Tükendiğin yerde bırak, git...

Mona İslam

KUR’AN DERSİNDEYİZ, her zaman olduğu gibi asistanlık işime devam ediyorum, henüz hocalık yapacak kıdemde değilim. Dersin asıl sahibi gecikiyor. Kur’an aşıkları bana sen başla diyorlar. Hazırlıksızım, bilmediğim kelimeler çıkabilir, çeviri yapmalıyım. İş başa düştü deyip kolları sıvıyorum, elime Mübarek Kur’an’ı alıyorum, ciğerlerime Hz. Ali’den meded isteyip bir nefes alıyorum ve Euzu besmele çekiyorum. Allah yaralı kalbime şifa vermek, dikkatimi tam toplamak maksadıyla dersi bana yaptırıyor. Adeta “Bu ders senin için; gözünü, kulağını, kalbini aç, dinle” diyor.

Ayetler Hûd suresinin ayetleri, Lût kıssasını bitirmek üzereyiz. Medyen kıssasına geçiyoruz. Ayet önce bize Medyen toplumunu anlatıyor. Anlatımın içinde ism-i Rahîm ve Vedûd geçiyor. Malca varlıklı bu toplumun belli ki azab kendilerine gelmeden önce Rabbin sınayacağı işleri var. Onların hem eylemlerine, hem kalplerine bakacak. Külli bir kontrolden geçecekler, onlarda bir güzellik taraması yapılacak. Bir parça bile bulunursa ihya olacaklar. Başlarına talih kuşu konuyor, haberleri var mı acaba?

Rabb önce onlara kendi isimlerine layık şekilde yöneliyor. Rahmet ediyor, şefkat gösteriyor, nebi yolluyor. Gerçekten de Kur’an’da defaatle rastladığımız bir hakikat bu. Rahmet vahiyle sembolize ediliyor. Vahiy rahmetin zirvesi. Allah sizinle konuşuyor. Demek insanın en çok ihtiyacı olan şey vahiy. Sudan havadan daha büyük bir nimet vahiy insan için, toplum için. Ruhun hayatı için. Demek Rabbimizle konuşmaya, sohbet etmeye bu kadar muhtacız. Ve Allah rahmetini müjdeleyen rüzgarları gönderir gibi gönderiyor vahyini üfül üfül. İndiriyor şefkatini çisil çisil yağmur gibi. Önce Şuayb’a, sonra Medyen’e.

Sonra Vedud ismi ile tecelli ediyor Allah onlara. Rahmet inzal buyurulan, yukarıdan aşağı bir ikramı temsil ederken, Vedud ismi bizi Rabble karşı karşıya getiriyor. Aşık-maşuk ilişkisine sokuyor. Muhabbet bize karşısında bir makam veriyor. Hiç olduğumuzu bile bile, her şeyi ondan almışken bize bir değer biçiyor, seviyor. Allah kendini sevginin kaynağı, gözesi olarak tarif ediyor. Nil-i mübarek geliyor aklımıza, Dicle ve Fırat. Tüm bu nehirlerin kaynadığı, fışkırdığı yeri düşünüyoruz. Göze, kaynak, saf ve temiz su, buz gibi. Harareti kesen, susuzluğu gideren, arzuyu doyuran, özlenen, beklenen, her dem ihtiyaç duyulan bir nimet. Hiçbir şey onun yerini tutmaz. Nehir aktıkça su bulanmaya başlıyor, içine kirler, çöpler karışabiliyor, kaynaktan uzaklaşıldıkça su içimi kötü, belki çamurlu, belki kokulu bir hale geliyor. Tıpkı mecazi aşklar gibi. Allah’ın dışında sevdiklerimiz, aşık olduklarımız, susuzluğumuzu gidermeye çalıştıklarımız gibi. Kimi temize yakın, kimi ufunetli sular gibi. Meşrubatlar gibi, gazlı içecekler gibi; bazısı şifalı bitki çayları, bazısı taze meyve suları, bazısı ne idüğü belirsiz muzır mayiler gibi. Saf ve temiz kaynak suyunun yerini tutmasalar da onları içmekte ısrar ediyoruz. Kaynak çok uzakta sanıyoruz. Susamışız başka çare yok yudumluyoruz, bulanık sıvıları, yerleştiriyoruz koynumuza mecazi aşkları.

Vedud ismi karşılıklılık içeriyor aynı zamanda. Seven ve sevilen. Seven bünyesinde sevgi olduğu için seviyor. Kaynaktan sonsuz bir ışımayla yayılıyor sevgi, göz kamaştırıyor güneş gibi. Yansıdığı yer minicik bir gezegen de olsa, ay gibi minik bir uydu da olsa, ışığın bir yerden geri dönmesi gerek. Karadelik gibi kör noktalar, ışığı yutarlar. Güneşimizden çok daha büyük güneşler minicik bir top büyüklüğünde bir kara delik tarafından yutulabilir. Bunun içindir ki, sevgi azıcık da olsa yansıtılmak ister. Aynı şiddette olmasa da, mukabele bekler. Hiçbir şey olmasa, sevildiğine memnuniyet ve şükür bekler. Layık olmayana, talep etmeyene, ihtiyaç hissetmeyene verilen sevgi de böyledir. Medyen’e Allah sevgi yolluyor her gün, doğan güneşle birlikte. Ama onlar ısrarla ardlarına atıyorlar Allah’ı. Görmezden geliyorlar. Yok sayıyorlar. Hesaba katmıyorlar. Sabrediyor sevgi, uğraşıyor, didiniyor. Vazgeçmek istemiyor. Ama bir an geliyor ki artık dönüşü olmayan bir karadelik gibi yutuluyor sevgi de. Kalmıyor. Yok oluyor. Bir acı sayha yolluyor Allah, aklıma aşıkların ayrılık acısıyla attıkları çığlıkları, inlemeleri getiriyor, Medyen canları çıkmış şekilde diz çöküyor. Sevginin mihrabında diz çökmeyenler, gazabınkinde ister istemez diz çöküyorlar. Allah sevgisini layık olana yöneltiyor. Bu yüzden kurtarıyor biricik kullarını, sevdiklerini şehrin başına çöken gazap meleklerinden. İsmi-i Rahîm ve Vedud’u onlara hasrediyor. Zira onlar sevilmeyi istiyorlar, sevgiye kayıtsız değiller, En sevgiliyi ardlarına atmıyorlar. Ona kullukla ve aşkla mukabele ediyorlar. Kalpleri şükür ve sevgi dolu.

Vedud isminin yansıdığı her yerde bu böyle sürüp gidiyor. Siz bir noktada tutunmak isteseniz de bazen orada kalmak mümkün olmuyor. Zemin kaygan ve soğuk biz buz kütlesi ise orada ne tohum atılıyor, ne ağaç yeşeriyor. Hayat duruyor, sevgi ölüyor. O takdirde sevgiyi muhafaza sizi manen öldüren, ademe atan bir hale geliyor. Karşınızdaki bir karadelik ve sevgi verdikçe sizi yutuyor. Ölüm-kalım savaşı bu. Ya siz öleceksiniz ya o. Ya Şuayb gidecek, ya Medyen. İşlerin son noktasına gelindiğinde iman ve küfür kadar, cennet ve cehennem kadar ayrı düşebiliyor insanlar. Bir gün Cibril iniyor yere ve kanadını vuruyor, vahyin hakikati size alakanızı kesmenizi, terk etmenizi, kalbinizdeki liyakatsiz sevgileri kurban etmenizi, söküp atmanızı emrediyor. Çoğunlukla rahmetle gelen vahiy meleği bu kez öfkeyle geliyor. Vedud ismi Kahhar ismine dönüşüyor.

Allah bizden Rahîmiyetine mukabil ubudiyet, Vedudiyetine mukabil aşk istiyor. Ubudiyet amellerimize, takvamıza bakarken, muhabbet gönlümüze bakıyor. Adeta kulluğumuzun eksiklerini aşkla kapatıyoruz. Getirdiğim şeyler incik boncuk, değersiz biliyorum, ama sana kalbimi getirdim, daha değerli bir şey bilmiyorum diyoruz. Allah kalplerimize hulul ediyor. Allah kalplerimize yerleşiyor. Allah kalplerimize sığıyor. O kalplerimizi doyuruyor. Suyu kaynağından bir kere içen, bir daha bulanık sulara asla iltifat etmiyor.

Kalbimde ism-i Vedud bir çiçek daha açıyor.


Not: Allah ile ilgili kullandığım kavram ve teşbihler Kur’an yahut hadis kaynaklıdır. Hatamız varsa Rabb affetsin. İsm-i Rahîm’den çok Vedud ismine ağırlık vermiş olmam benim mizacımla, bende yansıyan isimlerle alakalıdır. Elbette ism-i Rahîm daha az görkemli değildir. Ancak benim görüşüm kısır ve dar. Ben hayata Vedud’un penceresinden bakıyorum, bana kainat o pencereden daha güzel gözüküyor. Kimbilir, belki benim ism-i Azamım budur...

  20.08.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut