Söyleşiler

“Hiçbir devlet, bir insandan daha değerli değildir”

Ahmet Altan ile söyleşi

10 Aralık tarihli Yeni Şafak’ta, Mehmet Gündem’in kısa bir süre önce yayın hayatına başlayan Taraf gazetesinin kurucusu Ahmet Altan’la yapılan bir söyleşi vardı. Önemli tesbitlerin sunulduğu bu söyleşiyi aktarıyoruz.


SIZ Taraf gazetesinin kurucu ve yazarlarından birisiniz. Kimilerine göre bu bir macera. İhtiyarlamaya yüz tutmuş bir adam olarak ne diye yoruyorsunuz kendinizi?

Türkiye de tarihin önemli dönemeçlerinden birine geldi. Bir yanda dünyanın saygıdeğer bir parçası olmak ihtimali var, bir yanda da kan ve bataklığa dönmek, baskıların, kavgaların arasında yok olmak! Bu noktada Türkiye'nin yeni ve aydınlık bir yola doğru gitmesini teşvik edecek güçlere ihtiyacı var.

Bu süreçte yerinizi mi almak istediniz?

Benim yaşımdaki bir adam hayatının geri kalan yıllarını “daha kaç kitap yazabilirim” diye hesaplar. Daralan zamanımın önemli bir kısmını şimdi bir gazete için kullanıyorsam bunun önemli bir nedeni olmalı. Medya desteğiyle vatandaşlarını ölüme sürükleyen, çocuklarına acıyı, utancı, aşağılanmışlığı layık gören bir zihniyete tavır alıyorum. Bir tek insanın hayatını kurtarabilirsek bile bu çabaya değer.

Mesleğine ihanet eden üç gruptan o kadar çok bahsettiniz ki… Bunlardan birisi gazetecilerdi…

Hukukçular, tarihçiler, gazeteciler bu üçü de mesleğine ihanet ettiler. Bu üçü de mesleğini evrensel kriterlerden uzaklaştırdı. Tarihi doğru anlatır, hukuku doğru uygularsanız, gazeteler de gerçekleri yazarsa askerler siyasete müdahale edemez. Bu üç mesleğin ihaneti yüzünden biz bugün askerin siyasetin içinde olmasını doğal görüyoruz…

Kaç kez yargılandınız?

40-50 vardır.

Devletin kimi hukukçularına göre siz toplumun değerlerini aşındırmaya çalışan muzır ve tehlikelisiniz…

Ben değil onlar toplumun değerlerini yok ediyorlar. Önce devlet diye başlayan bir hukuk olmaz, hukuk önce insan diye başlar. Hiçbir devlet bir insandan daha değerli değildir.


DİNDEN KORKMAYIN

Din sorun olarak algılandı ve kuşkudan kurtulamadı. Siyaset bilimcilerimiz, sosyologlarımız sosyal bir gerçeklik olarak din üzerine kayda değer araştırma yapmadılar. Dini ya anketlerden ya da gazete manşetlerinden tartıştık…

Kemalizm, Cumhuriyet'in yeni ve taze ideolojisi olarak ortaya çıkmadı, yıktığı Osmanlı'nın son döneminde yaşanan sakatlıkları ve İttihatçıların “ordu tapınmasını” sistemleştirerek yerleşik bir yönetim biçimine çevirdi. Osmanlı'nın son dönemindeki çatışmalar “genetik bir miras” gibi Kemalizm'le birlikte Cumhuriyet'e bulaştı. Osmanlı'yı “Türkleştirerek batılılaştırmak” gibi tuhaf bir misyon üstlenen İttihatçılar, Türkleşmenin önünde engel gördükleri gayrimüslimleri “temizlerken”, batılılaşmanın önünde engel olarak gördükleri Müslümanlık'la da çatıştılar. İttihatçıların dine ve dindarlara duyduğu kuşku olduğu gibi Cumhuriyet'e geçti. Bizler de, Kemalizm eğitiminin çocukları olarak o kuşkuyu derinliklerimize yerleştirdik. Bazılarımız “solcu” olduk, “Din kitlelerin afyonudur” sözünü öğrendik. Dini ürkütücü bir şey olarak gördük ve bizi “gericiye” çevirecekmiş gibi hep uzak durduk.

“Bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alandır. Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım. Türkiye'nin diniyle olan sorunlarını “huzurlu” bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, manasız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm. Dinden korkacak bir şey yok…”

Dinden korkmak bu toplumun ne işine yaradı?

Hiçbir işe… Bu anlamsız korku bizi entelektüel açıdan epey zayıflattı. Hemen hemen bütün entelektüellerimiz gibi yazarlarımızın da hem dini bilgileri azdır, hem de bir din adamını zaaflarıyla ve erdemleriyle anlatmaktan ürkerler. Bu ürkeklik, bu yapay uzaklık, bu gereksiz korku, bizi, toplumun harcındaki en önemli etkenlerden birini incelemekten, anlamaktan, yaşadığımız toplumdaki çeşitli acıların kaynaklarını saptamaktan alıkoydu. Bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alandır. Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım. Türkiye'nin diniyle olan sorunlarını “huzurlu” bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, manasız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm. Dinden korkacak bir şey yok…


KEMALİZM SİYASETİN SİHİRBAZ TOPUDUR

Kemalizm denince aklınıza ne geliyor?

Kemalizm, Türk siyasetinin “sihirbaz topudur”, el çabukluğuyla kutuya bir kavram koyup yerine bir başka kavram çıkarma hüneridir. “Kemalizm,” dediklerinde söylemek istedikleri, seçilenlerin devletin direksiyonuna asla geçemediği “demokrasisiz” bir toplum projesi, ülkeyi askerlerin, bürokrasi ve yargıyla elele vererek yönetmesidir.

Peki Kemalizm'in “el çabukluğunu” nerede görür?

Laiklik ve demokrasi kavramlarının yer değiştirmesinde. “Bu Kemalizm ne menem bir ideolojidir, ben buna karşıyım” derseniz… Kemalistler, size “bu adam laikliğe karşı” diye cevap verirler. Siz, Kemalizm'e “demokrasiyi içermediği” için karşı çıkarken, onlar bu karşı çıkışı “laiklik düşmanlığı” olarak sunarlar. En büyük sahtekarlıkları da buradadır zaten.

Mehmet Altan'ın bir önerisi vardı, altı oktan “devletçiliği” çıkartalım yerine “demokrasiyi” koyalım…

Sanırım bu soru onların sahtekar mı yoksa samimi mi olduğunu ortaya koyacak. Kemalizm'e demokrasiyi ekleyeceğiz, ordu siyasetten çekilecek, halkın iradesi tek ölçü olacak ve hepimiz Kemalizm'i benimseyeceğiz…


DEVLETE TAPINANLAR DEVLETİ ÇÖKERTTİ

Siz Cumhuriyet'in en büyük fiyaskosu olarak “eğitim” sistemini gösteriyorsunuz. Neden?

Cumhuriyet'in eğitim sistemi tam bir “beyin yıkama” mekanizmasına dönüştü. Çocukların “düşünmemesini” ve “devlet, Atatürk, Kemalizm” gibi tabulaştırılmış kavramlara tapınmasını sağlamak için düzenlendi bütün sistem. Zihinleri dondurulmuş bir “okur yazar” zümresi çıktı ortaya. Burada birçok garip çelişki belirdi.

Ne gibi…

Devlete tapınanlar, yetersizliklerinden dolayı devleti çökerttiler. Hukuksuz, darbeci, çeteleşmiş bir yapı çıktı ortaya. Bir diğer gariplik ise “okur yazarlar” ile “cahiller” arasındaki tuhaf rol değişim oldu. Eğitim süreçlerinde “düşünme esnekliklerini” yitiren “okur yazarlar” ülkenin en tutucu, en gerici grubu haline gelirken, onlar kadar ağır bir “doktrin” bombardımanına tutulmayan “cahiller” daha esnek, daha değişimci, daha sağduyulu kaldılar.

Medya dünyası da bundan nasibini almış fazlasıyla..

Medya, Türkiye'yi hiçbir zaman anlayamadı, bugün de anlayamıyor çünkü medyanın da kadroları “eğitimsiz eğitimlilerden” oluşuyor genellikle. Bütün hayata ezberlenmiş kalıplarla bakıyorlar ve hayatı hiçbir biçimde anlayamıyorlar.

“Önce devlet diye başlayan bir hukuk olmaz, hukuk önce insan diye başlar. Hiçbir devlet bir insandan daha değerli değildir.”


HALKI DEVLETTEN KORUMAK LAZIM

Tevhide Kütük'ün kürsüden indirilişi sizde neler çağrıştırdı?

“Neden” diye sordum. Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız? Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz? O çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istedim. Tabii böyle şeyler “devletimizin görevlilerinin” başına gelmez. Başörtülülerin, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkede yaşayan halkın başına gelir. Bu ülkede huzursuzluğu sürekli olarak “devlet” çıkartıyor.

Bu tehlikeyi toplum olarak neden göremiyoruz?

Birbirimizle uğraşmaktan başımızı çevirip devlete bakamıyoruz. Düşünün, sağcısıyla solcusuyla, Alevisi Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle, bu ülkede hapisten, işkenceden, baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok.

Kürt sorunu nereye doğru gidiyor?

Bir meselenin birçok çözümü vardır. Hastayı öldürmek de, hastayı iyileştirmek de birer çözümdür. Birinci çözümü gerçekleştirene cellat, ikincisini gerçekleştirene doktor derler. Herkes, kendine, meşrebine, ruhuna, aklına, zekasına, çıkarına göre çözümler önerir. Siyasi sorunlarda da değişik çözümler vardır. Orada da cellatların ve doktorların çözüm önerilerine rastlarsınız. Eğer ülkenizde Kürt sorunu varsa, cellatlar için çözüm, Kürtleri bombalayarak, vurarak, öldürerek ortadan kaldırmaktır.

Burada hastalık yok olur ama hasta da ölür…

Sorunu ortadan kaldırırlar ama Kürtlerle birlikte Türkiye'yi de öldürürler. Çünkü “cellatlarımız”, “doktorları” da öldürmek istiyorlar.

Bugün Kürt sorununun çözümünde cellatlar mı baskın, doktorlar mı?

Bugün, güneyimizde kurulan bir Kürt devletini jetlerle bombalayarak, açıkça söylenmese de, bu Kürt devletini yok ederek Türkiye'nin Kürt sorununu çözmek isteyenler var elbette. Bütün bir toplumu kendileri gibi cellatlaştırmak istiyorlar. Büyük bir Kürt düşmanlığı yayıyorlar. PKK'nın o kanlı ve anlamsız saldırılarını “çözümleri”nin doğruluğuna kanıt olarak gösteriyorlar. Unuttukları basit bir ayrıntı var yalnızca. Daha önce o Kürt devleti orada yoktu. PKK bile yoktu. Ama Kürt sorunu durduğu yerde duruyordu. Bombalama, öldürme, cezalandırma, idam, işkence… Hepsi denendi. Sorun hiç kaybolmadı. Sorun PKK değil çünkü, sorun Barzani de değil.

Sorun kim?

Hiç söylemek istemiyoruz, söyleyene de kızıyoruz ama sorun biziz. Bizim düşünce biçimimiz. Sorun kendimizi efendi görmemizde. Buranın efendileri “belli ölçüde” Sünni ve “belli ölçüde” Türk olan bizleriz. Biz kendi Kürt sorunumuzu çözemedik. Kendi ülkemizi iyi yönetemedik. İçerde anlamsız çatışmalara girdik ve belayı büyüttük. Ben “artık öldürmeyi değil yaşatmayı konuşun” diyorum. Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesiyle birlikte dünyanın da bir “Türkiye sorunu” olacak.

Kürt sorununu biz PKK sorunu olarak görüyoruz ki, DTP'lilere “terörist olduklarını söyle” deyip bunu çözüm gibi dayattık…

Bir Kürt siyasetçi kolay kolay bunu söyleyemez. Kürtlerin geçmişinde Öcalan ve PKK kutsal değerler olarak vardır. Ama soru şudur: Kürtlerin geleceğinde Öcalan ve PKK var mıdır? Bugün şartlar çok değişti. Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği yolunda zor da olsa yürüyor. Ülkenin üstündeki baskıların önemli kısmı kalktı. Sadece Kürtlerin değil bütün Türkiye'nin özgür ve zengin olabileceği bir hedefe yavaş da olsa ilerleni-yor. PKK ise şartlar hiç değişmemiş gibi davranıyor. Yollara mayın döşemek, pusu kurmak, gerginlik yaratmak, iktidarını sürdürmek isteyen “derin devlete” yarıyor sadece.

AK Parti doktorluğa mı yatkın, cellatlığa mı?

Doktorluğa daha yatkın, ama arada bir “acaba cellatlarla da bir şey yapabilir miyiz” türü kurnazlıklar geçiyor aklından…

“Kemalizm, Türk siyasetinin “sihirbaz topudur”, el çabukluğuyla kutuya bir kavram koyup yerine bir başka kavram çıkarma hüneridir. “Kemalizm,” dediklerinde söylemek istedikleri, seçilenlerin devletin direksiyonuna asla geçemediği “demokrasisiz” bir toplum projesi, ülkeyi askerlerin, bürokrasi ve yargıyla elele vererek yönetmesidir.”


Haberler eksik olsa da tavrımız net

“Gazetecilik artık göstermekten ziyade saklıyor, diğer gazeteler çok zorlanacak, sakladıkları her şey Taraf gazetesinde olacak” diyerek çıktınız.

Evet, biz bu gazeteyi bunun için yayınlıyoruz…

Nokta'nın başına gelenleri hatırlayın… Şemdinli, Dink cinayeti ortada…

Biz gerçeği söylersek başımıza kötü bir şey gelir diye düşünüyor insanlar. Normal bir ülkede böyle şeyler olmaz ama bizde devlet ve hukukun, gerçeği söyleyenin başına bir şey açacağına inanılıyor. Neden bu ülkede insan önemli değil de devlet önemli, devlet nasıl insanı ezer sorularını gündeme getirmek istiyoruz. Bunları sadece makalelerde değil, haberlere de taşımak istiyoruz.

Anlattıklarınızla elimizdeki gazete henüz örtüşmüyor, çıkışta biraz beklentiyi yüksek mi tuttunuz?

Galiba böyle bir şey oldu... Gazete biraz uçak gibidir, kalkarken hafiften sallanabilir… Estetik açıdan iyi ama biraz daha düzeltmemiz gerekiyor, haberde yakaladığımız fikri çizgiyi ortaya çıkaracak haberlere ihtiyacımız var.

Bazı yazarlar Taraf'ı gördüklerinde hayal kırıklığı yaşadıklarını söylediler…

Bu duyguyu onlara verdiysek haklılar: Düşünüyoruz onlarda niye böyle bir duygu oluşturduk diye. Haberlerde olabilir ama tavrımızda bir eksiklik olduğunu zannetmiyorum. Herkese mutlaka “bunlar gerçekleri korkmadan basıyorlar” dedirteceğiz…

Okurun mesajını nasıl anlayacaksınız, hedefi 35 bin olarak belirtmiştiniz…

Buna çok çabuk karar verebileceğimizi zannetmiyorum. Yenilikleri olan bir gazeteyiz, bekleriz biraz…

Tirajınız 10 binin altında, bu cesaretinizi kırıyor mu?

Kırmıyor ama çok iyi de değil. Toparlanırız, çünkü tek bir gazete bile iyi olduğunda bu öteki gazeteleri de pozitif etkiler.

Hedef iyi ya iktisadi gerçekler…

Şu anda patronlar da kendini iyi hissediyor, böyle bir gazetenin var olması gerektiğine inanıyorlar. Ekonomik problemler var ama biz o kadar çabuk teslim olmayız.


1 YTL'LİK GAZETE OLDUĞUMUZA İKNA EDEMEDİK

Siz 1 YTL veriyor musunuz?

Her gün… Aslında 1 YTL çok değil ama biz henüz okuru bunun 1 YTL'lik gazete olduğuna ikna edemedik. Bu bizim eksikliğimizdir. Bu yönde yeni çabalarımız var. Abone kampanyası bunlardan biri, ayrıca abone olana 160 YTL'lik kitap vereceğiz…

“Aslında iyi bir gazete yapacaktık ama” diye başlayan bir cümleniz var mı?

Ben kolay kolay bırakıp giden bir adam değilim…

Taraf tutmazsa bu durumu kariyerinizde nasıl isimlendirir siniz?

Bu olursa benim hatamdan olur, ben bunu üstlenirim. Hayatımda çeşitli yenilgiler yaşadım, bir yenilgi daha yaşarım ama buradaki insanlar için çok üzülürüm.

Taraf'ın arakasında kim var, cemaat, cemiyet, dış destek, devlet...

Hepsi yalan. Başar ve Savaş Arslan'dan başka hiç kimse yok. Burası hiçbir yerden, cemaatten, örgütten, ırktan, siyasi partiden, ekonomik kuruluştan destek almıyor…

  12.12.2007

© 2021 karakalem.net, Ahmet Altan ile söyleşi



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut