Geçmişte ya da geçmiş ile yaşamak

Zehra Sarı

KİŞİ, GEÇMİŞ de yaşadıkça, hakikat adeta haykırıyor: "Geçmiş geçti, gelecek ise henüz gelmedi, sen bugüne bak!" diyor.

Tam geçmişteki bir olayı, bir hatırayı, bir şahsı düşünüp, ona selam vereceği anda aynı cümle: "Geçmiş geçti, gelecek ise henüz gelmedi, sen bugüne bak."

Kaşları çatıldı, yüzündeki tüm kaslar gerildi, gözlerinden yaşlar boşaldı boşalacak; içinden ama'lı, keşke'li cümleler döküldü dökülecek, yine aynı cümle; "Geçmiş geçti, gelecek ise henüz gelmedi, sen bugüne bak."

İnsanın kalbinin bir yerlerinde, çok sevilen müzik kutularına benzer bir kutu içinde sakladığı, geçmiş zaman hatıralarını, geçmiş de ki sevdiceklerini, uzak düştüğü arkadaşlarını, ahbaplarını, eskiden dost olduklarını, eskiden dostu olduklarını vs. ara sıra o kilitlediği kutusundan çıkarıp, okşayıp sevmesi; bir nevi geçmişte esir olmaktır; geçmişin esaretin de yaşamaktır. Kişinin gönül hapishanesinin gardiyanı, hatıra arşivinin bekçisi olmasıdır.

Her sabah ya da her akşam yahut günün belli zamanlarında veyahut hayatın değişik anlarında, o saklı kutuyu açıp, ondan yansıyanlarla gülmek veya ağlamak...Geçmişten bahsederken, şimdiki zaman kipinde anlatmak anlatacaklarını ve dolayısıyla şimdiki zamanı da gelecek zaman kipinde kullanarak anlatmak.."An" diye birşey bırakmamak geride. Ve öylesine yaşamak geçmişin esaretinde.

Böyle olunca geçmiş, hiç tam manasıyla geçemiyor. Duygulardan, akıllardan, kalplerden hiç çıkartılamıyor.Geçmiş hep, kişinin yanında, kişiye "bugün" gibi yakın oturuyor..

Peki geçmişi bize bu kadar yakın eden, o geçmiş de bir türlü bizden geçemeyen ne olabilir? O geçmişte isteyip de kızamadığımız kişiler olabilir, hani hatırladıkça gözlerimizin yaşlarla dolmasına sebep olan. Ya da bizi sarsan olaylar, hadiseler olabilir. Ya da elde edilen büyük başarılar, atılan önemli imzalar da olabilir. Ama yine de bilinmesi gereken bir şey var ki; hepsi geçti, etkileri, neticeleri şu an'ımızda olabilir, ama o an'lar geçti, dün oldu, hatta bir önceki gün oldu, hatta ve hatta daha önceki günler oldu, yakın geçmiş bile değil, uzak geçmiş oldu. Biz ise şu an; bugündeyiz, bugünü yaşıyoruz ve bugunden sorumluyuz, onu nasıl geçireceğimizden, onunla nasıl muhatap olacağımızdan sorumluyuz. Geçmişten ise istiğfar ve tevbelerimizle nurlanan kısımlarının haricinde kalan sahnelerinden sorumluyuz sadece.

Gizli saklı kutumuzdan çıkarıp, her gün bir tohumu sular gibi sulayıp, büyüttüğümüz anılarımızı, olaylarımızı, yaşamışlıklarımızı, yaşanmışlıklarımızı, incinmelerimizi, incitmelerimizi, sevinçlerimizi, sevindirdiklerimizi vs.. belki de bu istiğfar ve tevbe sularıyla sulamış olsaydık (kendimizden zannedip, sahiplendiklerimiz için de) onlar bugünümüze bu denli hakim olamayacaklardı. "Settar" isminin mutlak örtüsü altında, üzerleri örtünmüş olacak ve ebediyyen uyuyup, kimsecikleri rahatsız etmeyeceklerdi, hiç bir duyguya dokunmayacaklardı, hiç bir damara basmayacaklardı, hiç bir gözyaşı tanesini yanaklardan akması için harekete geçiremeyeceklerdi.

Bu düşünceler içindeyken okudum 13. Lem'a’nın "Allahu Ekber" ile ilgili kısmını. Ekber olan Allah'a sığınan için O; kişinin düşündüğünden daha Settar, daha Tevvab, daha Gafur, daha Rahim'di. Kişinin tasavvur edemeyeceği kadar daha, daha, daha... Her isim açısından daha. Kalplerde ki geçmiş de kalma, adeta bugünü dünde yaşama, dün ile beraber yaşama, gün de dünden kopamama desisesini susturacak kadar daha. Okuduğum bölüm "İlaçtır tüm bunlara Allahuekber" diyordu adeta. Allah Kebir değil, Allahu Ekber idi. Kişi nerede sıkıştı ise o noktadan daha büyük, onun daha üstünde, daha daha üstünde demekti Allahu Ekber. Ancak Allahu Ekber; şeytanın, bu geçmişi sildirmeme, her an geçmişi, geçmiş de ki olayları, kişileri, hadiseleri hatırlatma desisesini susturabilir ve susturup hakiki bir cevap verebilir. Ve bu; öyle bir cevap olur ki; hem akla, hem kalbe, hem fikre şifa olur.

Allahu Ekber... Kişinin "Çözülmez, çok karışık, çok çetrefilli bir durum, hal" dediği zamanlar, problemler için de... O hepsinden, herşeyden daha büyüktür. O tek büyüktür. Denizi sadece televizyonda gören, sonra gerçeği ile karşılaşan nur yüzlü teyzenin ağzından ilk çıkan "Allahu Ekber"den daha büyüktür; daha önce düşünülenden, tahayyül edilenden çok daha büyük...

Geçmişten gelen acıları, sevinçleri günümüze taşımak, bugünümüze etkilerini önlemek (özellikle olumsuz manada ki etkilerini) için Allahu Ekber zikrini hatırlamaya çok ihtiyacımız var. Dar fikrimiz, az kuvvetimiz bu dünyadaki tüm hallerimiz için de Allahu Ekber zikrini hatırlamaya, tekrar etmeye çok ihtiyacımız var. Çok zikrettiğimiz halde düzelmeyen hallerimiz, sıkıntılarımız; çözülmeyen problemlerimiz için daha da çok çekmeye, daha da çok tekrar etmeye ihtiyacımız var. Hele kendi nefsimizle başedemediğimiz durumlarda bu zikri dilimizden hiç düşürmemeye ihtiyacımız var. Çünkü O, yüzde yüz ilaç, bu aleme lazım olan azamet O. Şeytanın bizi yoldan çıkarma tekliflerinin önünü kapatacak, hem cinni hem insi şeytanlara karşı bizi koruyacak çok güçlü bir kurtarıcı O.

Hayat merdiveninin "geçmiş" basamağında takılıp kalanlar için ne "bugün" vardır ne de "yarın".."Geçmiş" basamağında takılıp kalmama, ilk "geçmiş"imiz olan Cennet'e tekrar kavuşabilme duasıyla...

  18.06.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut