Düşünüyorum, öyleyse yokum

Ali Dedeoğlu

GÖNLÜ KIRILANLARIN çokluğuyla yaşamaya alıştığımız bu dönemde, kanıksadığımızdan olsa gerek kırılan kalplerin varlığına gözlerimiz kapalı, çevremizde olup bitenlerin farkına varamadan yaşamaya çalışıyoruz. Bir Müslüman olarak hiç istemediğimiz halde, bireysel anlamda yaşama alışkanlıklarımız tahmin edemediğimiz ölçüde gelişti.

Bırakın Müslümanların dertleriyle meşgul olup en azından onlar adına üzülmeyi, en yakınlarımızın sıkıntılarına bile gözümüzü kapatıyoruz. Bahanelerin ardı arkası kesilmiyor. Bu tercih bizleri o kadar kolay inşa etti ki, kendi dünyamızda elde edemediklerimizin ızdırabıyla günlerin geçişi bizleri yoruyor.

Namaz gibi her gün imanımızın ikrarını toplu olarak Allah’a sunmak için davet edildiğimiz bir ibadeti bile bireysel olarak eda ediyoruz. Okunan ezanların bizi beraber yaşadığımız insanlarla camide toplama isteğine gönül huzuruyla bigane kalıyoruz. Namazın belki de dünyamıza bakan en önemli amaçlarından biri toplumdaki insanları kardeşlik bağıyla kaynaştırıp birlikte yaşamaya alıştırmaktır oysa.

Bu birliktelik zaman içerisinde önce güvene, güvenin verdiği huzurda da insanlar arasındaki ilişkiyi dostluğa dönüştürecektir. Dostluklar da, yaşadığımız dünyada imtihan edilirken yalnızlığın çıldırtıcı atmosferinden kurtaracaktır.

Dünyada kurmaya çalıştığımız her ilişkide ‘acaba’ sorusunu sormadığımız zaman dilimleri neredeyse yok gibi. Bunu neyle izah edeceğimi düşünürken, zihnimdeki sorular başkalarıyla güçlenirken ben yoruluyorum.

Takip ettiğim neredeyse tüm yazılı medya toplumumuzun giderek daha da muhafazakârlaştığını söylerken, ben nedense bunu çevremde göremiyorum. Muhafazakârlık tanımı gereği tutuculuğu ifade eder. Bu ülkenin kodlarının da İslami değerler olduğu gözönüne alındığında, bizim muhafazakârlığımızın bu değerlere olan bağlılığın artması olarak algılanması gerekir.

Sanki ortada garip bir durum var gibi. Birileri bu toplumda herşeyin din eksenli bir yapıya döndüğünü ifade ederken, kendisini Müslüman olarak ifade eden insanların da artık giderek yalnızlaştığını müşahede ediyoruz. Güvenmeyi güvenmemeye tercih ederek yaşamayı seçiyoruz çoğu zaman.

Yıllardan beri horlandığımızı düşündüğümüz (tabi~i ki horlandık) zaman dilimlerinden sonra, bizim gibi düşünen, bizim gibi yaşadığına inandığımız insanların yönetimde olması da bu gerçeği değiştirmiyor.

Peki, bu garipliğin nedeni ne olabilir? Ben kendime göre bu durumu düşünerek zihnimde izahlar üretmeye çalışıyorum. Fakat ‘başarının herşey demek olduğu’ zihnî tasavvur gözümü korkutuyor.

Bugün Müslümanlar olarak, kısa vadeli başarılar adına kredi tüketerek bizlere olan güveni yitiriyoruz. Daha da önemlisi, biz de kendimize güveni kaybediyoruz. Yıllardan beri, motive edildiğimiz huzur içerisinde herkesin adaletle yaşayacağı geleceğin bir türlü gelmemesi bizi korkutuyor. Dini anlamda vaad edilen hiçbir şey artık ilgimizi çekmiyor. Gelirde, yaşam kalitesinde, eğitimde ve akla gelen her sahada insanlar arasındaki makasın artması yıldırıyor.

Gitgide gelir düzeyi yükselen Müslümanlara dünya adına yaşamak, diğer kardeşlerine de dine hizmet etmek kalmış gibi ters bir anlayış zihinlere yerleşiyor. İslami açılımları finans ederek dünyevileşmek, tabiî bu arada da manevi huzurun yakalanmış olduğu hissini taşımak kişileri rahatlatıyor. Ayrıca kitleleri motivasyon adına akla uygun olsun ya da olmasın her değerin kullanılması, doğrularla yanlışları bir potada eritiyor. Birileri vatan, din, diyanet diyerek birşeyler anlatmaya başlayınca, insana itici geliyor. Artık bunlar muhatap için bir anlam ifade etmiyor.

Çünkü aşırı motivasyon yanlış ellerde kutsal dahil her değeri değersizleştiriyor. Dine hizmet amacıyla binbir fedakârlıkla yürütülmeye çalışılan her işin ticarete soyunması ürkütüyor. Bizim dışımızdaki dünyaya doğru bildiğimiz değerleri anlatmak için yola çıkanların, yanlış diye eleştirilen değerlerle buluşup kaynaşması insanı üzüyor. İlkeden çok kazanç öne çıkartıldığından, ne yapacağımızı bilmeden yalnızlaşıyor ve güvenemiyoruz.

Müslümanlığı bilinen bir kurumun 14 Şubat Sevgililer Günü münasebetiyle bu günde evleneceklere yapacakları belli limitteki alışveriş karşılığında Kur’ân-ı Kerîm hediye edeceklerini bir gazete ilanıyla duyurmaları garip bir ironi olsa gerek. Dün bırakın benzemeyi, taklit etmeyi bile cahillik ve bilinçsizlik diye yadırgadığımız değerleri bugün sevgi ekseninde kutsamamız şaşırtıcı.

Geçen haftaki yazıya yorum yazan Enes Kara Bey’in dediği gibi, ‘flört sahnelerinin kanıksandığı, rol icabı yatak odalarının gösterildiği (cinsellik ögesi taşımasa da) tesettürsüz, namazsız ama kalbi temiz olanların mübarekliği ekseninde anlatmaya çalıştığımız Müslümanlık en başta bizi korkutuyor. Çünkü yapılan her işte hesaplıyız. Bulunduğumuz konumda sanki satranç oynuyoruz. Hamlemizin başkaları tarafından görülmemesi için de hep maskelerle dolaşıyoruz. Bu duruma kendimiz inanmadığımızdan, başkalarını da inandıramıyoruz. Korktuğumuz için bireyselliği seçerek, belki de bilmeden, mensubu olduğumuz İslam ailesine en büyük kötülüğü yapıyoruz.

Bize ait değerleri muhtaçlara duyurmak için organize olduğumuz yapılarda işimiz ile Allah’a kul olmayı karıştırdığımız için bunalıyoruz. İşimizde yorulduğumuz için Allah’a kul olmanın lezzetini alamıyoruz. Kulluğumuzu iş olarak gördüğümüzden sıkılıyoruz ve kurtarma projelerinden yorulduğumuzdan hakkıyla Rabbimize dönemiyoruz. Din adına yaşamamız gerekenler bir müddet sonra bizim için sıradanlaştığından olsa gerek, dünya üzerimize bir başka geliyor. Kaybettiğimiz yıllar kazanç ekseninde değerlendirildiğinde sırtımızda kambur oluyor.

Ertelediğimiz ya da tadına varamadığımız her insanî değerin özlemini çekerken, huzuru bulmak adına yolumuzun kesiştiği insanların kutsal adına bizi aldatması tek başına yaşamaktan başka çare olmadığını düşündürüyor.

Tamam, bu da yanlış diye biliyoruz ama; öyleyse ne yapmalı bu yalnızlıktan kurtulmak için?

  14.02.2008

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut