Açık yol

ZAMANIN ÜSTÜNDE zaman içre konuşan Bediüzzaman, bütün mal varlığını elinde çantayla taşımakla dünyalaşan dünyalılara adeta meydan okur…

Akıntıya karşı tek başına kürek çekme, dünyaya hâkim zihniyeti karşı dik duruş ve dikiliş; kuru bir söz, süslü bir lafız değil, bir ömre sığdırılmış inanç ve aksiyon… Ölüme hakikat adına hayatıyla haykırma, dünya bütün ihtişamıyla ona gelirken elinin tersiyle itebilme cesaretini gösterme; ömrünü ne büyük bir ulvi dava ile geçirdiğini gösteriyor…

Dünya adına kaybedecek bir şeyi olmaması, dünyayı meydan okutacak güç veriyor ona… Gücü güçsüzlükte, varlığı yokluğa ermekte, zenginliği fakrında, izzeti zilletli her şeyi ile ret etmesinde… Kendisine teklif edilen yalıları, makamları, menfaatleri, rütbeleri kabul etseydi asra böyle hür ve gür bağırabilir miydi? Bağlayıcı en küçük bir tiryakiliği bile kabul etmemesi, kendisine hükmetmek isteyenlere verdiği en güçlü bir cevap…

Küçük zevk tiryakiliklerini bile kabul etmemesi onu daha da hürleştiriyor, deni dünyaya bağlayan bütün bağları kesmesi, tutulamaz bir zindelik veriyor… Sürgünler, hapishaneler coşkun bir nehir gibi akan enerjisini durduramıyor…

Ya padişahların, paşaların tekliflerini kabul etseydi, hediye ve sadakaları alsaydı, medeniyetin uyutucu oyunlarına ilgi duysaydı; ter ü taze, berrak mı berrak Risale-i Nur, bu sadelik ve zindelikte olabilir, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüllerde tesir edebilir miydi?

Bu aynada şimdililerde kendimizi seyretsek ne görürüz acaba? Ya da bakmaya cesaretimiz var mı? Halimiz Hakkın hatırını âli tutan bir hal mi? Tevekkül, kanaat ve iktisat hayatımızın neresinde? Dünyalık eşyalarımızı taşımak için kaç kamyon gerekli? Kesben ve kalben terk dengelerini kurabildik mi? Medeniyet adına her gün yenisi çıkan uyutucu ve uyuşturucu zevk ve meşguliyetlerden ne kadar kaçabiliyoruz veya kaçmıyor muyuz artık?

Teviller teviller teviller… “Hilesizlik en büyük hiledir”i kendi hilekâr nefsimize karşı uygulamayıp, aklımız ve kalbimizle emmare nefsi ablukaya almadıkça dünyaya meydan okumalarımız cılız kalacaktır… Bırakın bağırmayı kendi sesimizi kendimiz bile zor duyacağız; sadece örnek vereceğiz Bediüzzaman’dan, talebelerinden…

Onlara kimse bir şey demiyor, diyemiyor zaten… Mesele bizleriz; izi aynı tazelikte takip edemiyoruz… Sebepler cihetinden çok zenginiz, hakikatleri hayata aktarma noktasında fakir… Fakiriz çünkü eşyamız çok, tiryakiliklerimiz fazla, bağımlılıklarımız büyük…

Ve ceza, cinsiyle dünya cihetinden geliyor; vurdukça vuruyor sıkıntılar, bir okşuyor yüz belki bin tokat vuruyor dünya… Ya ayılın; kalbinizdeki bütün eşyaları bir elinizde taşıyacak kadar azaltarak hafifleyin ya da kamyonlarca eşyayı, Tırlarca zırvaları sırtınızda belinizde taşıyarak ağırlaşın… Ne sesiniz çıkar, ne de soluğunuz; ne hürlüğünüz kalır, ne gürlüğünüz… Konuşursunuz yine de, siz söyler siz dinlersiniz, yazarsınız yine de, siz yazar siz okursunuz…

Elindeki çantayla dünyaya basan, zamana yürüyen Bediüzzaman’ı düşünmek ve yürümek ardından… Kaç dünya, kaç zaman var aramızda bilinmez; bildiğimiz Kur’ani yolu, Nebevi caddeyi gösteren izini kaybetmemek. Ağırlıkları atarak, tiryakilikleri bırakarak yürümek, yürümek, yürümek… Yetmez koşmalı, öyleyse eşyaları biraz daha atmak lazım; akıl nezaretinde kalp boşluğu, yürek serinliği ile yürünür bu yol… Yolumuz açık olsun.

  24.03.2008

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut