Kimin kurtarılmaya ihtiyacı var?

Ali Dedeoğlu

DÜNYA KURULDUĞUNDAN beri gelişmelerin belli bir seyri takip ettiğini görüyoruz. Bu da, değişimlerin insanlar tarafından algılanmasını kolaylaştırıyor, algılandığı ölçüde de—iyi ya da kötü yanlarıyla—bunlar insanların hayatına nüfuz ediyor.

Modern zamanlardan önce, rutin hayatın dışındaki gelişmeler genelde bölgesel olurken, kısa vadede yalnız bulunduğu çevredeki insanların hayatını etkiliyordu. Dünyanın bir bölgesindeki bir değişimin çok hızlı bir şekilde tüm dünyayı etkilemesi, günümüze ait en önemli problemdir.

Giyimden kuşama, yeme alışkanlıklarına kadar, her toplumun kendine ait değer yargıları vardı ki, bu da dünyanın selameti adına, doğrularla yanlışların birbirinden ayrılması için hayra alametti. İnsanlık doğru ile yanlış arasındaki farka bakarak istikamet tayin ediyordu.

Herkes giyimi temel bir ihtiyaç düzleminde değerlendirip inançlarının elverdiği ölçüde giyiniyor, beğenilme kaygısından öte giyimi esas gayesiyle değerlendiriyordu.

İnşa edilen evler barınma odaklı tasarlanıyor, eve alınan eşyalar ihtiyaç ölçüsünde insanın hayatına renk katıyordu.

İnsan-eşya dengesi o kadar özenle kurulmuştu ki, eskidiğine kanaat getirilen bir eşya atılmak yerine ihtiyaç görebilecekse muhtaç olana hediye ediliyordu.

Tarih güçlülerin güçsüzler tarafından taklit edildiği dönemleri yaşarken, güçsüzlerin güçlüler karşısında bu kadar çaresiz kaldığı bir dönemi hiç idrak etmemiştir. Güçlülerin hâkim oldukları toplumu dönüştürdüğü bilinen bir gerçektir. Burada sorulması gereken, bu değişimin mahiyeti ve yönü meselesidir.

İslam devletleri üzerlerinde hâkimiyet kurdukları hiçbir toplum üzerine baskı kurmamışlar; yaşantılarındaki sadelik ve hakka gösterdikleri riayet, Müslümanlara o toplumlar gözünde saygınlık kazandırmıştır.

Bunun sonucunda o beldenin insanları İslâm’ı seçerek hâkim görünenlerin kardeşi olmuşlar, kardeşliğin verdiği huzurla da günümüze kadar dinlerini korumuşlardır. Bugün dönüşenler kendi kimliklerini kaybederken, çoğu kez dönüştüklerinin bile farkında değil. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi, yeni hallerini savunurken, kendilerini bu noktadan eleştirenleri ise çağı anlamamakla suçluyorlar.

Temel doğruların bile küresel değerler karşısında aşınıp farklı bir mecraya doğru akması, güçlü olabilme ihtimalinin lezzeti karşısında hatıra bile gelmiyor. Zihnî tasavvurlarımızı oluşturması gereken İslâmî kurallar yerine, piyasa koşulları denilen esnek ve bir o kadar da muğlâk şartların ikame edilmesi bizi hiç şaşırtmıyor.

Kendisine alternatif olma gayesiyle yola çıkan sistemlere bile tahammülü olmayan şımarık bir medeniyetin ortaya koyduğu değerler bugün üstün kabul edilmiştir: Bu değerler gerek Batı için gerekse de dünyanın geri kalan kısmı için üstündür ve hayatlar buna göre tanzim edilmelidir!

İnsan hakları, hayvan hakları gibi kulağa hoş gelen ama içi boş olan ne varsa bugün bizim tefekkür dünyamızın en önemli misafirleridir.

Bugün Batı medeniyeti başa çıkabilecekleriyle gücü vasıtasıyla, gücünün yetmedikleriyle de sinsi planlar üzerinden hesaplaşıyor.

Günümüzün en önemli problemi belki de Batının güç kullanmasına rağmen İslâm dünyasını bir türlü sindirememesi ve kendisini tanımlamak üzere İslâm dünyasına ihtiyaç duymasıdır.

Her gün icat edilen kavramların arasına İslamofobya katıldı bugünlerde.

Kavramın bağcıyı dövme kastının olduğu malum olmasına rağmen iyi niyetle de olsa son zamanlarda yükselen İslamofobya başlıklı tepkiler hak ettiği karşılığı bulur mu dersiniz?

Dünyanın değişik yerlerinde gücünün ihtişamıyla her türlü değeri hırpalayanlar karşısında, dünya algımızın da onlarla paralel olduğu düşünüldüğünde, onları ikna etmekten çok, kendimizi ikna etmemiz gerektiği apaçık ortadadır.

Ahmet Arvasi kendisini sohbet için bekleyen insanlara hitaben “Aramızda islamı kurtarmak gibi bir davası olan varsa buradan ayrılsın. Bizim öyle bir davamız yok. Bizim tek davamız vardır ki, o da İslâm’la kendimizi kurtarma davasıdır” diye seslenmiştir.

Yıllardan beri İslãm’ı kurtarmak adına çıktığımız yolda bize ait değerlerden o kadar uzaklaştık ki, birilerine hoş görünmek için, başladığımız yolun epeyi gerisine savrulduk.

Bu süreçte İslâm’ın aslında en çok barışa vurgu yaptığını, İslâm dünyası içerisinde her kim terör ve şiddete başvurmuşsa bunun onların yanlış yorumu olduğunu söylerken, sıcak evlerimizde televizyon karşısında, sözümona ‘hayalî’ bir düşmanı ararken ‘kazara’ şehit edilen masum Müslümanların suçunun ne olduğu düşünmedik bile.

Dünya medyasının servis ettiği ‘ilkel’ ve ‘barbar’ları izlerken, ülkemizde yaşanan İslâm’ın ne kadar doğru bir yorum olduğundan dem vurarak, millet-i İbrahim’den ayrılıp sınırlarımızda yaşanan İslâm’ın doğruluğunu test etmenin mutluluğuyla yüzümüz kızarmadı.

Bu topraklarda yaşamış ve tüm insanlara örnek olmuş Müslüman Mevlânâ yerine, İslâm şeriatından bahsetmeyen, engin hoşgörüsü eşliğinde herkesin yaptığına sessiz kalarak zımnen onları onaylayan bir Mevlânâ’yı ikame etmek bizi rahatsız etmedi.

Onu dünyaya Müslüman olarak tanıtmak yerine, sema gösterileri eşliğinde pazarlamaya çalıştık.

Biz ne yaparsak yapalım, tarihî arkaplan düşünüldüğünde, Batı medeniyetinin bizi affetmeye niyetinin olmadığı; iddiasız bile olsak bizi dünyada istemediği kesindir. Öyleyse ne yapacağız? Oturup yok olmayı mı bekleyeceğiz? Tabiî ki hayır.

Bugüne kadar kulaklarımız açlığa doydu, ama gözlerimiz açlıktan kıvranıyor. İslâmî değerleri korumak yerine hiçbir komplekse kapılmadan o değerlerle hayatımızı yeniden tanzim etmeliyiz. Çünkü koruma içgüdüsüyle yaklaşılan her değer, kendisini ya müzelerde ya da tarihin çöplüğünde bulmaktadır. En azından hedefe ulaşma gayretiyle çabalarken, içinden çıktığımız tarihi ve değerleri yük görmeyelim.

Gün peygamberimizin ahlâkıyla ahlâklanmış yürüyen Kur’ân’ları asrımızın insanlarıyla buluşturma zamanıdır.

Kısacası, kurtarma psikolojisinden kurtulup, İslâm’ı hiçbir ideolojinin yedeğine vermeden yaşanması gereken her ahkâmını hayatımıza nüfuz ettirmeliyiz.

  21.12.2007

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut