Her hâlükârda

Zehra Sarı

SONSUZ SEVME kabiliyeti ile yaratılan insan, bu kabiliyetini nereye, kime yönlendireceği; daha çok ya da daha az değil de asıl kimi seveceği noktalarında yolunu çoğu zaman şaşırıyor.

Bize verilen nihayetsiz sevme kabiliyetimizi; önce kendimize, sonra diğer mahluklara; fani mahbublarımıza dağıtıyoruz. "En sevdiğimiz" dediğimiz kişilerin, belli bir zaman sonra, bizi üzebilecekleri hakikatini bildiğimiz halde bu yanlışı yapabiliyoruz. Yaratıc'nın esma ve sıfatlarını fani insanlara, fani mahluklara dağıtıp akabinde üzülebiliyoruz. Şefkat gördüğümüz dostumuzu sevip, onu şefkatli yapan Rabb-i Rahimimize sığınmayınca; dostumuzla bir gün şefkat gönderilmediğinde ümitsizliğe düşebiliyoruz. Rabbimizi sevebileceğimiz sonsuz bahanelerimiz olduğunu alemde, yaratılanlarda görüyoruz; ama çoğu zaman gördüğümüz bu bahaneleri, bu vesileleri başka mahbublarımızı sevme de kullanıp acı çekmeye müstehak bir hale kendimizi getiriyoruz.

Rus yönetmen Andrea Koncholovky'nin politik bir film olan "Makinist" filminde ki baş karakteri gibi... Baş karakter filmin başında Stalin'i en çok severken (teşbihte hata olmasın), sonlara doğru adeta evriliyor; sevgisi eşine doğru kayıyor. Ama eşi çoktan ölmüş iken bu gerçekleştiği için, o da eşinin çok sevdiği Yahudi kız olan Katya'ya yöneltiyor sevgisini. Fimde, baş karakter üzerinden Stalin'e ironi yapılmasını ve tarihe göndermelerin yapılmasını geçersek; gerçeği iş işten geçince bilmenin ve hissetmenin bu filmdeki hiçbir karaktere fayda sağlamadığını görüyoruz seyrimiz boyunca. Filmde Katya karakteri bile anne babasının ölümüne sebep olan Stalin düzenini, birtakım eğitimden geçtikten sonra çok sever, onun için ölümü göze alır hale bile gelince, bunu görünce başta Katya karakteriyle özdeşleşmiş iken sonrasında Katya dahil tüm karakterlere yabancılaşıyorsunuz; çünkü doğru sevmemekler herkesi ne kadar acıtıyor görmüş bulunuyorsunuz.

Sevdiklerimiz ile ne kadar aramızda sorunlar çıksa da yine de onları seviyoruz (Bazen eskiye nazaran sevgimiz azalabiliyor olsa da yine de sevebiliyoruz çoğu zaman). İrademizin haricinde seviyoruz; istemsizce bir bakmışız ki seviveriyoruz. Rabbimiz bize "seviyorum" dediğimiz şeyleri "sevmeyin" (helal olan şeyler için konuşuyoruz) demiyor. Asıl meselemiz; neyi, ne adına seveceğimiz meselesi...Herkes en iyi halde dahi olsa bir gün mutlaka "Bu muhabbet bu kişi için değilmiş" yetmezliğini yaşıyor. O yüzden Allah; insanın iradesine sevgisini mecaziden hakikiye çevirme gücünü de vermiş. Edebiyatımızda ki örneği hepimizce malum olan Leyla ve Mecnun hikayesi... Leyla'dan Mevla'ya ulaşma serüveni...

Asıl meselemiz olan neyi kim adına seveceğimiz meselesin de; herşeyi Yaratıcısı adına sevmeyi başarabildiğimiz de artık sevdiğimizi ne kadar sevdiğimizin anlamı yok oluyor; hatta ne kadar çok sevebilirsek o kadar anlamlı hale geliyor. Böyle sevebilmeler üzüntüsüz, sıkıntısız, ah'sız vah'sız sevmeler oluyor.

Allah'ı çok seven zatlar, alemi de çok seviyor hatta öyle çok seviyor ki; şeyhi kendisinden çiçek getirmesini istediği halde, o kadar dolaşıp tüm çiçekleri çok değerli, çok güzel ve zikir halinde görüp; koparamayıp şeyhine kırık bir çiçeği götürecek kadar. Onlar az sevmenin, çok sevmenin derdinde değildi. Hiç bir şeyi kendisi adına sevmemenin derdindelerdi. Allah adına nihayetsiz sevmelerin peşindelerdi.

Kesret aleminde, kalbimizi vahdete bağlamamız gerekiyor. Marifet-i eşya için değil, marifetullah için burada olduğumuzu; muhabbet-i eşya için değil muhabbetullah için burada olduğumuzu da anlamamız gerekiyor. Yani böyle zor geçişlerle başbaşayız; dünyayı kendi adına sevmemeyi öğrenme imtihanıyla..

Sevmeden duramayacak bir şekilde yaratılmışız, ama sevgimizin yönünü değiştirebiliyoruz ve sevgi nesnemizi de değiştirebiliyoruz. Muhabbetimizi A şahsından B şahsına çevirebilmemiz mümkün, ama asıl gaye muhabbetimizi A şahsından Vedud olan Rabbimize çevirebilmemiz. Esas yönümüzü Allah'a çevirebilirsek, A şahsından B şahsına geçiş zorunluluğu olduğu durumlarda bunu da yapabiliriz.

Başka bir noktaya gelirsek; birşeyi birşey adına sevebilmenin ölçüsü noktasına... Birbirini seven iki insandan biri, diğerine bir çiçek gönderse, çiçeği koklayanın çiçeğin kendisini koklamasıyla, hediye olan çiçeği koklaması arasında fark vardır. Dışarıdan bakan bir gözlemci olsak, o kişinin çiçeğe bakarken çiçeğe mi gülümsediğini, çiçeği gönderene mi gülümsediğini anlarız; bakışından, duruşundan, mimiklerinden bunu hissederiz. 32. Söz bana öyle geldi ki sanki bize "Herşeyi bu şekilde sevin, sevdiğinden çiçek alıp sevinen kişinin hali gibi sevin" diyor. "Herşeyi Allah'dan size gönderilen bir çiçek gibi sevin (teşbihte hata olmasın)" diyor. Bir meyva yerken; O'nun esmasının güzelliğini yediğimizi hissetmemizin lazım olduğunu söylüyor. Biz böyle hissederek yersek, örnekte ki kişi gibi; dışarıdan bize bakanlarda bizim gibi hissedebilir diyor sanki. Bizim, kişinin çiçeği önem verip sevdiği birisinden aldığını hissetmemiz gibi, kaydedilen resimlerimiz de, bize bakan melekler de anlıyor bizim çiçeğimi yoksa oradaki esmayı mı sevdiğimizi, kokladığımızı vs... Hatta bir kişi, çiçeği ona vereni çok seviyorsa, verilen o çiçeğin kurusunu dahi atamaz. Bellidir atamadığının çiçeğin kurusu olmadığı... Denizi, ay'ı, yıldızları, sevdiklerimizi severken önce biz sonra da karşımızdakiler anlamalı orada Rabbimizi sevdiğimizi..

O halde "Hayatı kim daha çok sever?" sorusunun cevabı çok açık çıkar karşımıza; Allah'ı en çok seven! Çünkü hayat; insana verilmiş en kıymetli hediye. Bu hakikati anlamış olan zatlar yeni günü coşkuyla karşılamışlar ve karşılıyorlar. Bazıları "Merhaba merhaba bissabah ve bilyevmil cedid" demişler mesela. Asıl amacımızın Rabbimizi tanımak, sevmek olduğunu, yaratılan diğer herşeyin ise bunun vesileleri olduğunu bilenler böyle karşılamışlar yeni günü. Sevdiğimizin gönderdiği çiçeği Yaratıcı'ya sevgimizi artırma ve yaşama şevkimizi artırma vesileleri görmüşler.

Cronin'in Shannon'un Yolu adlı romanında ki genç; onsekiz ay, gece gündüz demeden, dinlenmeden bir araştırma üzerinde çalışıp kendisinden önce bir başka araştırmacının kendi sonucuna ulaştığını öğrenince ümitsizliğe düşüyor, dünya etrafında döner gibi geliyor yaptığı bütün çalışmalarını yok ediyor, kendini kaybedip, hasta olup yataklara düşüyor, hayattan ümidini kestiği bir zamanda sevdiği kız Jean ona geri dönüyor ve Shannon, yanlız olmadığını hissedip o andan itibaren herşeyi yapmasının kendisine mümkün olduğunu söylüyor; "Başarısızlık aklıma gelmiyor, mutluluk bende sonsuzlaşıyor" deyip yeni çalışmalar için niyetleniyor.

Shannon'un sevdiği kızın ona dönmesiyle yaşamanın mutluluğunu anlaması, yanlış sevmelerinin yüklerinin ağırlığı altında acı çekmesi, çöküşler yaşaması, hergün insanın karşısına çıkan değişik sanat, yaratılış mucizelerini görüp anlayamamasından kaynaklanıyor; karın altından sürpriz gibi çıkan çiçeği, sevdiğinin ona verdiği gül gibi koklayamamasından kaynaklanıyor.

Sevgi tefekkürle birleşince gerçek sevgi haline gelebiliyor. Bir çiçeği seyrettiğimiz de, "Belki de çiçeğin hayatında ki en güzel andır bizimle buluştuğu an,belki de o çiçeğe daha önce hiçkimse bizim gibi bakmamıştır"ı hissedip öyle muhatap olmamız, içimize yaşam enerjisi dolduruyor.

Doğru bir sevgi ile dünyayı seven Rabbini de çok sever; aralarında ki orantı sandığımızın aksine ters orantı değil, doğru orantı. Dünyayı çok seven Rabbinden uzaklaşır değil; bu uzaklaşma sevmekle ilgili değil de yanlış sevmekle ilgili bir durum. Doğru sevebilen için dünyayı en çok seven Allah'ı da en çok seven olabilir. O yüzden sahabiler her an bir iş üzerinde idiler, hiç boş durmuyorlardı. Ve o yüzden Hz. Süleyman Allah'ı hatırlatan atlarını çok seviyordu.

Allah adına sevebilmeyi başarabilirsek kaybedeceğimiz hiçbirşeyimiz olmadığını Rabbimiz bize hissettirsin. Şeytanın "Böyle seversen daha az lezzet alırsın, kısıtlanırsın, istediğin gibi hareket edemezsin" şeklindeki vesveselerini dinlettirmesin. Kendisi için yaşadığımız da her halimizde asıl mutluluğu yakalayacağımızı hissettirsin. Hangi sistem altında yaşıyor olsak da..Yanımızda Jean olsa da olmasa da..Araştırmamızı bizden önce başka birisi neticelendirse de neticelendirmese de... Rabbimiz bu hakikatleri bize hissettirsin.

  15.06.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut