Aşkın kitabı

Mona İslam

AŞK İNSANI büyütür. Zira çok zorlu bir savaştır aşk. Bir kılıç ustasının, her gün rakipleriyle çalıştığı gibi çalıştırır aşk kalbimizin kaslarını. Her geçen gün daha dişli bir rakip çıkarır karşınıza, her gün yeniden terletir sizi. Aşkın ağrı, ve sızıları, yoğun egzersizin ardından gelen, kas ağrılarından farksızdır. Buna böyle bakmayı öğrenirseniz, aşktan iyi öğretmen bulamazsınız.

“İnsan bu dünyaya, taallümle tekemmül için gelmiştir” der büyük Üstad. Bunu bir yaşam biçimi edinenler her unsuru, her vesileyi bu yönde değerlendirirler. Hayat deneyimlerine bir ekleme yapmak, cennetteki evlerine bir kat daha çıkmak gözüyle bakarlar aleme. Ben de aşka hep böyle baktım. İnsanı bu kadar baskı altına alan, bu kadar sıkı çalıştıran, disipline eden bir memur, boşu boşuna gelmiş olamazdı. Onun bize söyleyecekleri, bizde inkişaf ettirecekleri, açığa çıkaracakları vardı. Asıl olan da buydu, inkişaf. Hikmet aradım aşkı buldum, aşka hoş amedi edince aşk koynundaki sırrı, hikmeti bana faş etti.

Aşkın herkeste inkişaf ettirdiği ortak meziyetler vardır elbette. Ama özelde de her bünyede tesirini farklı icra eder kara sevda. Her insanın evrende boyayacağı özel bir rengi, zahir edeceği özel bir kabiliyeti, söyleyecek özel bir sözü vardır. Herkesin gök kubbede bırakacağı bir ses olacaktır. Bu ses bazen bir acı çeken çığlık, bazen kalabalıkta kaybolup giden bir kakafoni, bazen de kainatla ve benliğinizin tüm parçalarıyla uyum içinde bir armonidir. Armoni hikmettir. Kendi bestenizi yapar ve Allah’a arz edersiniz. “Ya Rab bana verdiğin malzemeleri birleştirdim, ve senin için bunu yaptım” dersiniz. Hediyenizi ona sunar, peygamberlerin, meleklerin, salih insanların nazarlarına arz edersiniz.

Bazıları bu arzı, bir beste ile yapar. Aşkın malzemesini terinizle ve gözyaşınızla iyice yoğurur ve ondan Davudi bir ses çıkarırsınız. Bu ya her dinleyeni mest edecek Vedudi ve Rahmani bir şarkı, ya da bir altın buzağının ağzından çıkmış, dinleyicilerini tapınmaya sevk eden büyülü ve bir boğuk çağrı olacaktır. Ama her halukarda içinde, acılarınız, susuşlarınız, ve tefekkürleriniz için anlamlı bir es durağı olmalı. Durmak ve düşünmek, ardından gelecek melodi fırtınasına hazırlanmak, durup tapınma nesnenize bir daha bakmak, liyakatini bir daha ölçüp biçmek, bir derin nefes çekmek için evrenin büyük bestesinden içinize. Ve layık olan sevgiliyi bulduysanız onun için meşk etmek. Ve onu kendi tarzınızda, uslubunuzda söylemek. Kainat orkestrasının solisti olmak…

Kelimeler de, notalar gibi aşktan nasibini alır böylelerinin ellerinde. Kalem mürekkep hokkasına değil, kalbin kutsal kasesine batırılır, kelimeler kalpten damlayan sonsuz kudretteki damlalarla, kanla yazılır. Kalp ölünceye dek Vedud’un arşına bağlıdır. Tüm gücünü oradan alır. O yüzden ne kanama biter, ne de kelimeler. Zaten böyleleri sözcükleri bitinceye dek yaşarlar. Sözün durduğu yerde hayat da durur. Susmak ölümdür. Aşkın geliş maksadı kelimelerdir. Kelimler semada asılı kalır. Kulaklardan içeri girer, kalplerde bir yer bulur. Aşkın kelimeleri bir kalbe yerleşti mi, onları oradan ancak ölüm çıkarabilir. Aşkı tapınılan bir altın heykel olmaktan kurtarıp, Vedud ile ilişkilendirmeyi başarabilen talihlilerse ölümden bile azad olurlar. Hadis-i şerif ile sabittir; aşk kendini Vedud’a bağlamışsa, aşıka şehadet verir. Kişinin ruhu aşk kuşuyla beraber semaya uruc eder. Aşk çilesine rağmen, kendisine sahip çıkana vefakardır çünkü.

Bu şehadetten anladığımız sadece ölünce kavuşulan büyük mertebe olmasa gerek. Bu Yusuf’a Rabbinden verilen vahyi, hadisatı ve rüyaları yorumlama bilgisidir. Kalple hadisata bakmak, onları tabir etmek, anlamları çözmektir. Zira Yusuf nefsini de kalbini de, arzusunu da aşkını da Rabbine rabtetmiştir. Yusuf şahit olan bir gözdür. Onun şehadeti sadece alem-i mülke dair değildir. Aşk gözüyle şehadet, alem-i melekuta, alem-i misale, alem- i gayba sirayet eder. O gözüyle kalplere bakar, sezgisiyle zamanı aşar bir mahiyettedir. Aşık burada aramızda dolaşır, ama yediği, içtiği arzın malı değildir artık. O rüyalarla beslenir, vahiyle serpilir, hadisatın iyi veya kötü her dalgalanışı ona lezzet verir. Mecnunların ciğerlerine doldurduğu hava değil, aşktır. Bunun için aşk şükrüne yetişilmez bir armağandır.

Jane Austen ünlü bir İngiliz edebiyatçısı. Yaşadığı dönem, kadınların ellerine kalemi almadıkları, öğrenme, okuma, yazma çabasının erkeklere özgü olduğu bir dönem. Ona bir kalem veren, geceleri ayağa diken, kan ter içinde sayfalara ve mürekkebe serenat yaptıran şey de aşktan başka bir şey değildir. O her satırını kavuşamadığı sevgilisine yazar. Her romanında arzu ettiği hayatı tekrar kurar, kahramanları üzerinden yaşar. Aşk onu mutlu bir eş ve anne yapmaz, ancak altı klasik romanın sahibi bir leydi yapar. Bugün onu anmamızın sebebi, aşkın ona istediği şeyi değil, layık olduğu şeyi vermesidir. Onun toprağı yazar olmaya uygundur. Tohumu çatlatacak, torağı delecek, sürgünü verdirecek, fırtınalara meydan okuyacak direnci ise, aşktır.

Aşka bağrını açan, onun getirdiğine razı olmalıdır. Aşkı taşıyabilen bir gönül, yükselmeye adaydır. Kalbin idaresine giren, arşın idaresine girer, zira kalp Rahman’ın arşıdır. Onun sebeplerin üstüne çıkacak iradeyi bulmasına, sosyal direnç noktalarını aşmasına, kaidelerin üzerinde yükselmesine yarar kalbindeki muazzam enerji. Aşk yazdırır. O yazar. Aşk hayal ettirir, o eder, aşk inceltir, o letafetini mürekkebine döker. Aşk Jane’i yetiştirir. Becoming Jane “Aşkın Kitabı” filmi, aşkın bir insanı nasıl tasarlayıp, inşa ettiğini gözler önüne serer. Bu açıdan izlenmeye değer bir film.

Adını bugün bile anmamıza sebebiyet verecek kadar beka vermiştir aşk Jane Austen’a. Bu azımsanacak bir şey değildir. Bir mümin aşkı ile arzda kalmaz, semaya rabt olursa, ve aşkın onu evirip çevirmesine, tekamül ettirmesine izin verir, yolculuğunu aşkla yaparsa, yolun ahirinde karşısına ebediyet seve seve çıkacaktır. Cennet ona müştak olup onu hak ettiği biçimde kucaklayacaktır.

Aşık için yol: *“ölememek…yaşamak zorunda kalmak…gurbette kalmayı tercih etmek…dolaştırmak…biteviye dolaştırmak…emanetle dolaşmak…emaneti dolaştırmak hem de deliler köyünden bir menzil aşkın…ve ateşten zehirini tatmak o okun…” ise,

Vuslat: **“Evet hala bekliyorum, perdesinden bütün perdelerin yırtılacağı o muhteşem vuslat anını bekliyorum; narının tüm perdeleri yakıp kül edeceği, lakin bu sefer narının celaliyle değil, nurunun cemaliyle tecelli edeceği o sevgiliyi bekliyorum! Beni “gelecek güzel sofraların çeşnisi için kurusun diye kilere asılan bir ayva dalı gibi sallantısız halde bulacağı” o günü perdelenemez bir hüzün ve hasret içerisinde bekliyorum” olsa gerek…

Öyleyse, yapılacak tek şey aşka teslim olmaktır, bırakınız o hükmünü icra etsin. Aşk neylerse güzel eyler.


Not: * VE ** İFADELERİ DÜCANE CÜNDİOĞLU’NUN CENAB-I AŞKA DAİR KİTABINDAN ALINTIDIR.

  03.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut