Tire’de iki gün

TİRE’NİN VE Mayıs ayının, benim hayatımda müstesna bir yeri vardır. Tire’nin hayatımdaki yeri müstesna, çünkü orada doğdum, orada büyüdüm. Tire, bu dünya gurbetinde benim vatanım. Rabbimin nihayetsiz ikramına, ihsanına ilk önce orada muhatap oldum; cemal, celal ve kemal-i ilâhînin şu dünya sahnesindeki tecellilerini ilk önce orada seyrettim...

Mayıs ayının hayatımdaki müstesna yeri ise, doğum tarihimle filan ilgili değil. Mayıs doğumlu değilim. Ama 1964 yılının Ağustos ayında doğduğum şu dünyada hayatıma anlam arayışı içinde Risale-i Nur’la ilk kez hemhal olduğum, insanların biraraya gelip Risale-i Nur okuduğu bir ortama ilk kez katıldığım ve yirmidokuz yıldır okuya okuya bitiremediğim Sözler’i “Birinci Söz”den başlayarak ilk kez okumaya başladığım aydır Mayıs. Bir anlamda, bu dünya hayatında ‘anlam dünyası’na yeniden doğuşu yaşadığım ay. Risale’yle hemhal olduğum ilk gün bile aklımda: 22 Mayıs 1979.

Durum böyle olunca, yıllar sonra yine bir Mayıs günü yine Risale-i Nur’un müzakere edildiği bir zeminde içinde ‘diliyle’ değil ‘haliyle’ ettiği tebliğle benim hayatımın onbeşinci yılında Risale’yle tanışmama vesile olan sevgili Ahmet Kalem ağabeyimin de aralarında bulunduğu bir mecliste bulunmanın ruhumda yol açtığı ihtizaz ve inşirahı sanırım tahmin edebilirsiniz.

Bu tablonun, bir ziyadesi de var. O mecliste Kur’ân hâfızı bir ağabeyimin hatırlattığı üzere, 22. gününün akşamı Risale-i Nur okunan bir ortamla ilk kez tanıştığım 1979 Mayıs’ında, yanılmıyorsam 27 Mayıs günü Manisa’da Ege bölgesindeki Risale ehlinin buluştuğu bir pikniğe katılmış; hayatımda ilk kez Manisalıların yemeğini yiyip çaylarını içmiştim.

Geçen hafta sonu Tire’de bana 29 yıl öncesini hatırlatan o ortamda da az bir kısmı yaşıtım, büyük kısmı yaşça benden büyük ağabeylerim olan Manisalı gönül dostlarımız da vardı. Dahası, Manisa’daki zihinleri de, yürekleri de açık Risale ehlinin il merkezi ve ilçeleriyle birlik olup birkaç yıldan beri düzenlediği bir müzakere programına bu yıl Tire’deki Risale ehli de dahil olma talebinin ötesinde ev sahipliği yapmak istediği için bu buluşma Tire’de gerçekleşmişti.

Dört gün süren, ama sadece iki gününe dahil olabildiğim bu müzakere zemini, beni 29 yıl öncesine; Risale-i Nur’la ilk kez tanıştığım günlerin heyecanına, o ilk bir hafta içinde Tire’de ve Manisa’da görüp hissettiklerime götürdü; ruhuma ihtizaz ve inşirah verdi, yüreğime sevinç bıraktı.

Ama bundan daha büyük bir sevinci, orada senelerdir hayalini kurduğum bir manzarayı görebilmiş olmak dolayısıyla yaşadım.

Hep tecrübe ettiğimiz bir durumdur; biz ne söylersek ve hangi sözü söylersek söyleyelim, sözlerimiz daha geniş iletişim kanallarını denetim altında tutabilenler tarafından bir süzgeçten geçirilir ve yerine göre yeniden yorumlanır, ayıklanır, üstüne birşeyler konulur ve hatta çarpıtılır. Küresel ölçekte Müslümanların dile getirdikleri sözlere yaşatılan anlam kayması, yerel ölçekte ise ehl-i dinin sözlerinin egemen medya tarafından kimi zaman ‘bu kadarı da olmaz’ dedirtecek derecede çarpıtılması, bunun bir örneğidir. Gelin görün ki, bu durum sadece küresel ölçekte veya ülke çapında yaşanmaz. Daha dar ölçeklerde de aynısı gerçekleşir. Ve en garibi, daha geniş ölçekte bir filtreleme ve/veya çarpıtmaya maruz kalan kimi kişi veya kesimlerin kendilerinin muktedir oldukları zeminlerde aynı yola başvurmaları; daha büyük ölçekte mağduriyet yaşayanların daha küçük ölçeklerde başkalarına mağduriyet yaşatmalarıdır.

Sözgelimi bu satırların yazarı, nice nice yıllardan beri, büyük ölçekte mağduriyet yaşayan bazı kesimlerin egemen oldukları daha küçük ölçekte mağdur edegeldiği bir isimdir. Sözlerimiz, kimileri tarafından, neredeyse sistemli bir şekilde yanlış anlaşıldığı için, adımız meselâ ‘cemaat düşmanı’na çıkmıştır. Halbuki, “Zaman cemaat zamanıdır” diye bir yazıya imza atmış biri olarak; bu yazıda açıkça belirttiğim üzere, benim karşı durduğum şey, ‘cemaat hakikati’ değil, ‘aşiret asabiyeti’dir. Bu bağlamda, bilhassa Risale-i Nur câmiası içinde yer alan mü’minlerin hem Risale-i Nur’u neredeyse yalnızca Nurculara has kılan bir söylem ve yaklaşım geliştirmeleri; hem de Risale-i Nur câmiası içinde de kendi gruplarına ‘asliyet’ verip diğer grupları ‘lütfen’ daire içinde kabul etmeleridir. Büyük bir yarımadayı, küçük adalara bölen; bütün mü’minleri kuşatan bir büyük cemaat hakikatini ancak ‘aşiret’le tarif edilebilecek dar bir ‘cemaatçiliğe’ indirgeyen; bir büyük ‘cadde-i kübra-yı Kur’ânî’yi ‘bizim aşiretin reisi’ gibi düşünmeyen hiç kimsenin geçemediği bir patikaya dönüştüren bu yaklaşımdır yazılarımda tavır koyduğum ve karşı durduğum.

Açıkçası, bir büyük cemaat hakikati adına ‘aşiret’ anlayışına karşı bir muhalefet... Buna mukabil, herkesin kendi meşrebine muvafık bir yolu seçmekle birlikte yolu yalnız kendi şeridinden ibaret görmediği ve meşrebi kendisininkinden farklı mü’minlerin ortaya koyduğu güzelliklerden de ‘Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadesine taraftar olmak’ ihlas ölçüsü uyarınca istifade edebildiği bir zihin açıklığı ve yürek genişliği özlemi...

Ne var ki, Allah ve meleklerinin şahitliğinde aklımdan ve yüreğimden satırlara damlayan bu özlem, belli iletişim kanallarını elinde tutanlar tarafından nedende hep çarpıtılmış; daha büyük, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir ‘cemaat’ manasına özlemin tercümesi ‘cemaat düşmanı’ yaftasıyla yaftalanmak olmuştur. En hazini, bunu sadece belli bir cemaatin mutaassıplarının değil, birbiriyle rekabet halindeki birden fazla cemaatin mutaassıplarının elbirliğiyle yapabilmiş olmasıdır.

Tire’deki o iki günde gördüğüm manzara ise, Bediüzzaman’ın mirası olduğuna kimsenin beni inandıramayacağı ‘aşiretçi’ anlayışı aşabilmiş iki mü’minler grubunun biraraya gelebilmiş olması; Risale-i Nur’u anlama çabası içinde, muhabbetli ve hür bir müzakere zemininde buluşabilmeleri idi. Gözümün görmeyi nice nice senelerden beri hayal ettiği, ruhumun ve kalbimin nice yıllardan beri hayalini gördüğü bir manzaraydı bu. Tek tek sorulsa kendilerini iki farklı ‘meşrep’le tarif etme durumdaki mü’minlerin bu iki meşrebin ‘aynı bütünün parçası’ olduğunun idrakiyle muhabbetle kucaklaşabilmesi... (‘Muhabbetle’ ifadesini özellikle kullanıyorum; çünkü, aslında birbirini sevmeyen ama ‘diplomatik’ bir üslupla, soğuk ve ruhsuz bir hesapçılıkla sergilenen ‘beraberlik’ manzaralarından; beraberce fotoğraf çektirdikten sonra birbirine kalbini ve zihnini kapatan ‘siyasetçi’ tebessümlerinden oldum olası hazzetmiyorum.)

Tire’deki iki gün, ruhuma inşirah veren bu ‘farklılık içinde birlik’ tablosu, bu ‘birbirinin mütemmimi olma, birbirinin kemaline yardım etme, birbirinin aklıyla düşünüp birbirininin gözüyle görme’ manzarası, umalım ki Tireli ve Manisalı Risale ehline mahsus kalmasın. Umalım ki, hangi gruba mensup olursa olsun ehl-i Risale ait olduğu parçanın hangi bütüne ait olduğunu görsün ve ‘kardeşlerinin şerefiyle şakirâne iftihar edeceği, onların aklıyla da düşünüp onların aklıyla da göreceği’ büyük cemaat mânâsına dahil olsun.

Mayıs’ın iki günü ‘farklılık içinde birlik’ sırrınca akıllarını ve yüreklerini buluşturan Tireli ve Manisalı gönül dostlarına gönül dolusu teşekkür ediyorum. Allah her diyarın Risale ehline böyle bir zihin ve gönül açıklığı nasip etsin...

  27.05.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut