Temiz hava, bol gıda

Mona İslam

TELEVİZYON SEYREDİYORUM. Hangi kanalı açsam karşıma olumsuz bir manzara çıkıyor. Baskınlar, yakalananlar, tutuklananlar, ele geçirilen belgeler, kurulan tuzaklar, açılan davalar yüreğimi demirden bir pençe olup sıkıştırıyorlar. Nefesim kesiliyor. Dışarıda bir yerlerde sürüp giden gizli bir savaş var ve ben korkuyorum.

Fenalaşmama sebep olan televizyonun düğmesini kapatıyorum. Evime bakıyorum. Her şey yerli yerinde, huzurlu bir sessizlik var. Her şey tanıdık, enis. Eşyalarımı inceliyorum tek tek. Yıllardır benimle olan bu melekler benim muhafızlarım, özellikle perdelerim birer gardiyan gibi kuşatıyorlar camları, örtüyorlar beni, gizliyorlar. Dışarıdaki karanlığın evime girmesine engel oluyorlar. Perdelerimi ve onların müekkel meleklerini selamlıyorum. Kapıma bakıyorum sonra. Bu kapı ile dostlar içeri giriyorlar, yabancılar ve tekinsizler bu kapı ile dışarıda tutuluyorlar, bir selam da kapının meleğine çakıyorum.

Sessizliği dinliyorum öylece. Huzur veren bu bilgeyle tanışalı çok oldu. Önceleri onu boşluk, hiçlik sanır, gelmesine tahammül edemezdim. Mutlaka bir ses olmalıydı, bir gürültü, bir nefes, bir hareket. Ama sessizlik dost olduktan sonra hayatımın en güzel unsuru oldu. Bu serinkanlı dost, anlaşmak için kelimelere ihtiyaç duymaz. Onun kulağınızdan giriveren, kalbinize usulca doluveren bir sesi içinde mündemiçtir. Sessizliğin sesi vardır. Ve bu kalbinize yerleşirse adına sekine derler.

Yine de bırakıp sevgili arkadaşımı, haylaz bir yavru köpeğe benzeyen nefsimi dinliyorum. O koşmak, atlamak, zıplamak, koltuk tepelerinde gezmek, daldan dala sıçramak istiyor. Hareket istiyor. Sayısız havlamaları ile etrafı gürültüye boğmak istiyor. Gürültüsünü şarkı sanıyor, herkes ondan hoşlanırmış gibi uzun süre suskun kalamıyor. Koşup oturuyor bilgisayarın başına. Dikiyor kulaklarını. Bakalım neler var haber sitelerinde. Son dakikalar, flaş haberler, son yorumlar, renkli, cafcaflı, merak uyandıran, eğlenceli. Ona “Merak şeytandandır” diyorum. Bana havlıyor. İçten içe onu sevimli buluyorum, bırakıyorum ne isterse yapsın. Hoşuna gidiyor bu. O tıklıyor haberlere, ben tıkanıyorum. O açtıkça pencereleri, ben kalbimin ışıklarını tek tek söndürüyorum. Okudukça tüm dünya kararıyor. Rahman unutuluyor. “Dünya berbat bir yer” diyor bana köpek dilinde. Canı sıkılıyor onun da. Bana bakıyor “bir cevap bul” der gibi. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Sanki ekrandan bir zehirli gaz üflemesine maruz kalmışım konuşamıyorum, düşünemiyorum.

Derken zahiren bir arkadaşımdan, batınen Rahman’dan bir mesaj geliyor telefonuma. Besbelli ki üzülüyor elim kolum bağlı karanlıkta kalışıma, uyuşup çukura yuvarlanışıma. Mesaj şöyle diyor “Bu gece kandil için dershanede toplanıyoruz sen de gel.” “Aa diyorum üç aylar gelmiş haberim yok”. Hiçbir haber sitesinde rastlamadım bu habere. Ama ne kadar büyük bir ıska bu. Böyle bir haberi nasıl atlarlar. Deli mi bunlar? Nefsim yine su koyveriyor. “Off ne gideceksin gece gece, sen zaten kalabalığı sevmezsin”diyor. Kararsızım. Her zaman yaptığımı yapıp Kuran’ı elime alıyorum. Açıyorum, karşıma “Şura beynehüm” (aralarında meşveret ederler) ayeti çıkıyor. Bir daha deniyorum bu kez” va’tesemu bihablillahi cemian” (Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın) ayeti ile karşılaşıyorum. Cevap açık gitmeliyim. Daveti Rahman veriyor, gitmemek olmaz.

Zile basıp selam verip içeri giriyorum. Burası Ashab-ı Kehf’in mağarası. Burası kendini kitabelere adamış olanların sığınağı. Burası beyazlara bürünüp gelinen yer. Burası göksel sofranın indirildiği mekan. Allah’ın takva ve ihlasla yükseltilmiş, yalnız ona adanmış evlerinden biri. Yüzleri çiçek çiçek açmış, gülümseyen muhabbet ehli insanların mekanı.

Mevleviler der ki, “Bazıları tenezzüh ve temiz hava için kırlara çıkar, biz ise Sema Meydanına geliriz”. Aynen bunun gibi, biz de temiz hava almak için, ciğerlerimiz bayram etsin diye, oksijen çadırına girmiş bir astımlı gibi giriyoruz dershaneye. Güzellikleri koklayıp, umudu yeniden kuşanıyoruz. Her birimizin hissesi var burada yenilip içilen göksel sofrada. Zira Hz. İsa’nın buyurduğu gibi biliyoruz, “İnsan sadece ekmekle doymaz, insan Allah’ın sözleri ile de doyar”. Biz de karnımızı doyurur gibi doyuruyoruz kalbimizi, ruhumuzu, aklımızı, hayalimizi, sırrımızı bu Allah evinde. Ve dağılıyoruz yeryüzüne tozlaşan çiçekler gibi çoğalmak için. Dolaşıyoruz arzın aktarını, kirleniyoruz, gönlümüz rahat yeniden temizleneceğimiz mekanı biliyoruz.

Üç aylar gibi, mübarek geceler gibi Allah’ın günleri vardır. Bu günler arınma ve temizlenme günleridir. Onlara girmiş bulunuyoruz. Allah zamana tecelli ettiği gibi mekana da tecelli eder. Allah’ın seçip ayırdığı, kutsadığı zamanlar gibi mekanlar da vardır. Mescid-ül Haram gibi. Medine –i Münevvere gibi, Beyt-i Makdis gibi. Allah için yükseltilmiş ayetin beşaretine nail olmuş evler gibi. Hz. Musa İsrail oğullarına emrediyordu, “Evlerinizde mescidler kurun” Biz de o emre halen ittiba ediyoruz. Mescidler kuruyoruz, her ayak bastığımız yerde. Yeryüzünü mescid yapmayı böyle anlıyoruz. Allah temizlenenleri sever biliyoruz. Biz de bu mescidlerde temizleniyoruz.

Bu mescidler gönlümüzün matbahlarıdır (mutfak), yine Mevlevi dervişlerinin söylediği gibi, bu matbahlarda yemek değil adam pişirilir. Allah adamlarına Rabbaniler denir. Onlardan olabilmek duasıyla…

  22.02.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut