Mirac ve Sünnet

RESUL-İ EKREM'İN (a.s.m.) mirac'ını nasıl yorumladığının, bir insanın başkaca özelliklerini de haber veren bir turnusol hükmünde olduğunu söylesek, galiba yanlış söylemiş olmayız. Mirac Risalesi müellifinin de belirttiği üzere, bu mirac, "erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir;" dolayısıyla, mirac üzerindeki tereddütler, imanın asıllarında düşülen bazı zaafların habercisidir.

Bu bâbda, meselâ miracı bedenen değil, yalnızca ruhen gerçekleşen bir yolculuk, bir nevi rüya olarak değerlendiren kimi kesimler vardır; ve böylesi kişilerin aynı zamanda "modernist İslâm"ın bayraktarı olması manidardır.

Zira, modern dünya insanı kuru ve mutlak bir akılcılık aşılamakta; herşeyi sebepler dairesinde açıklama iddiası taşımaktadır. Modernist olan, dolayısıyla determinizm mahkûmu "modern akl"a teslim olan biri, bedenen miracı gerçekleşmesi elbette hem zaman, hem mekân itibarıyla mümkün görmez. Çünkü, onun mekânı şu üç boyutla sınırlıdır; keza, "bast-ı zaman" gibi ona göre "olağanüstülük"lere dünyasında pek yer yoktur. Dahası, zamanın izafîliği konusunda, bir modern olan Einstein kadar kafa yormuş değildir; çünkü, 19. asır pozitivizmini henüz aşmamıştır.

Mirac, bu bakımdan, her bir şeyin varoluşunu nasıl anlayıp açıkladığımız konusuyla ilgilidir. Yağmurun yağışını buluttan, taşın düşmesini yerçekiminden bilen biri, Resul-i Ekrem'in Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya ve oradan semavî menzillere, tâ Sidretü'l-Münteha'ya kadar uruc edişini elbette anlayamaz. İnsan, şu kalın sebepler perdesini aralayıp incelttiği, diğer bir deyişle bu kalın perdeleri şeffaf "pencere"lere dönüştürdüğü ölçüde miracı anlama noktasına yaklaşır. "Sebeplilik" problemini çözemeyen, miracı ya takliden kabul etmeye, yahut te'vile kalkışıp "rüyadır, rüya gibi birşeydir" demeye mecburdur. Zamanı ve mekânı Sani-i Zülcelâline teslim edemeyen, zaman ve mekânın bilinen sınırları içinde düşünüp akletmeye mahkûmdur.

Yine miraca bakışın, melekûtu nasıl anladığımız, "cisim" denilen şeyi nasıl gördüğümüz, Muhammed-i Arabî'yi (a.s.m.) nasıl tanıdığımız ile elbette ilgisi vardır. Onun Muhammed-i Latîf olduğunu bilen biri, bedenen miracı nasıl akıldan ırak görebilir? O, ruhunun tertemiz bir ayna olarak dosdoğru Rabbini görüp göstermesinin, yani ruhundaki letafetin ve şeffaflığın talimini o derece güzel yapmıştır ki, sair kabiliyetleri, duyguları, hatta cismi dahi dosdoğru Rabbine müteveccihtir. Resul-i Ekrem'in gölgesiz oluşu, onun ulaştığı bu letafetin mucizevî bir delilidir. Gölge, aydınlık katı bir cismin üzerine yansıdığında gerçekleşir. Zaten saydam olan, her zerresi ile O'nu tesbih eder hale gelen bir cismin niye gölgesi olsun ki? Aynı 'cismen dahi latif olma' sırrının başkaca mucizevî örnekleri de vardır. Meselâ, onun eline aldığı taşların insanların anlayacağı dilden Rablerini anışları, onun eline aldığı bir kertenkelenin kelime-i şehadeti terennüm edişi.. bunun örneğidir. Böyle nuranîleşen bir cisim ve cesed, elbette latif ve şeffaf olan ruh-u Muhammedî'ye arkadaş olacaktır.

Bizim, başka pek çok kritik konuyu imanî bir temelde algılayıp algılamadığımızı ele veren Mirac hadisesinin, yine hepimize, bu arada bilhassa "modernist"lerin derdine bakan bir veçhesi daha vardır. Selef-i salihîn arasında, mirac ile sünnet-i seniyye arasındaki alâka üzerinde ciddi bir müzakere sözkonusu olmuştur. Bilinen en net izah, onun "velayet"i ile Mirac'a çıkıp, "risalet"i ile geri döndüğüdür. Yani, halktan Hakka elçi olması, bütün mahlukatın tesbihat ve tahiyyatını Rabbine ileten en mükemmel kul olması hasebiyle Mirac'a davet edilmiş; ve Rabbi tarafından, O'nun esmâ ve sıfatını en a'zam mertebede bildirmek üzere, resul olarak halka gönderilmiştir. Bu bakımdan, Mirac, Resul-i Ekrem'in, Mirac-öncesi hayatına dair ilahî bir teyid hükmündedir. Mirac ile, Rabbü'l-âlemin, onun o güne dek sergilediği hal ve tavırların, Kendisine tam bir kul olmanın icaplarını bihakkın taşıdığını tasdik etmiştir.

İşte, selef-i salihînin bu muhakemeden çıkardığı ders, miracın Resul-i Ekrem'in sünnet-i seniyyesinin Allah indinde mucizevî bir surette tasdiki anlamını da taşıdığıdır. Mirac ile, Rabbü'l-âlemîn, onun "sıradan" görünen tavır ve hallerinde bile bir ubudiyet talimi, bir esma-i hüsna dersi bulunduğunu teyid etmekte; dolayısıyla bizi de sünnet-i seniyyeyi lâyıkınca ciddiye almaya davet etmektedir.

Gariptir, Miracı daracık modern aklına sığıştıramadığı için "ruhanî bir yolculuk"la veya "rüya"yla izaha kalkışan insanlar, Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) sünnet-i seniyyesini de ya aklına sığıştıramadığı--açıkçası, nefsinin işine gelmediği yerde--bu sünnetin bildirildiği hadisleri mevzu, sahih değil vs. bahanesiyle inkâra ya da tevile kalkışanlar veyahut "yaşayan sünnet" gibi sünnetin aslını bozmaya mâtuf müthiş fitneler tezgâhlayanların da ta kendileridir.

Allah cümlemizi Mirac'ın dersini alan, böylece ruhunu cesedine hapsetmekten vazgeçip cesedini ruhuna arkadaş eden; mülkün ardında melekûtu, sebeplerin ardında kudret-i mutlakayı her daim gören; ve de Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) sünnetini hayatının ekseni kılan insanlardan eylesin.

Mirac gecemizi buna mümasil binler sır içinde idrak etmemiz duasıyla.


Bu yazı Metin Karabaşoğlu’nun Hakikatin Dengesi kitabından alınmıştır: http://www.karakalem.net/kitap.asp?book=171

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut