SEN ÇOKTAN BÜYÜMÜŞSÜN

Halil Köprücüoğlu

Genç akademisyenlerden olan bir kardeşimin yeni çıkacak kitabına “BİR GARİP SUNUŞ”tur.


BİR YAZAR “Yazarın, yazının ve dahi okumanın hak ettiği değeri görmediği bir toplumda böylesi maceraya kalkışmak, deli cesareti gibi bir şey olmalı.” diyor.

“Önce düşüneceksin, tembelliğe düşkün zihnini çalıştırmayı ihmal etmeyeceksin, hemen her türlü olumsuzluğa göğüs gerecek kadar mangal gibi bir yürek olacak sende.

“Kurtlar Sofrası”nda “Bu da neci oluyor?” gibi lâkırdılara aldırmadan, bu kıldan ince ve kılıçtan keskince yolu arşınlayacak kadar sabır yüklü olacaksın. Sabır taşı olacaksın çoğu zaman.

Ne kadar baksan da etrafına bakmayı asla ihmal etmeyecek, her an ve mekânda bakmanın püf noktalarını keşfedeceksin.-Bu âlem-i kevnü fesadın bütün sıkıntılarına rağmen- Kalbinden çıkanı aklın tutacak ve kalemin duyacak kadar hassas bir ruh iklimini yaşayacaksın.

İşte bu sırdandır ki, yazı yazmak hayatın ânına, geçmişine ve geleceğine, “Ben varım!” diye haykırmak, tarihe not düşmektir bir bakıma.”(H.F.)

Düşünüp de yaşadıklarını yazmaya değer bulmasa, yazmazdı. Bu eserinde de, diğerleri gibi anlattıklarında O’na katılmamak mümkün değil, deyip; siz de O’na hak vereceksiniz.

O, bir bakıma R.Nur okumalarında ezber bozmaya çalışmakta, onlardan nasıl bir okuyucu olmak gerektiğini çıkarmaya gayret etmekte; bu okumalarda analiz ve sentezler yaparak, teklifler üretmektedir. Bunu, bizi okumalarımızla yüzleştirerek, müzakereli, tahkikli özgür okumalar dediği bir tarzı seslendirerek ve tatbikini göstererek yapmaktadır. Hatta bu teklifini, yazı seviyesinde bırakmayıp, il il dolaşarak bizzat seminerler tarzında da ortaya koymakta, Nurları herkes için bir başucu kitabı haline getirmeye gayret etmektedir.

Hatta O’nun, R.Nurlarla, hayatı anlamlandırmaya çalıştığı da rahatlıkla söylenebilir. O, bir bakıma, bütün idealleri, hayatın gerçeklerini, günlük hadiselerin üstüne çıkarak Nurların rehberliğinde Kutsi Kaynaklarla realize etme gayretindedir. Bunu yaparken sınırları zorlamanın gerekliliğini de ifade eder. Çünkü ona göre hakikatleri daha derin boyutlarıyla kavrama, onlardan manen istifade etme çok önemlidir.

Sahabenin bile korktuğu bu kimliksizlik asrında Nurlardan alternatif duruşlarla ilgili prensipler çıkarma çalıştığını siz de göreceksiniz. Dindar ailelerin hayatlarındaki yanlışları sorgularken de; Nurların okunması, kardeş ağabey ilişkileri, Enenin yanlış anlaşılması gibi detaylarda da onu dinlemek hepimizin menfaatine olacaktır..

O, önceleri kendini bir “Yalnız Adam” olarak ifade etmekteydi. Çünkü O, fikren, “Sürüden Ayrılma Zamanı”nı ilk kavrayanlardandır. Fakat zaman O’nu tekzip etti. Çünkü ayni dertlerden muzdarip çoklar, sosyal hadiselerin yavaş gelişmesine zıt olarak, pek kısa bir zamanda O’nun ve arkadaşlarının yanında yer alıverdi.

Nurlara Adem-i merkeziyetçi bir bakış kazandırmak onun hedefleri arasında sayılabilir. O, gerçekten hayatı ve hakikatleri didik didik etmek arzusuyla yanmaktadır.

Batıyı, ırkçılığı derinlemesine eleştirirken, medeniyetin kutsalları karşısında, Vahiy ekseninde birleşme ile ilgili güzel teklifi hepimizin kalbinde hemen ma’kes bulacaktır.

O, bütün dünyevi felsefelere karşı Vahiy kaynaklı çareler üretirken, dünyaya gelişimizi ciddi sorgularken, meseleyi ortada bırakmamakta, bizlere iki cihan saadetine ait prensipler de arz etmeye çalışmaktadır.

O’nu daima değişerek gelişmekten, gelişerek değişmekten bahsederek; R.Nurları her gün yeni baştan, hem de sanki daha önce hiç okumamışçasına ve nefis muhasebesiyle birlikte okumanın önemini anlatmaya çalışırken, daima bunu dillendirmeye emek sarf ederken göreceksiniz.

Biraz sonra “Bir gün ben de büyüyeceğim “ diye ettiği dualar, çoktan kabul olmuş birisinin fikir bahçelerinden birinde, zevkle cevelan edeceksiniz... Siz de onunla birlikte fikren, hissen biraz daha büyüyeceksiniz.

Ancak düşündüğü gibi değil; sevgiler O’na zarar vermemiş, kimliğini kaybetmeden büyümüş. Gördüğüm kadarıyla diploma öncesiyle sonrası karakteri çok fark etmemiş.

Sadece evinde ve Üniversitede bulunan “sıradan bürolarına” kâinatı, çalışma zemini, cevelan sahası olarak eklemiş. Buralarda baharları, cennet bahçelerini bir biri arkasına, hakikati algılamakta pencereler haline getirip, hakaik-ul hakikati perdesiz görme usulünü öğrenmiş. Artık O’nun için “kasvetli perdeler” kalmamış demek doğru olur.

Altından nehirler akan mekânlardaki sallanan koltuklarda, dünya hatıratını yâd eden ebedi arkadaşlara, “tuhaf arkadaşlar” dediğine bakmayın. Arkadaşlıkların yok olduğu bir zeminde, ebedi dostlukların anlaşılmazlığını, kinayeli olarak, öyle vurgulamak istemiş olmalı, diye düşünün.

İnanıp dava edindiği Kutsalı ayağa kaldırmak için, şiir dâhil bütün meşru tutkularını bile sona erdirdiğine, bütün fani zevkleri terk ettiğine, özlemlerini dizginlediğine yıllarca şahitlik ediyorum. Siz de okuduğunuz satırlarla hep bunu göreceksiniz.

Bütün bunlarla birlikte tabiî ki saadeti bulamamış, muzdarip birisi de değil. Onu, eserlerinde ve hayatında hep Nurun ölçüleriyle iki cihanda da gülmeyi öğrenenlerden birisi olarak müşahede ettim. Siz de okudukça buna kanaat getireceksiniz.

Hakkın hatırını âli gören biri olarak O’nun, lise yıllarından itibaren- yanlışları açısından- hiç çağdan ve düzenden yana olmadığını söylemeliyim. Talebe hizmetleriyle meşguliyetim sırasında beni de ciddi zorladığını itiraf etmeliyim.

“Ben de gözlerini birbirlerinden kaçıranlardan olacağım.” deyişine de bakmayın, O, Sünnete uygun olarak muhatabıyla bütün cephesini dönerek görüşür. Sadece gözlerinin içine bakmak değil, belki bütün kalbiyle, bütün ruhuyla müteveccih olarak muhatap olan, çok samimi ve mütevazı birisidir. Yazarlık ve akademik özellik taşımanın, enaniyete dönüşmesinin yaygın olduğu bir zeminde olmasına rağmen, bu virüsün esamisini bile O’nun yazılarında ve şahsında göremeyeceksiniz.

“Dimağ Mertebelerini” bihakkın yaşamış, fonksiyoner birisinin tecrübelerle örülmüş hayatını okuduğunuzu hemen anlayacaksınız. O, iman ve İslam’ın dertleriyle hem-demdir. O, daha çok düşündüklerini değil yaşadıklarını dile getiren; teorilerden değil gerçeklerden bahseden biridir.

O’nu öğrencilik yıllarından itibaren tanıyorum. “Hazmolmayan ilim telkin edilmemeli. (Sözler–323)” düsturunu hakkıyla yerine getirenlerden olduğundan hiç şüphem yok. Hem O, “Gaye-i hayal olmazsa, enaniyet kuvvetleşir. (Sözler–324)” düsturunu iyi bilircesine, sanki çocukluğundaki gibi safi, enaniyetsizdir. Ene’yi çözdüğünü, esbap adına ne varsa aciz gördüğünü, ene’nin sadece bir ölçü cihazı olarak verildiğini anlamış birisiyle karşı karşıya olduğunuzu, ilk sayfalardan itibaren farkına varacaksınız.

“Meziyetin varsa hafâ türâbında kalsın, tâ neşvünemâ bulsun. (Sözler–330)” O’nun en fazla riayet ettiği belki de fıtri yaşadığı bir gerçektir.

Ancak, O’nun, esasen izin verildiği kadar düşünmeye razı olmuş birisi değil; akıl ve kalbin hakkını gereğince yerine getirip, daima gerçeğin yanında olmayı bilen birisi olduğunu, bu kitabın satırlarında gezerken açıkça göreceksiniz. Belki bazen haklı olarak, O’nu, aykırı birisi gibi algılayacaksınız. Ancak yeni sayfalar biterken, düşünceleriniz tamamen değişecek. Olaylara onun umursamaz bir bakış atfetmediğinden dolayı aykırı adam algılamasıyla muhatap olduğunu hemen kavrayacaksınız.

Hep sevgiyle dolu olduğunu da göreceksiniz. Meşrebi katı bir tavra hiçbir zaman inmediğini, ikiyüzlü de olmadığını göreceksiniz. Elbette bir meşrebi vardır. Ancak bu meşrepte, kimde, nerede olursa olsun, iyiyi ret, kötüyü kabulleniş hiç olmamıştır. Matematikteki müşterek elemanlı kümeleri, cemiyet hayatı içerisinde zatında en iyi yaşayanlardan olduğunu sizde anlayacaksınız.

Kitabının her bölümünde, bütün iyiler ve iyiliklerle, intisap sırrıyla irtibatı tam gerçekleştirerek yaşadığını net olarak göreceğinize inanıyorum. Sizin de göreceğiniz gibi fazlaca yargılamadan, asla riyakârlık da yapmadan, büyük bir maharetle mümkün mertebe yaralamadan, yanlışların karşısında olmayı başardığına kanaat getireceksiniz.

Bazen birilerine, bir şeylere dokundurduğunu anlarsınız. Ancak bunu elden geldiği kadar nezihane, insanca yaptığına biraz dikkat atfedince kanaat getireceksiniz. Çünkü o, sevmemek, hissetmemek, karışmamak gibi bir hali asla seçemez. Ancak her şeye rağmen kâğıtlara yaramaz sözcükler kondurmak mecburiyetinde kalmışsa, bu gördüğü eğrilikleri görmemezlikten gelip, sadece izin verilmiş kitapları okuyamadığından ve dahi dilin de kelimelerin de kifayetsiz kaldığı zamanlardadır.

Birilerini ve tabi ki bu arada kendini de kandırmak için yalanlar söylemesini bir türlü öğrenememiştir. Çünkü O, muhataplarını, kardeş veya arkadaş gördüğü okuyucularını, koruyup kollamak ve bir şeyler adına veya büyümek için onların kişiliklerini kılıçtan geçirip onlarda sakat ruhlar oluşmasını asla istemez.

Ancak bunları yapmanın zorluğu, “Mecburiyet ifrat zekâlar üretir” sözünün anlamını en iyi şekilde O’nda tezahür ettirmiştir.

Her şeye rağmen ne cehalet sergileyip onun arkasına sığınır; ne de teknik ustalıklarla hakikatleri ört bas eder. O, birilerinin yaptığı gibi yamyamlığı ve vampirliği asla melodileştirmemiştir. Hedonik eğilimler sergilemez. Ama onda sadece siyah ve beyaz yoktur; satırlarda ilerlerken o güzelim grinin en çok onda bulunduğuna ve en güzel tarzda kullanılışına şahit olacak, aklı başında birisiyle hem-dem olacaksınız.

Yeni ve daha güzel eserler vermesi temennisiyle; bu güzel eserin, güzel satırlarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

Talebesinden çok gerilerde kalmış,

O’ndan çok şeyler öğrenen,

Bir emekli öğretmen,

Halil Köprücüoğlu




NOT: Bu sunumda yazdıklarımı yazarımız eğer aşırı medh-ü senâ gibi telakki ediyorsa, o zaman en azından bu yanlış değerlendirmesini değiştirip söylenenleri bütün hâlis yazarlar için dua yerine kabul edebilir.

  08.03.2008

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut