Menzile giden bir gemi kalkar bu limandan...

Derya Güney

YAŞANAN HER dakika, bir sonraki dakikayı peşine takıp getirirken, insan, daimi bir seyir halindedir aslında. Kimileri akıntıya kapılmış bir saman çöpü misali, oradan oraya çarpa çarpa devam eder yola. Kimileri ise, kendilerine verilmiş imkanları, birer kürek misali kullanıp, ulaşmayı ümit ettikleri sahile doğru yol alır. Menzillerine ulaşırlar mı? Yoksa yolculuk durakların birindeyken son mu bulur? Ya da her şeye rağmen, beklenmeyen başka bir sahilde mi bulmuşlardır kendilerini? Bunların hepsi mümkün. Şu dünyaya gelmiş geçmiş bunca insanı, tek tek sorup soruşturma imkanımız olsa, bu ihtimallerden herbirine uyan hayatlar çıkar karşımıza. Kendi hayatımızın da hangi şıkka uygun bir biçimde nihayetleneceğini de bilemeyiz kuşkusuz. Lakin gelip geçen her hayatın ardından gelenlere öğrettiği şey, herkesin “yolda” olduğudur.

Upuzun bir ömrü, nübüvvet nişanıyla ve aynı zamanda onun getirdiği sorumlulukla yaşamış kutlu kaptan gelir aklıma, ne zaman yolda olduğumun idrâkinden uzak düşsem ya da hayat pusulamı okumakta zorlansam. O kaptan ki, etrafta yüzdürecek bir su birikintisi dahi bulunmadığı halde, Rabbinden aldığı emir üzere inşa etmeye başlamıştı gemisini. Üstelik sadece geminin inşasıyla mükellef olduğunu biliyordu. Onu yüzdürecek denizi göndermek Rabbinin işiydi. O Rab ki, her şeye gücü yetendi. Ve onunla aynı “yolda” olan bir avuç insan, her bir tahtasını, her bir çivisini bileklerinin değil, gönüllerinin gücüyle yerleştirmişlerdi gemiye.

Ve nihayet, geminin yapımı bitmiş, bir kez daha Rabbin vaadinin hak olduğunun tasdik edileceği o “büyük gün” gelmiştir. Yer ve gök Malik-ül Mülk’ün emri üzere, sudan bir dünya yapıvermişlerdir kısacık bir zamanda. Gök suyunu boşalttıça boşaltmış, yer ise cilâsı bol bir çanak olmuş âdeta; bir zerresini bile yutmamış gönderilen suyun. Su hükümranlığı sürerken, gemi, asıl hükümdârın izniyle, suları altına alıvermiş. Yer su... Gök su... Ova su... Vâdi su... Yol su... Yolculuk, suyun üzerinde çıkılan bir yolculuk.

O kutlu kaptan güvertenin kıyısında, ellerini yerin, göğünve dahi ellerinin sahibine kaldırıyor gözyaşları içinde. “Rabbî enzilnî münzilen mübâraken. Ve ente hayr-ul münzilîn.* Rabbim! Beni mübarek bir menzile ulaştır. Menzile ulaştıranların en hayırlısı sensin”

Evet, şimdi dua zamanıdır. Çakılan çivileri yerlerine raptedecek ve gemiyi tüm ihtişâmıyla salınan dalgalardan koruyacak olan bir mübârek sözdür dua... Kaptanın hem dümeni, hem pusulasıdır duası... Ve sahil-i selamete ulaştıracak olana bir sesleniştir dua... Dua, sükut eden sebepleri emre amâde kılandır. Dua, kutlu bir yolda olmanın ve o yolda hakikatin izini sürmenin teminatı. Dua, bir niyetle kuşanmak:kutlu bir yolda olabilme niyetiyle....

O gül yüzlü Rasul (sav) de, ondan önce aynı yolun yolcusu nice rasuller de, hep duanın mührüyle mühürlemişler an be an hayatı. Mübarek Kur’an ayetlerinde anlatılan Hz. Nuh’un duası da, büyük, küçük, dünyevî, uhrevî bir menzile ulaşma çabasında olanlar için, hakîki menzili hatırlatan ve ona kavuşturacak olanı kavratan bir dua. Annenin babanın, gencin yaşlının, öğrencinin öğretmenin, sağlıklının hastanın, zenginin fakirin, yazanın okuyanın duası... Hangi sıfatla anılırsa anılsın, hayat yolculuğunda yol almakta olduğunun idrâkinde olanların duası. Hayatın fırtınalarına, girdaplarına kapılıp gitmekten ve yolunu kaybetmekten korkanların ve fakat yine de yelken açmaktan çekinmeyecek kadar cesur olanların duası.

Rabbimiz! Bizi mübarek bir menzile ulaştır. Şüphe yok ki, menzile ulaştıranların en hayırlısı

Sensin!


* Mü’minûn Sûresi, 29

  25.09.2008

© 2021 karakalem.net, Derya Güney



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut