Filistin’e günaydın

Nuriye Çakmak

İFRAT TEFRİTİN kıskaçlarında bir Filistin manzarası yansıyor hep “dünya”mıza. Kimi, tüm hayatlarının akşam haberlerindeki acı sahnelerden oluştuğunu, milletin her bir ferdinin maddi manevi tam donanımlı mücahitler olduğunu düşünürken; kimi de, biraz hayata yönelik bir bakışla baktığında, hissizliğe düşüyor. Onlar da kola içiyor diyor meselâ. Hırsızlık gibi birçok suçun sokaklarda kol gezdiğini görüyor. Sonra aslında orada da hayatın tam da “ahir zamanda hayat” kıvamında devam ettiğini... Ve vicdanına kalkan yapıyor bu görüntüleri.

Oysa ne acıları yalan onların, ne de hayat üstü bir hayat yaşıyorlar. Hiçbir şey siyah-beyaz değil. Elbet hataları vardır Filistinlilerin. Ancak onları yargılamak bizi temize çıkarmayacak. Biz üzerimize düşeni niyeten dahi olsa yapsak, niyet için bahaneye ne hacet...

En büyük hakikat siyasetten beslenen tarafgirlik değil, şefkattir elbet. Yolumuz ise gerçek adalet olan adalet-i mahza'dır. Bu bağlamda sözgelimi, intihar eylemleri sorgulanabilir. Bazı müfrit "mücahit organizasyonlar"ın iplerinin başkalarının elinde olup, faydadan çok zarar verdiği de sorgulanabilir. Ancak amaç gerçekten hakikate ulaşmaksa biraz empatiye de ihtiyacımız var. Önce içsel, sonra ümmet çapında. Bu yollara sapanların içinde bulundukları yüksek gerilimi, her gün şahit oldukları tahrik edici görüntüleri, üzerlerinde oynanan oyunları da düşünmek lazım suçlamaya varan yorumlarda. Ve hazır sormaya başlamışken şu da sorulabilir aslında, peki biz ne yaptık bu sonuçların ortaya çıkmaması için?

Diyelim ki, siyah ve beyazdan vazgeçtik ve Filistin'in de hayatla aynı renk olduğunu düşünebildik, Allah bizden hüküm mü istiyor, doğru tespit mi, bu işi çözmemizi mi? Pek sanmıyorum. Bir Müslüman uyanıklığı ve şefkatiyle, korkutan feraseti ve Allah ile arasında bir perde olan duasıyla yaklaşmamız mı isteniyor yoksa?

Filistinliler, İsrailliler, siyaset, Amerika, siyasetin yalanla bağlı çıkar ilişkileri, Müslümanların rolü vs. gibi içiçe girmiş konularda herşeyden önce “içsel bir sorgu” tam da ihtiyacımız olan. Yıllardır söylenilen büyük harfli meydan cümleleri veya yazılan son derece doğru tespitler... Manzara hiç değişmedi oysa. Biz de değişmedik.

Biraz manevî açıdan bakmak istiyorum artık. "Tuh o asrın gayretsiz Müslümanlarına!" denirse söyleyecek sözüm manevî olsun istiyorum. Bu "gayretsiz"in altında hissiz, ihlassız gibi manalar da gizlidir zannımca. Umumun hatasından gelen musibette “umumun” içinde miyim diye sormam gerekiyor. Sonra yer aldığım kısım için, daha iyi bir kul olarak ‘manevî ortalama’yı ‘yükseltmem.’

Zira bir bahçedeki tohumlardan çürüyenlerin sayısı nasıl kemmiyeti etkilemiyor ve sonuç meyvedarlara nispet ediliyorsa, Amerika ve İsrail, onların hocaları veya Filistin içindeki maşaları vs. değil medar-ı nazar olacak olan. Onlar zaten hep yapageldiklerini yapıyor. Değişmeyecekler. Değişmesi gereken biziz. Algılarımız. Maneviyatımız. Uyanışımız.

Şurası kesin ki, bu imtihanda savaşın sürdüğü bir yer daha var: en büyük savaşın yaşandığı nefisler. Güçlü silahlarla kazanılmayacak bir savaş bu. Hep burada kaybettiğimizden, meydanlara da siniyor bu yenilmişlik belki. Sözgelimi, Doğu Türkistan’da yaşananlara bu kadar üzülmüyoruz, onlar direkt dinleriyle imtihan olunurken. Orada da inanılmaz bir zulüm yaşanıyor ama, görüntü yok. Biz diğer sıcak savaş meydanlarından karelere sinmiş acıları gördüğümüzde tepki veriyoruz. Ama acıdır ki, “diğerleri” gibi algılıyoruz ve aynı tepkileri veriyoruz. Karelerin ölümünü resmettiğinin bir kurtuluşa erdiğini, Rabbimizin kimseye zulmetmediğini ve etmeyeceğini, asıl hezimetin ölüm değil, ölüme hazırlıksız yakalanmak olduğunu ne kadar düşünebiliyoruz. Çoğunlukla düşünemiyoruz ve çokça acı çekiyoruz bu görüntülere her muhatap oluşumuzda.

Ancak bu acılar içimiz yana yana dua etmemize vesile oluyor mudur? Gün içinde sadece haberleri izlerken hatırlamasak onları, kardeşimiz gibi görsek, bir binanın taşları gibi görsek de, o taşlara bomba isabet ettiğinde sarsılsak biz de... Samimi bir duamız olsa kardeşlerimize sakladığımız. Vebalden biraz uzaklaşır mıyız?

Fili bir duaya da ereriz belki. Aramıza sinmiş masum yüzlü münafık düşmanlarımızı tanırız. Nasıl da hayatımıza sızdıklarını ve bizim bilerek veya bilmeyerek onları beslediğimizi anlarız. Onlar'ın aslında o kadar da uzak olmadıklarını görebiliriz o zaman.

Nefsimizi temize çıkarma telaşındayken, fark edemiyoruz onları. Vazgeçemiyoruz, nefsimiz gibi. Çünkü oradan yakalamışlar bizi. Sözgelimi, dev markaların yemi olmasak? Bir süre sonra “Ben almadım, o almadı, birşey değişmedi, tek başıma baş edecek değilim ya, işim görülsün” demesek. Bir kişi, bir kişi pes edip sonra çoğunluk olup çözülmesek. Aslında bu da bir savaştır ama, cephemiz yok bizim. O markaya uyguladığımız boykot için, kim tutuyor elimizden? Kim “Biz de onun kadar kaliteliyiz, bizi tercih edin” diyor. Dindar kuruluş olmaz ya, dindar olan kişidir, oldu diyelim, ki var. Kâr telaşından sıyrılıp, kaliteye yönelseler ve alternatif olsalar en azından...

Kabul edelim, fiilî duamız eksik; dilimizde, yüreğimizde duamız eksik. Acı çekmek tek başına sonuç getirebilseydi, çoktan gelirdi. İfrat ve tefritten ise doğru tespit hiç gelmedi. Başkalarının günahıyla kimse temizlenmedi ve acılara gözleri kapamakla vicdanın sesi kesilmedi...

Eğer her namaz vaktinde birleştiğimiz ve saf oluşturduğumuz gibi bir birleşme yaşasak ümmetçe veya idrake varsak böyle imtihan zamanlarında, muvaffakiyet ihsan edilecektir. Ama unutmamak gerektir ki, bu muvaffakiyet de”zafer sarhoşluğu” ile aynı anlamda değildir. Öz kazanırsa, zaferdir. Özünü yitirmişinki, aslı kaybetmişinki “zafer” midir?

Filistin'in “zafer”i, bir uyanış olsun, uyanışımız olsun. Çeçenistan’ın ve adı anılmayan ama aynı zulmü gören tüm binamızın diğer taşlarının. Ki tekrar düşülmesin bu durumlara. Filistin’de, Çeçenistan’da biri mutlaka ağlıyor ben bu satırları yazarken; vebalden payımız artmasa... Rahmeti sonsuz Rabbimizin yardımı ulaşsa, umumun hatası bağışlansa....

Bunun için tevbe etmek gerek ve uyanmak.

Günaydın.

  11.04.2008

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut