Yerli yersiz kullanılan bir cümle:
“İzin vermiyorum”

Mona İslam

EN YAKIN arkadaşımla sohbet ediyoruz, sık sık kullandığı bir cümle kulağımı tırmalıyor. Önceleri sesimi çıkarmıyorum, onu kırmaktan korkuyorum, sonra “Tamam artık bu kadarı yeter” diyerek konuşmaya başlıyorum. “Erkekler bize sırf kendi keyifleri için izin verip vermeme hakkına sahipler mi sence?” Arkadaşım duruyor, şaka yapıp yapmadığımı tartıyor, hayır yüzüm en ciddi tavrını takınmış durumda onu sorgulamaya çağırıyor. “Değiller mi?” diyor. “Hayır” diyorum şaşkın bakışları arasında.

Evet eşlerimiz bizim hayat arkadaşlarımız, hayatı paylaştığımız oranda davranışlarımız onları da etkiliyor kuşkusuz. Burada en yakın arkadaştan daha önemli bir yerde oldukları da su götürmez. Ama subjektif bir konuda tavsiye etme, uygun bulmama, fikir beyan etme sınırını aşmamalılar. “İzin verme vermeme” kavramını öyle nefsani keyfi istekleri için kullanmamalı, otoritelerini yıpratmamalı, bunu bir diktatörlüğe çevirmemeliler. Bunu bizi korumak, aileyi korumak adına yapmalı, ama nerde duracaklarını da bilmeliler.

Biz de onlar gibi Rabbin iznine tabiyiz. Onların ehil oldukları konularda onlara danışırız, akıl isteriz. Ancak bazen kararımızdan öyle eminizdir ki, fikirlerine ihtiyaç duymayız bile. Bazen de kendimizi onlar bize bir şey söylemeden bir şey yapamayacak kadar zayıf hissederiz. O zaman bize yardımcı olurlar. Bazen anlatırlar onlara uyarız bazen dinlesek de fikirleri hoşumuza gitmez, aklımıza yatmaz reddederiz. Ancak kendimizi, ailemizi tehlikeye sokmayacağımız, şeriata uygun, örfe uygun her durumda biz özgürüz, izne tabi değiliz. Onların bizi ikaz etme yetkileri şeriat ve örfi hukuku aşan, yahut ailenin ortak menfaatlerini , huzurunu tehdit eden yerde olabilir ancak. O zaman yumruğu masaya vurup “yapamazsın” deme hakkına sahipler.

Bunları kaba bir feminist anlayışla söylemiyorum, zira hayatımdaki erkeklerle hiçbir zaman bir hak mücadelesine girmem gerekmedi. Babam, ağabeyim, eşim, daima tavsiye makamında durmayı bildiler. Bu onların gözümdeki otoritesini sarsmak bir yana saygınlıklarını pekiştirdi. Daha çok danışmaya, daha çok müzakere etmeye, bir şeye inanıyorsam onları da ikna etmeye çabalamaya sevk etti beni. Davranışlarımın sorumluluğunu aldım, hata yapma ve düzeltme hakkımı kullandım. Kadın, erkek, yetişkin yaşa gelmiş herkesin de bu hakkı kullanması gerektiğine inanırım. Üstelik “izin” kelimesini ancak ebeveyinlerin yetişkin olmayan çocukları ile ilişkileri çerçevesinde kullanmamız gerekirken, anne - baba - evlat hiyerarşisi kadar büyük olmayan, kadın - erkek hiyerarşisine bu kavramı ithal etmek ne derece doğru aklım hiç kesmiyor. Hele ki anne babalara bile yetişkin evlatları için sadece nasihat verme hakkı tanınmışken. Bir şeye zorlama hakları onların bile yokken…

Toplumumuzda yerleşik geleneksel anlayış, dini argümanlarla da beslenerek, kadın - erkek ilişkisindeki hiyerarşiyi, “bir derece”den “ yüz derece”ye çıkarmış. Etrafımızda eşinden izin alamadığı için erkek ve kız kardeşleriyle beraber bir yere gidip çay içemeyen kadınlar var. Kendi başına şehrin karşı yakasına geçemeyen, ne fatura yatırmasını, ne bankada işlem yapmasını, ne de kendisi için bir kitap seçmeyi beceremeyen insanlara rastlıyoruz. Hayatı ile ilgili her konuda illa ki rehberliğe, yönlendirilmeye, ihtiyaç duyan, birileri kendisine izin vermezse daima hata yaptığını düşünen, illa ki onaylanmak isteyen, her an her yerden tehlike bekleyen kadınlarla dolu. İnsan kimi zaman düşünüyor, bu insancıklar eşlerinden ayrılsa yahut eşleri vefat etse nasıl yaşarlar? Evet bu tip durumlar sadece ayrılık acısından değil, aynı zamanda kendi başına yaşama becerisi geliştirmek için onlar için bir şok tedavi olduğundan da çok sancılı oluyor.

İşin tuhafı erkekler de kadınların kolunu kanadını böyle köreltip, asla kendi başına uçamaz hale getirdikten sonra, eşlerine yahut ailelerindeki diğer kadınlara saygılarını yitiriyorlar. Dışarıda gördükleri mahir, becerikli, özgüven sahibi kadınlar onlarda hayranlık uyandırmaya başlıyor. Haklılar da, çünkü bu tür kadınlar insani olarak daha çok tekamül etmiş oluyorlar. Bu şekilde çeşitli meziyetlerle donanmış bir erkek yahut kadın yaratıcı dahil herkesin beğenisini kazanır. Ayrıca keşke erkekler böyle amir pozisyonlarında kurumlandıklarında kadınlara ne kadar itici geldiklerini bilselerdi…

Bir tarafta da eşinin hangi gömleği hangi pantolonla giyeceğine, maça gidip gitmeyeceğine, sözcük dağarcığı argo diye birileri ile arkadaşlık edip etmeyeceğine karar veren kadınlar var. Bizzat kulaklarımla işittim ki, bir başka arkadaşım halı saha maçına giden kocasına “Ben sana gitmeyeceksin demedim mi?” diye bağırıp çağırıyordu. Yahut sofraya oturup misafir geldiği evde ikram edilen şeyi yiyip yemeyeceğine izin vermesi için karısına bakan adamlar gördüm. Her birinin bir sebebi olabilir, adamın kolesterolü vardır, ya da arkadaşları rahatsız edici derecede küfürbazdır ama bunu anlatmanın yolu “izin vermemek” mi olmalı? Yoksa izah edip ikna etmeye çalışmak, ama cebretmeden kendi haline bırakmak mı?

Bu tip otoriter mekanizmaların yumuşatılmasının yolu, cinslerin birbirlerinin asli alanlarına saygı göstermeleri, hatta onların alanında olan biteni nasıl idare ettiklerini tecrübe etmeleri, yahut en azından gözlemlemeleridir. Sözünü ettiğim şey iki cins için belirgin özellikleri göz ardı etmeden mümkün olduğu kadar temel hayati kabiliyetlerde yetkin hale gelmektir. Bu açıdan kadın gibi erkek de bir parça yemek yapmaktan anlamalı, kendi söküğünü idareten de olsa dikmeyi bilmeli, bir gömleği ütüleyebilmeli, gerektiğinde çocuklara bakabilecek kadar arada sırada “kadın işi” yapmalı ve karısı olmadığında sudan çıkmış balığa dönmemelidir. Kadın da sigorta attığında ne yapacağını bilmeli, telefon ses vermiyorsa neler olabileceğini tahmin etmeli, hiç değilse bu işleri yaparken eşini izlemeli, “bana ne benim işim değil” dememelidir. Annemin hep dediği gibi “Mecbur kaldığında yapabilecek kadar her işi bil, mecbur değilsen yapma.

Efendimizin evini süpürdüğünü, çorbasını yaptığını, söküğünü diktiğini biliyoruz. Onun bu kadar çok eşi varken bunları yaptıracak biri olmadığı için mi yapıyordu dersiniz? Yahut bir erkeğin işini o kadar kadın kolayca yüklenemez miydi? Hayır. Bu tamamıyla insani kabiliyetlerin inkişafı ile ilgilidir. Sizdeki ismi azamı bulmak ama diğer isimleri de ihmal etmeden onun gölgesinde onları da kabil olduğu nisbette geliştirmek de aile hayatında böyle bir şey olmalı. Ayrıca onun kadınların serbest bırakılması erkeklerin keyfe keder kısıtlamalarla onların hayatını zorlaştırmaması hakkındaki öğütleri de aşikardır.

Öyleyse biz de arada sırada eşimiz mutfağa girdiğinde “Aman dağıtacaksın” diyerek “İzin vermemezlik” etmemeliyiz. Hatta ne haddimize izin vermiyoruz, “yemek yapmak herkesin hakkı”. Mutfağı karıştırmak ve sonrasında toplamak zorunda kalmak, hatta birkaç tabak kırmak neden onların da özgürlüğü olmasın ki? Bırakalım da biraz tecrübe etsinler. Onlara yangın tehlikesi olmadıkça özgürlük verelim, tıpkı onlardan istediğimiz gibi. Kanaatimce bu insanların birbirinin dünyasını anlamalarının da, kendine güven eşlerine hürmet duymalarının da tek yolu .

Hepimiz insanız, hatırımızda tutalım, “izin vermek, vermemek” gibi kelimelerin altına gizli rububiyet ve hakimiyet iddialarından vazgeçelim, bize verilmiş idari yetkiyi yasaktan değil özgürlükten yana kullanalım. Özgürlük asıl, yasak tali olsun, ancak nadiren müdahale edilecek “izin noktaları” bulunsun. Devlet yönetiminden yahut cemaat yapılanmalarından beklediğimiz özgürlük alanını evlerimizde de inşa edelim. Ancak böyle “İzin vermiyorum” cümlesini yıpratmadan, onuru zedeleyici bir hale getirmeden kullanabiliriz.

Biz kadınlar da, eşlerimiz de olsa benlik sınırlarımızı kimseye ihlal ettirmeyelim. Kendimizi önüne yem koymasalar açlıktan ölecek bir süs balığı haline getirmeyelim. Erkekler kaba kuvvetle ve baskıyla kadınların, kadınlar dırdır ve iğnelemelerle erkeklerin özgürlük alanına müdahale etmesinler. Hayata içtenlikli bir katılım ancak böyle mümkün.

  05.08.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut