyvelerinden, hem sarhoşluk veren bir içki, hem de güzel, hoş bir rızık edinirsiniz. Şüphesiz bunda aklı olan bir topluluk için bir ders ve ibret vardır.”

Burada vurgu akladır. Bu mertebe akletme mertebesidir. İnsan artık sütle beslenme çağını geçmiş, haddi bluğa ermiş, çeldiriciler ve kafa karıştırıcılarla enfüsten ve afaktan muhatap olmaya başlamıştır. Artık elini taşın altına sokması ve bizzat aklederek okuyarak, sağdan soldan topladığı bilgileri meczederek, kendince sentezler yaparak, isabet ederek yahut yanılarak, tekrar tekrar baştan başlayarak kafayı çalıştırmak zamanıdır. Bu yorucu bir süreçtir ve bu süreçte insanın karşısına iki yol çıkar. Birisi aklı nefis hesabına kullanmak ve akledilmesi gerekeni akletmemek yönünde kafayı çalıştırmaktır. Bu da sanıldığı kadar kolay değildir, düşünmemek ciddi bir çaba ister. Medeniyetin sefih oyuncakları, koşuşturmaları, eğlence kültürü ve akıl çeldiricileri icadı üzümden ve hurmadan şarap yapmak kabilinden düşünmemeyi mümkün kılmak için sarf edilen çabalardır. Buradan giden sürekli şarapla beslenir ve müptela olur.

İkinci yol ise aklı müstakim dairede fıtrata uygun ve kalbin elinde kullanmaktır. Bu da bir emek işidir ama fıtrata uygun olduğundan ilkine nispetle daha kolaydır. Her iki halde de akıl efendi değildir, onun efendisi ya nefis ya da kalptir. Akıl daima bir alettir. Onun kullanan ele göre işler. Bu mertebede meyvelerin doğal hallerinde bırakılmadığı onlardan bir terkip yapıldığı ve insan unsurunun işin içine dahil olduğu sürece dikkat çekmek isterim. İnsan eli meyveye, yani doğada serbest bulunan bilgiye müdahale eder, onu evirip çevirir, ve kendi kullanabileceği bir hale getirir. Bu müdahale de hayır veya şer olabilir.

68. “Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin.”

Burası aklın son durağıdır. Buradan öteye teorik düşünme melekesi ile gidilemez. Refreften ve buraktan inilir ve Cebrail izlenir. Cebrail akl-ı selimdir. İnsan aklını geride bırakmasa dahi vahyin hükmü altına girmek durumundadır. Vahyin hükmü altına girmeyi kabul etmeyen akıllar buradan geri dönerler ve asla evc-i kemalata ulaşamazlar. Velev ki dahi olsunlar. Bu mertebede bize emredilen ilk şey bir ev edinmemizdir. Ev insanın durup yerleşeceği kullanacağı eşya ve aletleri barındıran, içinde korkudan emin ve maksadına vasıl olarak yaşayacağı bir yerdir. Ev edinmek hayati bir iştir. Zira insanın dünyadaki tüm çabası ve arayışı bir ev bulma bir yurt edinme arayışıdır. İnsan ancak evini bulduğunda sekinet sahibi olur. Yoksa rüzgarın savurduğu bir yaprak gibi kuvvetli her cereyanda savrulur. Bizim için ev Risale-i Nur’dur. Başka müminler için ev, başka mekanlar olabilir. Ayet dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları köşklerden derken, evlerin ve metodların çeşitliliğine işaret etmiştir. Ama bal mertebesinde bir ilme talipsek illa ki bir evimiz olmalı bir metodumuz bulunmalıdır. Bal seçkin ve az bulunan, edinilmesi için arı gibi çalışılması gereken bir ilimdir.

69. “Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin kolaylaştırdığı yollara koyul. Onların karınlarından çeşitli renklerde bir içecek çıkar, onda insanlara şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünecek bir topluluk için bir ders ve ibret vardır.”

Burası tefekkür mertebesidir. Ayet metninde “düşünme” fiili tefekkürle ifade edilmiştir. Tefekkür akletmeden yani taakkulden farklıdır. Akletmek bir önceki mertebeye sebep sonuç ilişkileri dahilinde teorik düşünme yetisine bakarken, tefekkür vahiy eşliğinde ve rehberliğinde düşünme melekesidir. Burada nedenselliklerin tümü illete bakar. İlmin kaynağı kainat değil vahiydir.İnsan aklederken ancak elindeki malzemelerle belli kombinasyonlar üretebilir, dolayısıyla olasılıklar belli ve sınırlıdır, oysa tefekkür size bir şeyden her şeyi yapan, ve nutfe gibi basit bir şeyden insanı yaratan mucizevi kudrete rabteder, ve böylece küçük bir malzeme size mülkü ve melekutu ile kainatın tüm sırlarını verebilir bir istidada gelir, hatta ötesi Zat-ı Kibriya’ya pencere açar.

Bir ev edinen insanın yapacağı şey elbette bütün gün evde oturmak değildir. Bir ev sahibi dışarı çıkar, sosyal ilişkiler yürütür, kültürel etkinliklere dahil olur, alış veriş yapar aldıklarını evine getirir, onları pişirir ve misafir davet eder, pişirdiklerini hem kendi yer hem misafirlerine yedirir. Bu yüzden bir metodu bir düşünce okulu olan insan da dışarı çıkar arı gibi çiçek ve meyvelerden polen toplar. Bunun için çok uzak mesafeler kat eder, çok çalışır çok yorulur, getirdiklerini kovanda muhafaza eder, sonra onları yutar ve midesinde bir kimyevi muameleye tabi tutar, öğrendiklerini bünyesinde pişirir. Bu muamele bilgi ile hallenme onu yaşama ve kendine ait kılma muamelesidir, sonra arı midesindekini kusar ve peteğe yerleştirir. Bizim afiyetle yediğimiz bal arının karnından çıkar. İnsanın hallendiği ilmi sair insanlarla paylaşması da bu nevidir. Kanımca Medrese-tüz Zehra bir bal yapma projesidir. Zehra çiçek demektir, çiçekler çoktur ve her birini görmek gerekir. Elbette insanlar ilgi alanlarına göre çiçekleri gezerler, kimi kırmızı çiçeklerden hoşlanır, kimi mavi, bu sayede ayette belirtilen çeşitli renklerde ballar üretilir. Kestane balı, çiçek balı, kekik balı, sakız ağacı balı vs gibi bal çeşitleri doğar.

Unutulmamalıdır ki bal bozulmayan tek gıdadır. Bu da zamanın aşındıramadığı bir ilme işaret eder. Bir Nur talebesi ne insanlık birikimini ne de seleflerimizin ilimlerini ıskalamadan her gün arı gibi çalışarak evine Risale-i Nur ekolüne polen taşımalı, seçip ayırmalı, hazmetmeli ve sunmalıdır. Elbette sunum en yakın daireden başlanarak yapılacak ve aynı evde oturduğumuz ailemizi evvelen verilecektir. Ötesi dağıtılmalı, infak edilmeli, misafirlere ikram edilmelidir. Ancak asla sadece Üstadın bıraktığını yiyen mirasyedilerden olunmamalıdır.

Ayetlerde dikkatimi çeken bir şey de süt ve balın karınlardan çıktığına işaret edilmesine rağmen hurma ve üzüm sularının böyle bir zikre medar olmamasıdır. Elbette hurma ve üzümden şerbetler yapmak için el müdahalesi gerekir ama bunu yutmak ve sonra karından çıkartmak gerekmez. Karından çıkarılan bilgi hallenilmiş bilgidir. Muhatabımıza göre ya süt mertebesinde sunulur ya da bal mertebesinde. Bu hikmetin iktizasıdır. Bu yüzden bir annenin çocuğuna öğrettikleri de, bir mütefekkirin talebelerine söyledikleri de ancak yaşanılırsa tesir eden şeylerdir. Oysa akletme ile ulaşılmış nazari bilgiler hallenilmeye ihtiyaç duyulmadan da aktarılabilir. Zira akıl eli müdahalesi o içeceğin terkibi için yeter sebeptir. Kalbe indirmeye lüzum yoktur, zira bu bilginin yerleşip kalacağı yer kalp değildir. Kalbe giren ancak Allah bilgisidir.

70. “Allah, sizi yarattı, sonra sizi öldürecek. Kimileri de ömrün en kötü durumuna ulaştırılır. Biraz ilim öğrendikten sonra,(öğrendiklerini unuttuğu, yeni) bir şey bilmesin diye(bunama çağına ulaştırılır). Kesinlikle Allah Alim’dir, Kadir’dir.”

Bu ayette iki şeye işaret edilir. İnsanın çeşitli mertebelerden geçen öğrenme süreci onu öyle bir noktaya getirir ki, bu noktada insan Allah’ın ilmi karşısında bildiklerinin bir hiç olduğunu idrak eder. “Seni hakkıyla bilemedik Ya Maruf” mertebesine ulaşır. Burası ilmi terk makamıdır. İlim böylece “tav’an” gönüllü olarak terk edilir. Bu bildiklerini unutmak demek değildir, ilimdeki nefsini Allah’a teslim etmek demektir. Kendini el-Alim’in arşına rabt etmektir. Ene’yi yırtıp hüveyi göstermektir. “Ben biliyorum” dan “O bilire” geçmektir.

İkincisi ise hepimizin şahit olduğu yaşlılıktaki unutma ve bunama sürecidir. İnsan edindiği bilgi sayesinde kendinde bir güç ve kudret tevehhüm eder. El hak bilgi güçtür. Ama tek Kadir olan Allah’tır bu yüzden ilim de ona aittir. Kul gönüllü olarak ilmi terk makamına ulaşamadı ise ilminde nefsine bir pay biçiyorsa bu noktada Cebbar olan Allah ondan ilmi alır. Bu kulun tek Alim ve Kadir’i tanıması içindir. Cebren de olsa bir öğretme sürecidir. Ancak her iki halde de kul ister gönüllü olsun, ister olmasın ona cehalet makamı geri verilir. Ve o yaratıldığı anki haline geri döner. Zira Allah’tan gayrı Alim ve Kadir yoktur.

71. “Allah bazınızı bazınıza rızık konusunda üstün kılmıştır. Kendilerine fazla verilenler, rızıkları emirleri altında bulunanlara vermiyorlar ki, böylece onların hepsi onda eşit olsun. Şimdi, Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar?”

Kanaatimce ilim en büyük rızıktır. Bu pencereden ayetleri okumaya devam edersek, bazımızın öğrenme ve ilim edinme kapasitesinin ve çevresel şartlarının bazımıza eşit olmadığı apaçık anlaşılır. Bu ebeden böyle olsun diye murad edilmemiştir. Bilakis Allah’ın muradı ilim sahiplerinin ilmi başkalarına da vermesi, ve bununla insanlığın ortak bir ilim seviyesine yükselmesidir.

Allah herkese eşit miktarda rızık vermez. Zira ister ki kulları birbirini sevsin. İnsan ihsana perestiş eder. İhsan eden ele hürmet ve muhabbetle mukabele eder, öyle yaratılmıştır. Bu yüzden Allah sevdiği kullarına onları sair kulları da sevsin diye rızkı bol verir de paylaşsınlar. Paylaşılınca da karşılığında muhabbet alsınlar. Yoksa herkes sadece Allah’a yönelir ve birbirine zerre miktar sevgi duymazdı. Oysa Allah mahlukatını sever ve sevilmelerini ister. Allahın sevdiklerini sevmemek ve “ben yalnız Allah’ı seviyorum” demek büyük bir yanılgı olsa gerek. Kendi kalbime bakarsam benim kalbim nerede ilim ve hikmet varsa ona yöneliyor. Buradan da anlıyorum ki Allah’ın Alim ve Hakim isimleri beni bir incizapla çekiyor. İlim ehline ve hikmet sahiplerine meftun ediyor. Demek Allah da o kullarını çok seviyor. Onlara ait olmamaklığı bilinmekle beraber o rızkı onlardan veriyor, tablacılara da muhabbet besletiyor. “İnsanlara teşekkür etmeyi bilmeyen Allah’a şükredemez” hadisinin muhatabı yapıyor. Teşekkürün alası olan muhabbeti halk ediyor. İnsan dahi ilmin sahibi olmasa da ilme duası ve kesbi olmakla sevilmeyi hak ediyor.

İnsanlara sunulabilecek en değerli rızık kendisinden fayda umulacak ilimdir. Zira mal mülk kabrin kapsına kadar eşlik eder ama Allah’ı bilmeye götüren ilim öyle değildir. Onun arkadaşlığı berzahta ve mahşerde ve sıratta devam eder. Haddi zatında bütün bu alemler de dünya gibi birer okuldur. Oralardan geçerek öğreneceğimiz şeyler vardır. İnsan bu dünyaya taallümle tekemmül için gönderilmiştir.

Bunun reddi halinde insan Allah’ın nimetini kendinden bilme nankörlüğüne düşer. Nimeti inkar küfürdür. İlim sahibinin de bu ilimle fahre kapılması, kendinden bilmesi, nefsine bir sermaye ve bir şöhret menbaı olarak ilmi kullanması ilme yapılan en büyük hakarettir. O Karun gibi “Bu bana bendeki bir ilim sayesinde verildi” demekte onu paylaşmayı reddetmektedir.

Öylesi Karun gibi yerin dibine batsın!


Not: Bunlar ayetlerden benim kalbime gelenlerdir, dileyen paylaşır dileyen reddeder.

  09.04.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut