Zemzemden Akan Aşk

İbrahim’in sırrı zemzemde saklı
Ey gül senin sırrın hangi suda saklı


İBRAHİM BİR ATEŞ çemberindeydi. Aşkını içine ata ata, kendini aşkın ateşine ata ata aşk saraları geçirmekteydi. Uyuyor, uyanıyor; ağlıyor, gülüyor; ama bir türlü ateşine derman bulamıyordu. ‘Bu sarayı ancak Sara’dan gelecek bir damla su dindirebilir’ diyordu. Onun için ateşe sarıldıkça sarılıyor, sarıldıkça sarsılıyor, suya ve ‘Sara’ya sarılmış gibi hissediyordu kendini. İbrahim daha o zaman anlamıştı: Aşk insanın suyla ve Sara’yla imtihanı.

İbrahim bütün gün ateşin içinde, bardaktaki su gibi çalkalanıp durdu. Sara’nın sarhoş eden sırrıyla kalbinde girdaplar oluştu. Susadıkça sustu, sustukça susadı. Suskunluk ve susuzluk içinde girdaplar oluşturdu. Bir zaman girdaplarla boğuştuktan sonra girdaplardan kurtuldu. Durulduğundan, dindiğinden emin olunca Sara’nın gözlerinin açtığı su yolundan su gibi Sara’ya doğru akmaya başladı.

İbrahim bu imtihanı başaramamaktan, sara nöbetlerinden kurtulamamaktan korktuğu için kendine teselli ve kuvvet verecek şeyler aramaya başladı. Toprağa vuran zamanın ışığı ona ilham verdi:‘Zamandan iki ayna yapmalıyım’. Elini güneşte ısıtıp, toprağı okşadı. İki elinde güneş doğmuştu. O iki el, ona birer ayna oldu. Aynaları birbirine tuttu. Aynalarda zamanı çoğaltıp, suda yansıyan insanları aradı. Sağ eline baktığında su ile sınanan peygamberleri gördü. Musa ona Kızıldeniz’den selam veriyordu. Firavun Musa’nın ve ashabının peşine düşmüş, yakalanması an meselesiydi. Musa ve ashabı hızla Kızıldeniz’in kıyısına ulaşmışlardı. Musa asasını suya vurdu. Kızıldeniz ikiye ayrıldı. Musa ve ashabı suyun karşı yakasına geçerek kurtuldular. Firavun ve askerleri Musa’nın açtığı deniz yoluna girdiler. Fakat Musa ve ashabının denizin karşı yakasına geçmesiyle deniz birleşmeye başladı. Firavun ve ordusu geri dönmek isteseler de başaramadılar. Kısa süre içinde hepsi denizin derinliklerinde boğulup gittiler. İbrahim ‘Demek Musa olmak denizi geçmeyi göze almaktan geçiyor’, diye mırıldandı.

Az sonra suda bir suret daha belirdi. Bu Yunus’du. Rüzgara tutulmuşçasına, şehirden, hızlı adımlarla denize doğru yürüyordu. Yunus’un telaşı İbrahim’e dokundu. “N’olmuş olabilir acaba?”, dedi kendi kendine. ‘Yunus! Nereye böyle?’, dedi sonra. ‘Şehri terk ediyorum’, dedi Yunus. ‘Peki izin aldın mı?’, dedi İbrahim. ‘Hayır, izin istemedim’ dedi Yunus. İbrahim Yunus’a yetişti ve beraber gemiye bindiler. Ne zaman sonra; gemi batma tehlikesi geçirdi. Gemidekiler geminin yükünü azaltmak için birinin gemiden atılmasına karar verdi. Kura yapıldı ve kurada Yunus çıktı. Karar uygulandı, Yunus denize atıldı. İbrahim gemide yalnız kaldı. Ne zaman sonra: “Aşk bazen düşmandan kaçmaktır, bazen kendinden kaçmaktır. Bazen seni yola çıkarandan kaçmaktır, bazen seni yoldan çıkarandan kaçmaktır. Bazen seni yola çıkarana kaçmaktır, bazen de seni yoldan çıkarandan kaçmaktır. ‘Yunus sudan (!) sebeplerle halkından suya kaçarken, Sevgili’sinden kaçıyor aslında’ dedi. Yunus’un aşk suyunda boğulmaması için dua ederken, bir balık Yunus’u karşı sahile çıkardı. Yunus da bu aşk savaşında kurtulanlardan oldu.

Dua biterken sağ avcu acı ılgın yandı. Ayaları güneşin denizde batış anındaki gibi kızıl renge büründü. Yumruğunu sıktı. Parmaklarının arasından dağlardan fışkıran ırmaklar gibi sular fışkırdı. O sudan alnına ve yüzüne sürdü. Biraz serinlemişti. Bir zaman bir su gibi duruldu, bir yağmur gibi sustu. Uyuyakaldı.

Uyandığında sol elinin sımsıcak olduğunu fark etti. Üzerine mi yatmıştı? Eline baktı. Ayna olan ayası tozlanmıştı. Sağ eliyle sol elinin üzerindeki tozları aldı. Birden gözüne bir hayal ilişti. Hayali’ymiş. Hayali İbrahim’e döndü: ‘Cihan-ara cihan içindedür arayı bilmezler / O mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler’ deyip gözden kayboldu.

İbrahim ne diyeceğini bilemedi. Gayr-i ihtiyari: ‘O Mecnun ki Leyla içindedir Leyla’yı bilmez / O İbrahim ki saraya tutulmuştur Sara’yı bilmez.’

İbrahim’in hayali Hayali’nin peşinden Vardar Ovasına kadar gitti. Birden karşısına bir derviş çıktı. İbrahim’in önüne geçti ve şöyle dedi: ‘Bu alem sanki oddan bir deniz / Ana kendin atmaktır adı aşk / Var İbrahim bil hakikat / Vücudu fani etmektir adı aşk’

Bu Eşrefoğlu Rumi idi. Su gibi çağıl çağıl çağıldayan daha ne güzel şiirler söyledi İbrahim’e Rumi. Az sonra o da Hayali gibi bir hayal olup suda aksini kaybettirdi. İbrahim bu şiiri bilmese de, bu hali bir zamanlar yaşamıştı. Nemrut’un onu ateşe attığı günü hatırladı. Kedi gibi “ya Rahim, ya Rahim” diye mırıldandı. ‘İbrahim olmak da kolay değilmiş’.

Aşkın ve bunun bedeli olan her şeyi terk etmenin tahtına oturmak isteyen İbrahim içindeki deryanın durulmasını bekledi.

Su durulurken dile geldi:

Benim yüzüm bir aynadır. Ben aşkın tarihine bir aynayım. Bana bakan aşkı görür. Aşka bakan beni görür. Benim için her ne söylense, bil ki aşk için söylenmiştir.

Ben aşkın haritasıyım. Beni çoğu kimse renksiz, kokusuz bir mai olarak bilir. Hayır ben bir haritayım. Bendeki bütün renkler, çizgiler, şekiller... aşkta karşılığını bulur. Ben bazen kahverengi dağlarda bir Ferhat’ım, bazen yeşil ovalarda Kerem, bazen mavi ırmaklarda bir Sezai Karakoç... Ben denizlerdeki met-cezir gibiyimdir; içime çekilsem Leyla, yürüsem Mecnun olurum. Bunun içindir ki, benim için söylenen her şey gerçekte aşk için de söylenmiştir.

Ben bazılarına hava kadar faydalıyımdır, bazılarına zehir kadar zararlı. Elinde, dilinde yaralar olan için zararlıyımdır. Ama dili kavrulanlar için de yarımdır, yararlıyımdır. Benim zararlarım yörüngesini bulamamış aşka misaldir. Kalbinde ve ruhunda yaralar olanlar benden yani aşktan uzak durmalı. Yüreği güzeller güzeline susamışlarda mataralarında hep beni taşımalı. Hasılı ben bazen tatlı bir göl suyuyumdur, bazen tuzlu bir deniz suyu. Artık sen nereden içmek istersen oradan iç beni.

Ben her şeyden önce bir açlığı gidermeye çalışmaktayım. Sen yeri geldiğinde susamıyorsan eğer, demek ki insanın ve kainatın üçte ikisinin su olduğunu bilmiyorsun. Oysa susuzluk hissi derin bir açlığı ve ağrıyı gidermektedir: Varolma ağrısı. Bunun için birçok gönül eri bu ağrıyı dindirmek için suya yada suyun onlara verebileceğini sandığı varlıklara yönelir. Evet aşk açlık gibi, susuzluk gibi fıtri bir ihtiyaçtır. Aşk; aşkla içte dikilen gömleğin bir başkasına giydirilmesi, kazılan kuyudan çıkan suyun gönül pervaneleri ile kova kova, göz göz, bir başka aşka aç olduğuna inanılan varlığın üzerine serpilmesidir.

İçilebilir su tatsız olmalıdır. Ne acı, ne de tatlı. Aşk bazen içilmez su kadar acıdır. Bazen ballar kadar tatlı. Aşk arı gibidir. Ağzında bal taşır, kuyruğunda acı. Sen suyu nereden içeceğine karar ver şimdiden. Bilirsin ki tatlı sularda ancak alabalıklar yaşayabilir. Yani aşkı anlayamayanlar yada aşk acısını kaldıramayanlar, aşk için bedel ödemek istemeyenler... Ağzında yaran varsa, aşktan yarandan bahsetme. Zira zaten suyun tadına varamayacaksın. Neyse ki suyun tadını alamamak, aşktan anlamayanlar için hayırdır.

Evet aşk tatsızdır. Ama bu suyun tatsızlığı başka hiçbir tada benzetilememesi anlamına da gelir. Aşk su gibi tatsızdır. Yani o bugüne kadar içtiğin hiçbir şeyin tadına benzemez. İçtiğin suda bir tat buluyorsan, ya sende bir sorun vardır yada suda.

Kullanılabilir su renksiz olmalıdır. Her ne olursa olsun, sevdiğine katlanacaksın. Suyu bir kez tenine çaldıktan sonra sevgili yüzünden çektiğin sıkıntılardan renk vermeyeceksin. Bu da yetmez. Bir su gibi sevdiğinin gösterdiği arklarda yüzeceksin de hiçbir kederinden, üzüntünden, kaygından renk taşımadan, kendinden tamamen sıyrılıp saf halde sevgiline varacaksın. Bu da yetmez. Sadi gibi, aşkına, aşkını anlatırken kendinden renk vermeyeceksin. Ona kendinden çok fazla bahsetmeyeceksin. Sevdiğin de bilir ki su yani aşk renksizdir. Senin renkli (!) biri olduğunu, bir arı gibi o çiçek senin, bu çiçek benim gezip durduğunu fark ederse, o da renk verir ve seni bir gün o su boğabilir.

Sağlıklı su kokusuz olmalıdır. Ağzına her geleni sevdiğine söyleme. Nefesin güzel koksa da kimse senin nefesini sonuna kadar çekmeye tahammül edemez. İyisi mi sen her sabah sevgilinin gözlerinde abdest alarak yanına var. Sonra da yanında sükut namazına dur. Böylece ona içlenip de iki de bir ne abdestini bozarsın ne de namazını.

Su sert olmamalı, damağa yapışmamalıdır. Sevdiğine yumuşak bir dil ile muamele et. Musa’nın Firavun’a muamelesi gibi Kavl-i leyyin üzre... Senin kalbin aşkla Musa olmuşsa da, hala nefsi Firavun olan sevgililer de olabilir. Ona aşkı taşıyabilme gücüne göre muamele et. Dilini damağına yapıştırma. Gerektiği kadar ve gerektiği şekilde konuş. Varsın suyun sertliği çok olsun. Sen kalbinde bir değirmen kur ve suyu öğüt.

Su yanıcı ve yakıcı maddelerin birleşmesinden meydana gelmiştir. İki yanıcı, bir yakıcı maddeden oluşmaktadır. Çoğu kere seven de, sevilen de birbirini arar. Sevdiğin yakıcıdır çoğu kere. Susuzluğunu gidermek istiyorsan yanmayı göze al. Göze al ki; göze göze aşkın suyu akabilsin aranızda. Ayrıca bil ki ‘karşılıksız aşk’ diye bir şey yoktur. Aşk sevenle sevilenin beraber dünyaya getirdiği bir çocuktur. Ne yanıcı madde, ne de yakıcı madde tek başına suyu yapamaz. Zira, “aşk iki kişiliktir”.

Su akışkan, akıcı bir nesnedir. Kendini hangi kaba sokacağını, hangi menzil de duracağını bilemez. Bir çeşit ilhama tabidir, iradesizdir. Aşkta da böyledir bu. Kalbin suyu hangi tekkenin havuzuna akar, bilinmez. Oradan nereye gideceği de belli değildir. ‘Ben erdim’, ‘Kıvama erdim’, dediği anlarda bile kımıldanmalar, dalgalanmalar yaşar. Bundan dolayı her an bulunduğu mevkii terk edebilir.

Suyun akışının güçlülüğüyle ters orantılı olarak, onun engeller karşısında yön değiştirişi, bazen de her şeye rağmen kayaların, dağların üzerine yürümesi aşkın kaç değişik halinin olduğu hakkında fikir verir. Şimdi sen söyle İbrahim sen ne hallerdesin?

Su gözesinden çıktıktan sonra, suyun fıtriliğinin mizanı olan sıvılığı ve yalınlığı dolayısıyla her girdiği menzilde kendine yeni taşlar, kumlar, odunlar, kayalar... ekleyerek, başka yataklara doğru ilerlerken saflığını kaybeder. Bundan dolayı çoğu kere kullanım dışı bırakılır. O su arıtılmadan içilemez. Aşkta yönünü kaybeden ve üzerine üst üste yükler alan kimsenin durumu da böyledir. Kendi fıtratına, saflığına dönmesi bazen ancak bir hikmet ehlinin tasarrufundan geçmesiyle mümkündür. Böylece diğer menzillerde bıraktığı parçalarını da toplama imkanına sahip olur. O zaman bozbulanık bir su değil, bir dağ suyu, belki bir maden suyu olabilir.

Suyun sürekli menzil değiştirmesi her zaman hayra yorulmayan bir hal değildir. Aşk kalbi sebeplerinin ölçüsüne uymadığını sandığı yeri kolay terk etmekte mahirdir. Bu onun kendi kalbinin şekline uygun bir sapağı arama çabasının sebebi ve sonucudur. Aradığını bulamadığı, bir çıkışa ulaşamadığı zaman, insan özüne dönüp, oraya dökülebilir. Ama bu çok zaman alır. Çünkü aşkın yolu pek hatarlıdır. Sapaklar her zaman kolay çıkış vermeyebilir. Söyle İbrahim, sen yolunu bulabilecek misin?

Su bazen bitkilerden elde edilen kokunun adıdır: Gülsuyu, narsuyu... Akıcı madde sadece meyve vermeye kabiliyetli varlıklardan süzülür. Dağ aşıklar için bereketlidir, içinden onlar için gözyaşı akıtır. Aşkta gözyaşı semeresi bol bir bedenin hayat suyudur. Buradan çıkan sonuç: ‘Ancak güçlüler ve semere verebilenler aşık olabilir.’ Herkes duyarlılığının kuvveti nispetinde su çıkarabilir kuyusundan. Ve çıkarabildiği kadarıyla derindir kuyusu. Bu kuyu kazıldıkça çukurlaşan bir kuyu değildir. Başka varlıkları besledikçe derinleşen bir mahzendir.

Su yananları serinletir, katıları yumuşatır, sıcakları soğutur. Kainatı dengede tutan bir nesnedir hasılı. Her fazlalığı eşyanın fıtri seviyesine indirir. Görünüşte aşkta zıtlıklar hakimdir. Mecnun’un Leyla’sı zayıf ve çirkin biridir. Ama Mecnun ona müpteladır. Mecnun Leyla’nın eksikliğini gidermek, fazlalıklarını eritip, etkisiz hale getirmek, dahası gözünün önündeki perdeyi kaldırıp, gerçek güzelliğini göstermek ister. Onu insanın aşk mekanı olan kalbinin katına yükseltir. Bunun için güzellemeler yazar. Evet İbrahim, aşk tamamlar, ekler, çıkartır, fazlalaştırır, eksiltir, böler, çarpar. Aşk su gibi kainatı dengeler. İbrahim sen kimi dengeliyorsun ve bu dengenin neresindesin?

Su, ‘sularında’ kelimesiyle çağ, zaman ve esnayı belirten bir kelime olarak kullanılır. Böyle bir yakıştırma, ihtimal ki suyun ilk kaynaktan çıktıktan sonra perde perde tozlarla renginin kaçmasının dereceleriyle ilgili bir durumdur. Diğer taraftan dünyanın büyük bölümünün su olması ve suların sürekli met- cezirlerle karaları ölçüp-biçmesi de böyle bir kelimenin dünyamıza girmiş olabileceğini gösterir. Suyun bunlardan her ne sebeple olursa olsun zamanı belirten bir varlık olarak kullanılması insanın aklına ‘aşkın ayarı’nı getirir. Aşk insanın ve kainatın saatidir. İnsan aşk ile kendini kainata ve onun Yaratıcısına göre ayarlar; onların zamanına kendini nispet ettirir. İbrahim sen o saati bulmak istersen, git onu Züleyha’dan sor. Zira Züleyha Yusuf’un saatine ayarlıydı.

Sağlam kaynaktan beslenen bir aşk, zaman gibi büyüyerek kendine doğru akar. Bu suyun kendine akması, kendi kendini yıkamasıdır. Onların farkına varan aşkla yoğrulmuş bir kalp için, artık zamanın ve mekanın hükmü ortadan kalkar. Peşinden onun zamanın ve çevrenin üstünde yaşaması gelir. İçinde ırmakların olduğu cennetin bir gününün, dünyanın binler gününe denk geldiğini hatırlarsan, aşkın kainatın da üzerinde kendine verilen fıtri bir saatle yaşadığı düşünülebilirsin. Kalb aşk sularında (zamanlarında) susuz yaşamaz. Su ise suyunda durmaz, bir anda birden fazla yer ve zamanda bulunabilir.

Kalbi olan insan aşkı ‘su gibi’ ezbere bilir. Onu, suyun bütün ayrıntılarına varıncaya kadar bildiği gibi bilir, ezberler. Her bir harf onda büyük bir muhabbetullah dersidir. Her bir kelime bir duygusunun sahifesidir. Her bir cümle, “cümle alemine” yansıyan kainat kitabının bir cüz’üdür. Kalb ehli aşkın kitabını harf harf yazar, kelime kelime su gibi ezberler. Nasıl İbrahim; sen aşkı su gibi ezberleyebilecek misin?

Aşk da su gibi, su götürür bir dertlenmedir. Herkes pervanesine takılan rüzgarın miktarı kadar sever. Aşkı anlatmaya bu da yetmez. Kimine göre pervaneye gerek yoktur aşk kuyusunda; kimine göre kova lüzumsuzdur. İşte bunlar da ilki gibi su götürür (!) meselelerdir. Sahi İbrahim, senin hiç kuyun oldu mu, derin bir Züleyha’n oldu mu? Yada engin bir Züleyha oldun mu? Sahi bir kova oldun mu bir kuyuda, bir Yusuf oldun mu bir suda?

Aşkta suyunca gitmek önemlidir. Kainattaki yaratma kanunlarına aykırı fiiller, insanı aşkın merkezinden uzaklaştırır. Çünkü sevmek zıddını yada benzerlerini göstererek sevilenin değerini artırma halidir. Bundan dolayı eşyanın mahiyetini, onun şifrelerini iyi anlamak gerekir. Demek aşkın suyuna dalmadan kainatın suyuna göre gidilemiyor. İbrahim sen kimin suyunda suyunca gidiyorsun?

Suların en değerlisi zemzemin, ilk kaynamasıyla ikinci kaynaması, su ile aşk denklemi hakkında en güzel örnek olsa gerek İbrahim. İbrahim (as) (senin bu İbrahim’le ilgin yok) cariyesiyle eşinin izniyle evlendikten sonra, eski eşinin yeni eşini kıskanması üzerine, yeni eşini oğlu İsmail ile beraber bu günkü zemzem suyunun bulunduğu yere getirdi. Burada susuz sahrada İbrahim’in ayrılığı ile kavrulan cariyesinin (yeni eşinin) Allah’a kuvvetle dua etmesi sonucu topraktan zemzemin fışkırması ne kadar anlamlıdır. (Eğer cariye zemzemin etrafına havuzcuk yapmasaydı, bu suyun şimdikinden çok fazla olacağı şeklinde rivayetler vardır. Bu doğruysa buradan şu anlam çıkabilir: İnsan aşkını bastırmak için, onu su yüzüne çıkarmamakta çok da ısrarlı davranmamalı. Çoğu kere kendini akıntıya bırakmalı.) Sahi İbrahim; senin hiç birisi için sabrettiğin veya ısrar ettiğin oldu mu?

Aşkla yaratılan kainatın ve insanın hayatı yine suyun varlığının beklenen nispette devamıyla mümkündür. Dörtte üçü su ile örülü insan bedeni ile kainat aşk-su denklemine göre düşünüldüğünde hayatın her yanına sızan bir sudan yani aşktan bahsedilebilir. Bir güzel insan Bediüzaman, Kayyumiyet isminin (Kainatta Allah’ın iradesinin sürekli canlı olması durumu) nispetini anlatırken suyun suretinde akseden güneşin ışınlarını örnek vermesi ne kadar da manidardır. Demek kainatta süreklilik Kayyum isminin suda aşkla tecellisi ile mümkün. İbrahim sen hangi suda doğuyor, hangi aşkta batıyorsun?

İbrahim, insan, su ve toprağın birleştirildiği bir balçıktan yaratıldı. Toprak ölümü örten bir varlık olarak sudan ayrılınca, insanın eksikliği ve yalnızlığı başladı. Oysa her canlı sudan yaratılmıştı. Su denge aracı olarak insanın ve eşyanın dibinde birikince, insan ağırlığını yitirip, olgunluğunu kaydedip, nehir yatağındaki su gibi sürekli bedenini sağa sola savurdu. Ne zaman ki toprağa ulaştı; işte o zaman kemale erdi. Su senin sevdiğin, sen hangi topraksın İbrahim?

İnsan suyun sulbünden aşka hamile kalmış bir kere. Sudan geldiği için suyun en saf, en arı halleri olan gözyaşı ve yağmuru seviyor. Yağmur rahmettir. ‘Gözyaşı vadisi’ Bekke’de (Mekke) yeşeren ve alemlere rahmet olarak gönderilen O saflaşmış, berraklaşmış M. Mustafa’ya (sav) göre ‘Gözyaşı rahmettir’. Bölündüğü toprağın bir kısmını gökte arayıp, gökte bir tarafı kalmış gibi sürekli oraları gözleyip, ağlaması (bilerek/bilmeyerek) ayağının altındaki çölü sulamak içindir. Kim bilir belki de çıplak ayakları ile toprağın üzerinde gezinirken, ayakları yandığı için içindeki sular buharlaşıp, aşkyaşı / gözyaşı olarak dökülmektedir gözlerinden. İnsan sular gibi, gözyaşı gibi aşka acıktıkça acıkır... Zaten onun ‘...gözlerini ancak toprak doyurabilir’. O suları yalnız toprağın bağrında barındırabilir. Suyun topraktan ayrılışını fark ettiğinde rahmet peygamberinin sözü duyulur: ‘Ne kadar seversen sev, ayrılacaksın’. Ayrıldılar ve hep gökten bir şeylerin geri dönmesi için yıldızları suladılar asırlarca dualarla. Sen hangi dualar etmektesin İbrahim? Şimdi sen kimin dualarından geçmektesin İbrahim?

Yağmurun teni M. Mustafa (sav) ‘Allah’ın yarattığı ilk şey benim nurumdur’, der. O bir yanıyla toprak, bir yanıyla sudur. Yüzünü toprağa çevirmiş ölümü bekler, diğer yüzünü suya (sahabelere) sunmuş suretini seyreder. Hayatın ‘öküz ve balık’ yani toprak ve suyla devam ettiğini söyler. Suya akar o zaman. Eşya büyük bir ırmak olup, aşkla onun denizine dökülür. Sen kimin denizine dökülüyorsun İbrahim?

Kız uykuda, oğlan suda büyür. Sevdiğin sürekli uyuyor, sana hiç cevap vermiyor. Onun için gün geçtikçe gözünde büyüyor. Sense bu durum karşısında gözyaşlarına gark oluyor, gözyaşlarınla yıkanıyorsun. Yıkandıkça büyüyorsun. Sen büyüyorsun ama sevdiğin böyle uyumaya devam ettiği müddetçe senden daha fazla büyüyecek. Sen kime doğru büyüyorsun İbrahim?

Su insanı güzelleştirir. Her damlası vücuduna dokundukça bir kilim gibi ilmik ilmik dokur seni. Su seni dokuyarak güzelleştiriyor; sen kimi okuyarak güzelleştireceksin sevdiğini İbrahim?

Gökler ve yer bitişikken onları birbirinden ayıran Zat toprağı tabanda, suyu da bulutların balonlarında istiflemiştir. İhtiyaç halinde istifin bazı balyalarını yağmurun asansörü ile toprağa indirir. Aşıkların boşuna değildir göğe bakıp durmaları. Kendilerini tamamlamak, yenilemek için bu suyu ararlar gökte aslında. Çünkü gökler ve yer birbirinden ayrıldıktan sonra Adem ve Havva da ayrılmışlardır. Gökte ay nasıl ayrılıp sonra birleşti ise, su nasıl iki hidrojen bir oksijenle birleşti ise Adem ve Havva da öyle birleştiler birbiriyle. Habil işte o sudan doğdu. Kabil işte o suda boğuldu. Sen kimden doğdun İbrahim? Sen kimde boğulacaksın İbrahim?

Su gibi insan da başladığı yere dönmüştür aşk sayesinde. Havva ve Adem’in tekrar cennete dönüşü gibi. Sen Nereye dönüyorsun İbrahim.

İçindeki putları kır İbrahim. Sular da kırılır İbrahim. Bak ben de kırılıyorum. Sen elindeki aynayı ne zaman kıracaksın İbrahim, İbrahim, İbrahim.

...

Su birdenbire duruldu, ince bir damar gibi akmaya başladı. İbrahim aynanın içine girdi ve suyu takip etmeye başladı. Anladı ki, aynaya girmeden, ayna olmadan su olunmuyor; su olmadan da aşık olunmuyor, aşık olmadan da aynalardan dolup taşınılmıyor.

  22.05.2008

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut