Akıl meselesinde gelin Risale-i Nur metinleriyle anlaşalım

Halil Köprücüoğlu

MUHTEREM KARDEŞİM S.Pehlivanoğlu,

Ben sizi anlamakta güçlük çekiyorum. EPİSTEMOLOJİ ve AGNOSTİSİZM’İ sizin kadar bilmiyorum. Fazlaca bilmeyi de; felsefenin Epistemoloji’sinin ölçüleriyle düşünmeyi de istemiyorum. Ancak “Başkaların imanına kuvvet verecek tarzda çalışmak” konusu beni ciddi ilgilendirdiği için BAŞKALARININ düşünce tarzına göre de davamı yürütmek, inandıklarımı onlara da anlatabilmek için onların usulüne göre de fikirlerimi arz etmek isterim. Sadece bu tenkidiniz sebebiyle yazılarınızın tamamını dikkatlice incelemeye çalıştım. Belki genel kültürümün sizler kadar olmayışı veya başka sahalara ait bilgilere öncelik vermem sebebiyle anlattıklarınızdan çok istifade etmeme rağmen her şeyi tam anlayamadığımı da söylemeliyim.

Hem Agnostisizm’in problem ettiği meseleyi zannedersem ENE Risalesi çözmektedir. Bunu burada birkaç satırla anlatmak elbette mümkün değildir. Ancak İHATA EDİLEMEYEN, İDRAKLERİ ZORLAYAN meseleleri insanın anlaması elbette zordur, hatta imkânsızdır. Onun için insana birçok ölçü cihazı hükmünde, kıyas yoluyla anlamayı gerçekleştiren ENE verilmiştir. Onu idrak edemeyip açamayanlar ve bilhassa Müslüman feylesoflarla ilgili BSN. Hazretlerinin izahları ve kullandığı tabirler, ilgili konuda iskele babası gibi ölçü olmak için durmaktadır. Esasen ENE Risalesi, bu meselelerde tam bizim problemimizi çözecek konudur ve onu çok iyi anlamamız gerekir.

Ancak R.Nurlara ait bilgilere gelince, zannedersem sizin için de bizim için de, Onlar tartışmasız kabule şayandır. Yıllarca onlarla hem-dem olmuşuz. Başta kendimiz için olmak üzere bizzat kullanmış, uygulamış, doğruluğuna defalarca kanaat getirmişiz.

Bütün konuları bu satırlarla birbirimize anlatma imkânına sahip değiliz. İnşallah sizinle tanışmak nasip olur da istifade etme fırsatı bulurum. Ancak şimdilik sadece AKILLA ilgili birkaç satırla iktifa edeceğim.

17.Sözün arkalarında iki levha vardır.1.Levha ehl-i gafletin dünyasıyla ilgilidir ve orada her şey alt üst olmuştur. O dünya, bela, azap, sıkıntı dolu halde görünür. AKIL orada ikab aracı olmuştur:

Hayat desen onu tattım

Azap-ender azap gördüm.

Akıl ayn-ı ikab oldu,

Bekayı bir belâ gördüm.

Ömür ayn-ı heva oldu,

Kemal ayn-ı heba gördüm. (R.N.Kül.,84)

Ancak 2. levha ise ehl-i imanın dünyasını tasvir eder. Orada ise akıl mahiyet değiştirir, ızdırap aracı olmaktan, hazine anahtarlığına terakki eder. Şöyle ki:

Demâ gaflet zeval buldu,

Ve nur-u Hak ayan gördüm.

Vücut burhan-ı Zât oldu,

Hayat, mir'ât-ı Haktır, gör.

Akıl miftah-ı kenz oldu,

Fenâ, bâb-ı bekadır, gör.

Kemâlin lem'ası söndü,

Fakat şems-i cemal var, gör.

Zeval ayn-ı visal oldu,

Elem ayn-ı lezzettir, gör. (85)

Hem 23.Sözden aldığımız bölümde bir yanlışlığın olduğunu düşünmüyorum..Çünkü BSN. orada:

“İşte, enâniyetine itimad eden, zulümât-ı gaflete düşen, dalâlet karanlığına müptelâ olan adam, o vakıada evvelki halime benzer ki, o cep feneri hükmünde nâkıs ve dalâlet-âlûd malûmatla, zaman-ı maziyi bir mezar-ı ekber suretinde ve adem-âlûd bir zulümat içinde görüyor. İstikbali, gayet fırtınalı ve tesadüfe bağlı bir vahşetgâh gösterir. Hem, herbirisi bir Hakîm-i Rahîmin birer memur-u musahharı olan hâdisat ve mevcudatı, muzır birer canavar hükmünde bildirir...”(133) diyerek konuyu zaten daha sonra açar.

Bediüzzaman Hazretleri aklı elbette reddetmez. Ancak onu imanla mücehhez olunca beğenir. Vahiy ve Sünnetle irtibatsız olunca ise itimat etmez, onu zayıf görür. Mesela Lemaatte:

“Nur-u akıl kalbden gelir

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.

O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.

Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver.

O içinde bulunmazsa, o ţahm-pâre göz olmaz, sende birţey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.

Ger fikret-i beyzâda süveydâ-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.”(323)

der.

(Bunu açmaya vakit yok. İhtiyaç da olduğunu sanmıyorum.)

Ayni yerin hemen altında ise:

Dimağda merâtib-i ilim muhtelifedir, mültebise

Dimağda merâtip var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif.

Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.

Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz'an oluyor,

sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir.

İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet.

Salâbet itikaddan,Taassup iltizamdan,

imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,

Tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.

Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhtir, hem idlâli.”(133)

der.

Bununla ilgili hem bu makalemde hem de sitemizdeki konuyla ilgili diğer makalelerimde geniş açıklamalar vardır. Okumanızı- eğer vaktiniz varsa- istirham ederim. Akıl tek başına insanı BİTARAF hale getirir. Hatta bu bitaraflıkta TARAF-I MUHALİFE İLTİZAM da maalesef söz konusudur.

Hem dikkat edilirse felsefeye göre en üst mertebede olan AKIL, burada 3. basamakta fonksiyonunu gösterir, 4. basamakta hükmünü verir. Ancak İslam’a göre bu, bilginin dimağdaki yolculuğunun son mertebesi değildir. Bilginin yaptırım gücüne ulaşması için esas sultan olan KALB’in hükmünü vermesi, İZAN etmesi gerekmektedir. Ve onlardan da sonra iki basamak daha vardır. Yedi basamaktan 3. ve 4.sü AKLA aittir. Kalp onun bilgisini İZ’AN ile kabul edip tasdik etmezse, aklın verileri ve kararı pek işe yaramaz. İLTİZAMDA tatbiki gerçekleştrip, uygulamalar yapması, yaşaması ve sonra İTİKADA uzanabilmesi için dimağın daha çok işi vardır.

Belki en önce İ.İcaza bakmak doğru olur. Orada:

“Tagayyür, inkılâp ve felâketlere mâruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin,.....Üçüncüsü, nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.

Lâkin, insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin her birisi, TEFRİT, VASAT, İFRAT namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

…kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi CERBEZEDİR ki, HAKKI BÂTIL, BÂTILI HAK SURETİNDE GÖSTERECEK KADAR ALDATICI BİR ZEKÂYA MALİK olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder. “der. (1163)

Ve üç kuvvetin sadece VASAT mertebelerinin adl ve adaleti ifade ettiği; sırat-ı müstakimden muradın da, bu üç mertebe olduğu söylenir. Bu AKLIN durumu ile ilgili çok açık ve kesin bir delildir.

Hem BSN.Hazretleri bütün meselelerini kevnî ayetler dediği kâinat kitabından delillendirir. Ama onlara Vahyin ve Sünnetin ışığında, mana-yı harfiyle, yani Allah hesabına bakmasını bilerek bakar. Müthiş bir şey olan AKIL melekesini bu usulle kullanır. Felsefenin materyalist bakışını ayıklar. Zaten Bediüzzaman’a göre ilim, maluma tâbidir. Yani yaratılmışların durumlarını, realitesini tespit eder. Malum ise, kesinlikle ilme tâbi değildir.(205)

Hatta bu arada Lemaat’ten Hüda-yı Şer’i- Deha-yı Fenni muvazenelerini de okumak tam yerinde olur. Hele:

“O dehâ ile bu hüdâ menşeleri ayrıdır. Hüdâ semâdan indi, dehâ zeminden çıktı. Hüdâ kalbde işliyor; dimağı da işletir.

Dehâ dimağda işler; kalbi de karıştırır. Hüdâ ruhu eder tenvir, taneleri sünbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.

İstidad-ı kemâli birden bire yol alır. Nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber.” (327)

….satırları bize yeterli doküman sunar sanırım. Bahsin tamamını incelemek faydalı olur. Hatta Lemaatten: “Ulaşmaz dest-i edeb-i garb-ı hevesbâr-ı hevâkâr-ı DEHÂDÂR / De'b-i edeb-i ebed-müddet-i Kur'ân-ı ziyâbâr-ı şifâkâr-ı hüdâdâr”(338) ve “Hakikî bütün elem dalâlette, bütün lezzet imandadır Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat” (340) başlığıyla yazılan bölümleri de akılla ilgili tam ikna olmak için okumak doğru olur. Ve hatta 32.Sözde atomdan yıldızlara kadar şirki reddeden bahis(268) ve 29. Lema’da Elhamdülillahı farklı bir boyutta anlatan felsefî (akli) ve Kuranî bakışları (753)bile dikkatlice okumak gerekir.

Evet, maalesef Vahye ve Sünnete tâbi olmayan akıl, tokat yemeği hemen her zaman hak ediyor. Yoksa :

“Birinci Pencere-“’ de:

“Bilmüşahede görüyoruz ki, bütün eşya, hususan zîhayat olanların pek çok muhtelif hâcâtı ve pek çok mütenevvi metâlibi vardır. O matlapları, o hâcetleri, ummadığı ve bilmediği ve eli yetişmediği yerden, münasip ve lâyık bir vakitte onlara veriliyor, imdada yetiştiriliyor. Halbuki, o hadsiz maksudların en küçüğüne, o muhtaçların kudreti yetişmez, elleri ulaşmaz.

Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hasselerin ve onların levazımatı gibi, elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et. İşte, bütün onlar, birer birer vücub-u Vâcibe şehadet ve vahdetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, güneşin ziyası güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcibü'l-Vücudu, bir Vâhid-i Ehadi, hem gayet Kerîm, Rahîm, Mürebbî, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.

Şimdi, ey münkir-i cahil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakîmâneyi, basîrâneyi, rahîmâneyi neyle izah edebilirsin? Sağır tabiatla mı, kör kuvvetle mi, sersem tesadüfle mi, âciz, câmid esbabla mı izah edebilirsin?”

metnini okurken; “zîhayat olanların pek çok muhtelif hâcâtı ve pek çok mütenevvi metâlibi…” meselesi için; kartala bin metreden tavşanı gösteren zumlu gözün verilmesini; köpeğe kemiği kıran dişin, file beş kilometreden suyun adeta olmayan kokusunu duyacak burnun takılmasını; lağımlarda pislik yemekle vazifeli fareye mikropları hiçe sayan bir immün sistemin bahşedilmesini, köpek balığından her sene takım halinde diş çıkarılmasını, memeli Yunus ve Balinalara zaman zaman nefes almakta süratli hareket ederek suyun altına üstüne kolay inip çıkabilmeleri için farklı düzlemde kuyruk ikram edilmesini bizim kalp ve ruhumuza bu imani manaları tastik ederek takdim eden AKLIMIZI, elbette sena ederiz. Severiz, alkışlarız. Onun yanında oluruz. Ancak, o akıl, AKIL olsa gerek…

Bediüzzaman’ın bütün eserlerinde akıl ve kalp hep beraber vardır. İkisini de asla ihmal etmez. Akılla ilgili R.Nur metinlerinden bazı satırlar eklemek istiyorum:

A- Mesnevi-i Nuriye’nin Mukaddimesinde yaralı olmaktan bahseder:

“Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u AKLİYE ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü'l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü, AKLI, fikri hikmet-i felsefiyeyle bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı. …Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur'ân'ın dersiyle, irşadıyla hakikate BİR YOL bulmuş, girmiş."(1277)

B- (Marifetullahta terakkiyi, inkişafı) tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, MAKSUD-U BİZZAT OLAN İLİMLERE (Marifetullaha), ULÛM-U ÂLİYEYİ okumaksızın isâl edici bir yol buldum.

“Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır. (Mesn.10. Risale –1354)

Çünkü Kuran’a göre TEKLİF-İ MÂLÂYUTAK YOKTUR. İnsanların gücü yetmediği vazifeler onlara verilmez. (16.Mektup-5. Mesele, 379)

C- R.Nur da, B.Said Nursi’nin , “Kur’an’ın Talimiyle, R.Ekremin ASM. Dersiyle” diyerek efkârının aslî kaynaklarını belirtmesi çok önemli bir husustur. O, “Vahye ihtiyaç duymadan hakikati arayan Deterministlere asla benzemez.

D- Ayrıca B.S.Nursi’ye göre AKLÎ delillerin önemi çoktur. Çünkü bu asrın insanları, Mesnevi’nin Mukaddimesinde kendisi için söylediği gibi, oradan yaralıdırlar. Bu konuda şöyle der:

“Evet, tevhid ve nübüvvetin ispatları, yalnız delil-i naklî ile sahih değildir. Çünkü devir lâzım gelir. Evet, Kur'ân ve Hadisten ibaret olan naklî delillerin sıhhati, nübüvvetin sıhhat ve sıdkına bağlıdır. Eğer nübüvvet de delil-i naklî ile ispat edilirse, muhal lâzım gelir. Bunun için, Kur'ân-ı Kerim, tevhid ile nübüvveti DELÂİL-İ AKLİYE ile ispat etmiştir.(İ.İcaz-1242)

Sonuca yine Üstadımızın bir sözüyle varmalıyız:

“Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. AKLIN nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin İMTİZACIYLA hakikat tecellî eder” (1956)

İnşallah bana kırılmazsınız. Ben size kırılmadım; hatta bu yazıyı yazmama vesile olduğunuz için teşekkür ederim. Cenab-ı Hak hepimize yardımcı olsun.

  13.02.2008

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut