Sevdiğini süründüren anlayış:
kıskançlık

Mona İslam

KISKANÇLIK, TEMELDE insanın sahip olduğu varlığı, diğer bir deyişle kendi varlık alanını koruma biçimlerinden biridir. Benlik, kendine inşa ettiği sınırlar içine girebilecek her türlü yabancıya karşı “Yaklaşma, yakarım!” tepkisi verir. En halim selim, sevgi dolu insanlar bile, onların benlik sınırlarını ihlal etmeye kalktığınızda, hatta bunu ima edecek en ufak bir harekette bulunduğunuzda canavara dönerler. Bu kabil kıskançlık fıtridir. Yaşamı korumak için verilmiş kuvve-i gadabiyenin bir parçasıdır.

Ancak insan bazen benlik sınırları çizmekte hataya düşer. Kendisine ait olmayan şeyleri kendisinin tevehhüm eder ve hususi dünyasının topraklarını genişletir. Onu bir imparatorluk haline getirir. Tebaasının da o sınırları ihlal etmemesini bekler. Ancak bunlar meşru bir haktan doğan sınırlar değildir. Bizim iktidarımız altında addettiğimiz varlıklar, genellikle bu sınırları bir yerlerden delerler. Zira onlar da kendi sınırlarını inşa etmekle meşguldürler. Birilerini ülkelerine misafir ederler. Yahut göç edip gitmeye kalkarlar. İşte böyle durumlarda aslında o topraklara giren sözde işgalcilere karşı verilen savaş, yahut gitmek isteyeni tutma çabasıyla geliştirilen kıskançlık duygusu korkunç akıbetlere gebedir.

“Atonement (kefaret)” filmi, bu konuyu çok muhteşem oyunculuklarla ve yönetmen Joe Write’ın kanaatimce isabetli bir şekilde altı dalda Oscar’a aday gösterilecek maharette anlatımıyla önümüze koyuyor. Filmde aşkın kendilerini bir araya getirdiği, ama bir kıskançlık sonucu atılan bir iftira ile trajik bir akıbete sürüklenen hayatlar anlatılmakta. Yönetmen bize, kıskanç bir kızın gözlerinde, gerçeğin nasıl suret değiştireceğini, her şeyin nasıl bambaşka tasvir edilebileceğini, hatta iftirasına kendisinin bile nasıl tutkuyla inanacağını çok zarif bir dille anlatmış.

Bu film bana muhabbetle iftiranın nasıl bir araya gelebileceğini vazıh bir biçimde gösterdi. Oysa daha önce Üstadımın Barla Lahikası’nda “yirmiikinci mektubun hatimesindeki bahse bir zeyldir” başlığı altında söylediklerini tam kavrayamamıştım. Şöyle diyordu Üstad: “Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve akıldan hariç bir tarzda olsa…Mesela: Namuslu bir zat, kendi gayet yakışıklı, bir cihette mükemmel ve ailesine kemal-i itimadı olduğu halde; hiçbir cihetle ona mukabil gelemeyen ve onun hizmetkarı hükmünde ve ona nisbeten çirkince bir insan ve dünyada onların içtimaını hiçbir fıtrat ve vicdan kabul etmediği bir surette o biçare ailesini o suretle gıybet etmek, bu nevi gıybetin en şe’nidir. Böyle eşne gıybetin sebebi, olsa olsa insanın dest-i ihtiyarında olmayan bir muhabbet vasıtasıyla yine kadınların kıskançlığından ve habbeyi kubbe görüp ve kendi iffetini göstermekle başkasını ittiham etmek nevinden bu nevi şayialar meydan alıyorlar….”

Bunu okuduğumda çok şaşırmıştım. Birileri hakkında bilip bilmeden edilen dedikoduları, iftiraya varan zanları, kıskançlık ve gizli bir muhabbete bağlıyordu Üstad. Bu o kadınların iftira ettikleri kadının eşine bir “Bizi değil, onu almakla hata ettin” mesajı idi.

Filmde de izlediğim aynen buydu. Kendisinin boğulurken hayatını kurtaran bir delikanlıya olan aşkı sebebiyle onun hayatını mahvediyordu genç kız. Çünkü delikanlı ablasına aşıktı. Beraberinde ablasının hayatını da harcamaya tereddüt etmiyordu. Adeta onların düşüşü kendi kıymetini tasdik edecek, onlara birbirlerini sevdikleri için ne kadar hatalı olduklarını ispat edecekti.

Benzer bir şikayeti bir arkadaşımdan da duymuştum. Bir başka arkadaşını şikayet ediyordu isim vermeden, “ Ona ne olduğunu anlamıyorum, benim hakkımda öyle şeyler söylüyor ki beni önceden tanıdığına inanamıyorum, neden?” diye soruyordu bana. O zaman da ona aynı cevabı vermiştim. Farkında olarak veya olmadan onun “Benim” dediği bir şeye elini mi uzattın? Arkadaşım şaşkınlıkla bana baktı, “ evet” dedi. Bana olayı anlatmadığı için isabetli cevabım onu hayrete düşürmüştü. “Sebebi budur. Bırak bir süre geçsin, o da alışır, sen de alışırsın, kıskanıyordur” demek durumunda kaldım. Bu cevap kızdığı arkadaşına biraz merhamet etmesini sağladı sanırım…

Bu şekilde bakacak olursak, Hz.Aişe’ye atılan iftirayı da başka türlü okumak mümkün olabilir. Münafıkları ve Efendimize bizzat eza etmek isteyenleri bir tarafa bırakırsak, mü’minlerin bu ifk hadisesine karışmasının da sebeplerinden biri de buydu. Şaiayı yayan kadınların çoğu, belki de Hz. Aişe’den daha iyi olduklarını, peygamber eşi olmaya daha layık olduklarını, bu yolla anlatmaya çalışmışlardı. Çok çirkin bir yoldu bu…

Yine Sure-i Yusuf’ta, aşkı dillere destan Züleyha’nın Yusuf’a nasıl iftira ettiğini, “Benim olmayacaksa sürünsün” dediğini apaçık görmek mümkündü. Nasıl bir muhabbetti bu, anlaşılır gibi değildi. Seven insan nasıl sevdiğini eza içinde görür ve “Oh olsun!” derdi? Bilakis onun kendisi yahut başkası ile, ne surette olursa olsun mutlu olması, onu mutlu etmeli değil miydi? Onun değil eziyet çekmesini en ufacık bir bunalmasını dahi yüreğinde hissederdi aşık birisi .

Onun huzuru kendi huzuru için birinci şarttı zira. Ancak o zaman huzur içinde başını yastığa koyabilirdi? Ya ben çok saftım (burada aptal anlamında kullanılmıştır, safiyet anlamında değil), ya da bu muhabbet bahsini henüz tam kavrayamamıştım.

Artık ne zaman o çok sinirlendiğim, ama mani olamadığım dedikoduları duysam, “ Ben o zatın ahlakından edebinden başka bir şey görmedim” demenin yanında bu arkadaşların psikolojilerini de merak eder oldum. Birine olan engellenemez muhabbetin, hayranlığın neticesi onu hayatını karartacak dedikodularla yıpratmak olmamalı. Böyle çirkin bir muhabbetten Allah’a sığınmak lazım. Bu olsa olsa elini kardeşinin kanına bulayan Kabil’in muhabbeti gibi bir marazi muhabbet olabilir.

İftiralara kıskançlıklara varacak muhabbet, insanı bir ömür boyu kefaret ödeyeceği bir yola sürükleyebilir. Üstadın uyarısı ile de kişi aynen ettiği iftiranın bir benzerine maruz kalabilir. Bu türlü süfli bir muhabbetten Allah’a sığınmak lazım.

Bu meseleden anladığım her şey gibi muhabbetin de iyisi kötüsü olabiliyormuş. İyisi, yani alası, ruh hesabına , kötüsü, bayağısı nefis hesabına olan muhabbetmiş. Muhabbet ancak çok sınamalardan geçtikten sonra saf ve ala olduğunu kanıtlayabilirmiş. Bir de muhabbet ehlinin daima rıza makamında durması lazımmış. Nasibine rıza…

Dilerim kalplerimizdeki tüm muhabbetlerin saflığını kanıtlayabilir, ateşlerden geçirip onları pisliklerden arındırabiliriz…

  14.08.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut