Aşk Merkezinde Muhabbet ve Muhatabiyet

İNSANIN MADDİ azaları olan kalb, beyin, mide gibi organları bedenin ayrı ayrı cüzleridir. İnsanda farklı farklı işlevleri yerine getiren bu organlar birbirlerine hem fiziken, hem de görev icabı bağlıdırlar. Bu yakınlık ve bağa rağmen onların ayrı adlarla anılması söz konusu organların tanımlanması ve sınırlarının çizilerek anlamlandırılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır.

İnsanın manevi azaları olan akıl, kalb ve ruh gibi cihazat da insan maneviyatının cüzleridir. İnsanda farklı duygu, düşünce ve davranış vazifelerini ifa eden bu organlar birbirlerine letafet-kesafet bağı ile bağlıdırlar. Azalar kendi aralarında çok latif (kesif) olandan az latif (kesif) olana doğru sıralanırlar. Burada genelde sıralama kesiften latife doğru nefs (kısmen cismani, kısmen manevi), akıl, kalb, ruh, vicdan, sır... şeklindedir. Bunlar kendi aralarında geçişli bir ilişkiye sahiptirler. Dolayısıyla zaman zaman birbirleri ile karıştırılırlar. Ortaya çıkan bir duygu, düşünce veya davranışı kimisi kalbin, kimisi ruhun, kimisi de bir başka manevi azanının mahsulü olarak görüp, değerlendirebilir.

İnsanın Rabb’iyle ilişkisi 20. Mektup’ta da anlatıldığı üzere iman-ı billâh, iman-ı billah içindeki marifetullah, marifetullah içindeki muhabbetullah ve muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniye şeklindedir.

Bu durumu insanın diğer varlıklarla, özellikle karşı cinsle olan ilişkisine de uyarlayabiliriz. Bu anlamda insanın diğer varlıklarla ve karşı cinsle olan ilişkisi genel olarak “muhatap” ve “muhabbet” merkezinde ilerler.

Kalb, ruh, vicdan vb. manevi latife ve azalar birbirleri ile kesin çizgilerle ayrılamadığı gibi “muhatap olmak” ve “muhabbet etmek” kavramları da birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaz. Bunlar birbirinin mütemmim cüzü gibidir. Muhabbetsiz muhatabiyet mümkün olmadığı gibi, muhatap olmadan muhabbet etmeye çalışmak da mümkün değildir. O halde karşı cinsle ve diğer varlıklarla olan ilişkimizde muhatap olmak mı, yoksa muhabbet etmek mi öncelikli olacaktır?

Muhatabiyet ve muhabbet birbirine bu kadar yakın olduğuna, bu kadar birbirini tamamladığına göre “muhatap olmak” ve “muhabbet etmek” kavramlarını esaslı bir şekilde tarif ve sınırlarını tespit etmek gerekiyor.

İlk elden şunu söyleyebiliriz ki, bir şeye “muhatap olmak” aklın, bir şeye “muhabbet etmek” ise kalbin eylemidir. Akılda ilim, kalpte feyz vardır. Nasıl ki kalb aklı, akıl da kalbi beslerse, muhatap olmak da muhabbet etmeyi, keza muhabbet etmek de muhatap olmayı besler. Buna göre muhatap olmayı “birini anlamaya, tanımaya, siret güzelliğini tatmaya, tartmaya ve tarttırmaya çalışmak”; muhabbet etmeyi ise “birini veya bir şeyi sevmek” olarak tarif edebiliriz.

Muhatap olmak her şeyden önce bir tefekkür ve anlamaya çalışma halidir. Kişi sevdiğini tefekkür ile anlamaya çalışırken bir noktadan sonra tefekkürden teşekküre geçebilir. Yani muhatabiyet hali muhabbet haline dönüşebilir.

Muhabbet etmek her şeyden önce bir teşekkür halidir. Kişi sevdiğine daha başlangıçta muhabbetle bağlanarak gerekli-gereksiz ona teşekkür eder bir hale girer. Çoğu kere onda olmayan güzellikleri bile onda varmış gibi telakki eder. Zira muhabbet ehli muhabbet ettiği şeyde bahaneler aramaz ve kusurlarını görmek istemez. Kemaline işaret eden zayıf emareleri kuvvetli hüccetler hükmünde görür. Daima sevdiği tarafındadır. Sevdiğinin taraftarıdır. Bu durumda teşekkürden tefekküre yani muhabbet etme halinden muhatap olma haline geçmek hayli zordur.

Muhabbet iki taraflı, muhatap tek taraflı bir ilişkidir. Muhabbet “karşılıklı” olduğu müddetçe devam eder. Mevlana’nın Şems’e söylediği gibi sevilen sevmeyi sürdürmediği müddetçe seven sevgisini ebediyen sürdüremez. Muhabbet bir yerde kırılır. Ama muhatap olma karşılık alma beklentisi içermediğinden karşısındaki ona muhabbet etmese de muhatabiyet devam edebilir.

Kişi muhatap halinde karşısındakine mana-i harfi ile nazar eder. Karşısındaki kişiye duyduğu ilgi ve alakayı bir fonksiyon haline dönüştürür. Muhabbet sıfatlar itibariyle olduğundan onun eksilerini bir tarafa, artılarını diğer tarafa koyar. Çıkan sonuca göre durumu değerlendirerek o kişinin muhabbete layık ve alaka-i kalbe değer bir kişi olup olmadığına karar verir.

Kişi karşısındakine bütün manevi duyguları ile muhatap olmaksızın muhabbet makamında nazar ederken çoğu kere mana-i ismi halindedir. Kişi bu durumda karşısındakinin şahsi kemalatını ve zati cemalini ön plana çıkarır. Bu muhabbet ise muhabbetullaha vesile olmak yerine perde olur.

Risale’ye göre muhabbet sıfatlar itibariyle olmalıdır. Mana-i ismi ile sınırlı kalmamalıdır. Bu sıfatlar vücud, hayat, marifet, iman, beka, rahmet ve şefkat lezzetleri ile nur, basar, kelam, kerem, siret, suret hüsünleri ve kemal-i zat, kemali-i sıfat ve kemal-i efal olmalıdır. Hakiki muhabbet gayrın tasavvuruna bina edilmemeli, zatında bulunmalı ve bizzat bir hakikati mukarrere olmalıdır. Muhabbete layık olan şey ancak ona gerçek anlamda muhatap olunarak anlaşılabilir. Muhatap sıfatlarla onun muhabbete layık olup olmadığını tartar.

Muhatap makamı hitap makamıdır. Sevgili sevenin kalbindeki rahlede kendini sevene anlatmaktadır. Kişi ruhen ulvi olmadığı müddetçe asla doğrudan doğruya hitaba mazhar olamaz. Dolayısıyla asla aşkı ve sevgiliyi bütün boyutları ile tanıyamaz ve tanıtamaz.

Halil (dost) ve Habib (sevgili) ... Ucu Mevla’ya çıkan bir Leyla yolculuğunda kişinin uğradığı ilk uğrak dostluk makamıdır. Zamanla dost olunan kişiye karşı muhatap olabilme kaygısı uç verir. Muhatabiyet kemal derecesine geldiğinde muhabbet hasıl olur. Bu anlamda dost muhatap, seven muhabbet ister. Dost anlaşılmak, seven ise sevilmek ister. Sevilen kişiye nev-i beşer, belki kainat namına muhatap olan bir zatın geniş makamından bakan kişi Leyla’nın değil Mevla’nın “huzur”undadır.

Muhatap dostluğu, muhabbet sevgili olmayı netice verebilir. Kişi karşısındakine muhatap olarak onu anlamaya ve tanımaya çalışırsa ona halil ve dost olabilir. Karşısındakine muhabbet eden kişi de uzun vadede onun sevgisini kazanarak sevgilisi olabilir. Gerçek şu ki dostlukla başlayan bir ilişkinin aşka ulaşarak evlilikle sonuçlanması çok kuvvetle muhtemeldir. Fakat aşkla başlayan bir ilişkinin dostluğa dönüşmesi çok zordur. Aşk iki insan arasındaki en yüksek perdeden ilişkidir. Dolayısıyla daha ötesi bulunmamaktadır. Aşkını yitiren bir kişinin eşiyle olan ilişkisi “seviyeli/saygıya dayalı bir beraberlikten” öteye geçemez. Bitmiş hiçbir aşk dostluğu kaldıramaz. Kaldırabiliyorsa bu aşk değildir. Bu hal olsa olsa karşıdaki kişiye duyulan hürmet veya merhamettir.

Muhabbet ehli kişi karşısındaki kişiye kendini tanıtmak, tattırmak ve tarttırmak ister. Bütün varlığı ile kendini sunar. Böylece sevmek ve sevilmek ister. Karşısındaki kişinin külli bir muhatap ve cami bir ayna olmasını ister.

Kişi karşısındakine muhatap iken niyaz halindedir. Oysa muhabbet makamında niyazdan ziyade “naz” halindedir. Çok nazlıdır. Çabuk küser, her şeye kırılır. Aşka bedel ödemeyi göze alamaz. Bunun için niyaz etmeden, naza geçerek sevdiğini elde etmeye çalışır.

Muhabbette zikr-i kalbi, muhatapta tefekkür-ü akli vardır. Kişi aşk makamında sürekli kalbinden bir şeyler geçirir. Senaryolar üretir. İçbuluşmalar ayarlar, içkonuşmalar yapar. Kişi muhatap makamında ise “ne yapsam, nasıl etsem de bu meseleyi bütün boyutları ile zararsız ziyansız çözebilsem?” diye düşünür.

Muhatap olunmadan yapılan bir muhabbet hemen her seferinde büyük bir musibet olur. Zira gayr-i meşru muhabbetin neticesi merhametsiz azap çekmektir. Eğer kişinin Leyla’sı ile olan irtibatı onu Mevla’ya ulaştıramayacak minvalde ilerliyorsa bir gün kendi kendine azap çektirmesi ihtimalden uzak değildir. Değil mi ki muhabbet muhatabane bir marifet ile olmadığında musibete ve adavete kalbeder. Değil mi ki bazen adavet şiddetli muhabbetten gelir.

...

Zeyl: Günümüz insanı bizler hissetmeyi tefekkür etmenin, muhabbet etmeyi muhatap olmanın önüne koyuyoruz. Böyle bir dönemde iki insanın birbirine muhatap olarak muhabbet etmesini istemek bizler açısından bir “bedel” niteliğini taşıyor ki, hemen hiçbirimiz akibeti ne olursa olsun böyle bir bedeli ödemeye razı değiliz. Keza bu çağ heves çağı olduğu için sevdiğimizi ancak havaslara mahsus bir duyarlılıkla tanıyarak ve anlayarak muhatap olma halini hemen hiç kimseden bekleyemiyoruz.

Evet, anlamadan seviyoruz, sonra da pişman oluyoruz. Anlayarak sevmek gerekiyor oysa. Zira muhatabiyetin zıddı yok. Ama muhabbetin zıddı var:Adavet. Bir gün bize adavet besleyen birisiyle karşılaşmak istemiyorsak daha ilk baştan muhabbet ettiğimiz şeye karşı gerçekçi bir şekilde muhatap olup, onu anlamaya çalışmak gerekiyor. Bu kişi bizim neyimizi karşılıyor? Neyimize iyi geliyor? Her şeyden önemlisi bu kişi bizim neyimiz oluyor?... Bir aşk ilişkisine girişmeden önce bu soruların cevabını yerli yerine oturtmak gerekiyor.

Biz hakiki aşkı ve dostluğu anlamadığımızdan bize muhatap olarak bizi sevecek kişileri yanımızdan uzaklaştırıyor, bize muhatap olmadan muhabbet edip, gururumuzu okşayan kişileri yanımızda tutuyoruz. Hal böyle olunca bizi anlamadan seven kişilerin aslında bize adavet ettiklerini anlayamıyoruz. Bunun için muhabbet ve muhatabiyet anlamında öyle açmazlar yaşıyoruz ki çoğu kere muhatap bile alamayacağımız kişilere muhabbet besleyip aşık oluyoruz. O muhabbet duygusuyla sevdiğimizi değiştirmeye, dönüştürmeye, onu kendimize muhatap etmeye çalışıyoruz. Bunu ne kadar başarabiliyoruz tartışılır. Gerçekte hem muhatap olacağımız, hem de muhabbet edeceğimiz insan sayısı şu dünyada o kadar az ki. Ama biz çoğu kere bunun farkına varamıyoruz. Bunun için mazi olan arka bahçemiz “ex (ölü) aşklar” mezarlığına dönmüş durumda.

Zeylin Zeyli: İnsan sevdiğinin kendisine hem muhatap olmasını, hem de muhabbet etmesini ister. Şu halde ilk önce bizler muhabbet ettiğimiz şeye muhatap olabilmeliyiz. Muhatap olduğumuz şeye de muhabbet edebilmeliyiz. Zira muhatap olmak bir zaman sonra muhabbet etmeyi sonuç verebiliyor. Ama her muhabbet muhatap olmakla sonuçlanmayabiliyor. Bunun için muhabbeti muhatabiyeti kapsayacak şekilde içselleştirebilmeliyiz. Muhatabiyetten gelen gelen muhabbeti bir maye ve iksire dönüştürebilmeliyiz. Belki o zaman bizi kulluğun özü olan muhatabane müebbet muhabbete çıkaracak bir sevgiliye ulaşabiliriz.

  21.04.2008

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut