Hakikat şahitlik ister, hesap istemez!

ASR-I SAADET’TEN günümüze taşınan ‘ihtida’ örnekleri, nefsü’l-emirde olana nefisleri de râm etmenin; yani bütün kâinatın şahidi olduğu objektif gerçekliğe kendi nefsiyle de şahit olmanın bazıları için ne kadar kolay, bazıları için ise nasıl da imkânsız olduğunu ortaya koyar.

Ebu Bekir radıyallahu anhın, Hz. Ali’nin, Hatice validemizin, Zeyd’in, Bilâl’in, Osman’ın, Talha’nın, Sa’d’ın, Ebu Zer’in o tereddütsüz imanları; Hamza ve Ömer gibi iki kahramanın altı sene bir ‘kör nokta’da kaybolmuşken bir anda, def’aten nefislerini aşıp hakka teslim olabilmeleri; Peygamber aleyhissalâtu vesselamın haberini işiten bir bedevînin gelip daha hiç sözünü işitmeden sırf yüzündeki o ‘el-Emîn’ vasfını görerek “Bu yüzde yalan yoktur ve olamaz” diyerek iman edişi... nefsü’l-emirde olana nefsiyle de râm olmanın—belli eşikler aşılabilmişse—aslında çok da kolay olduğunun işaretleridir.

Ama öbür tarafta, gözlerinin önünde mucizeler zuhur ettiği halde inkârda ayak direten Ebu Cehil’in, Ebu Leheb’in, Velid b. Muğire’nin, Utbe b. Rebia’nın, Ukbe b. Ebi Muayt’ın, Âs b. Vâil’in, Nadr b. Hâris’in, Ümeyye b. Halef’in hali, keza münafıkların o ikircikli halleri ise, nefsü’l-emirde olana nefsiyle de râm olmanın—belli eşikler aşılamamışsa—nasıl da imkânsız olduğunun işaretleridir.

Durumu böyle tesbit edince de, iş, işte bu ‘eşikler’i tarif ve tahlilde düğümlenmektedir.

Kur’ân-ı Hakîm, ayrı ayrı sûrelerde, mü’minlere aşılması gereken bu ‘eşikler’i aşamayanların halini ve akıbetini bildirerek nazara verir.

Hem sadece Muhammed aleyhissalâtu vesselamın tebliğine muhatap olanlar örneğinde değil, önceki peygamberlerin tebliğine muhatap olanlar örneğinde de anlatıp göstererek.

Kibir, seçkincilik, haset, iktidar hırsı, bedel ödemekten korkmak, geçici dünya malına tamah etmek.. bu eşikler içinde birer eşik olarak çıkar böylece karşımıza.

Bu eşiklerin hepsinde görülen ortak bir keyfiyet ise, ‘hesapçılık’tır.

Müstekbirin bir hesabı vardır meselâ; kendisini herkesten üstün görmek isterken, karşısında yaratılmış hiçbir şeyin ‘büyüklüğü’nün sözkonusu edilemediği Allahu Ekber’den haber veren bir vahiy, bu üstünlük hesabını bozduğu için inatla ayak diretir.

Seçkincinin hesabı da benzer şekildedir. Kendisini ve ait olduğu zümreyi sair insanlardan üstün görür, Allah’ın mabudiyetten uzaklık açısından da mahlûkiyet itibarıyla da eşit şekilde yarattığı sair kullarını ya fakir diye, ya derisinin rengi değişik diye, ya eğitimi az diye, ya sülâlesi kalabalık değil diye, ya benim ırkımdan değil diye aşağılamanın aşağılık tadını çıkarırken, “Allah katında en değerliniz, takvâca en üstün olanınızdır” buyuran vahiy, bu seçkinci hesapları bozduğu için hakikate inatla ayak diretir.

Bu şekilde bakıldığında, Kur’ân’ın atıfta bulunduğu bütün bu ‘eşik’lerin gerisinde ‘hesapçı’ bir ruh hali çıkar karşımıza.

Müddessir sûresinin âyetleri içerisinde ise, hakka teslimiyetin yolun bir engeli olarak ‘hesapçılık,’ daha bir açıklıkla çıkar karşımıza:

“Beni, tek olarak yarattığım o kimse ile başbaşa bırak! Kendisine bolca mal verdim. Ve gözler önünde duran oğullar... Onun için nimetlerimi serdim de serdim. Sonra da, arttırmam için göz dikiyor. Asla! Çünkü o âyetlerimize karşı pek inatçı oldu. Onu sarp bir yokuşa zorlayacağım. Çünkü o düşündü ve ölçtü biçti. Geberesice, nasıl ölçtü? Geberesice, sonra nasıl da ölçtü? Sonra, etrafına bakındı. Sonra kaşlarını çattı, yüzünü buruşturdu. Sonra arkasını döndü, böbürlendi. Ve: ‘Bu, rivayet edilen bir büyüden başka birşey değil. Bu, insan sözünden başka birşey değil’ dedi.” (bkz. Müddessir sûresi, 74:11-25).

Tefsirlerde, bu kişinin Velid b. Muğire olduğu belirtilir. Kureyş’in ulusu, zengini ve bilgilisi olarak nâm salmış Velid, Kureyş’in o sırada en güçlü kabilesinin önderidir. Müddessir sûresinin ilgili âyetlerinden anlaşıldığı üzere; keza siyer ve tefsir kitaplarında daha ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına göre, Velid b. Muğire Peygamber aleyhissalâtu vesselama vahiy geldiğinde ve bu vahiyler kendisine okunduğunda, en başta, bu sözlerin hakkâniyetini anlamış; o yüzden peşinen bir tepki göstermemiştir. Yani, âyetleri duyar duymaz, bunlar yalan, bunlar asılsız, bunlar uydurma filan dememiştir. Ama buna karşılık, ne Hz. Ebu Bekir veya Ali gibi, ne Hamza veya Ömer gibi dikkat kulağıyla dinler dinlemez iman da etmemiştir.

Ya ne yapmıştır?

İlgili âyetlerin bildirdiği üzere, durmuş, oturmuş, hesabını-kitabını yapmıştır. Düşünmüş, ölçüp biçmiş, bir daha ölçüp biçmiş, sonra etrafına bakınıp ‘ortamı koklamış,’ ortamı da müsait gördükten sonra münkirlerin akıl hocalığına yeltenmiştir. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın tebliğine mani olmak için “O bir mecnundur, meczuptur, büyülenmiştir” kabilinden söylentiler uydurulması için Kureyş müşriklerine yol gösteren, odur.

Âyetlerden anlaşıldığı üzere, vahye ilk kez muhatap olduğunda, Velid’in aklı, kalbi ve vicdanı gelen bu vahyin hakkâniyetini derketmişti. Ama o, iç dünyasının doğruladığı bu gerçeği diliyle peşinen tasdik edip şehadet edecek yerde, nefsine danışıp gelir-gider hesabı yapmayı seçti.

Çünkü onun tanrısı, menfaatti. Gelen vahyi tasdik edersem ne kazanırım, etmezsem ne kazanırım? Gelen vahyin umumen kabulü bize ne kazandırır ve ne kaybettirir? Velid, hakikati görür görmez tasdik etmek yerine, nefsinin elinde bu hesabı yaptı. Sonra, bir kez daha hesap yaptı. Sonra tekrar hesabın sağlamasını yaptı.

Gelen vahiy, maddî-manevî rant sağladıkları kurulu düzeni bozuyordu. Kaybettirecekleri aşikârdı da, kazandıracakları konusunda şüphedeydi. O yüzden, gelen vahiy hakikat de olsa ona bâtıl dönmeyi, ilâhî de olsa onu beşerî diye nitelemeyi; kurulu düzen bozulmasın diye, Peygamberi de insanları ondan uzaklaştıracak vasıflarla vasfetmeyi tercih etti.

Hesap etmese, kazanacaktı Velid.

Hesap etti, kaybetti...

Hesap edince, âyetin tabiriyle, ‘aslandan kaçan yaban eşekleri gibi’ hakikatten kaçmayı seçmişti çünkü.

Üç günlük dünya hesabına hakikatten kaçarken önünü göremeyince düştüğü yer ise, yine âyetin haberiyle ‘Sakar’ oldu.

Geride kalanlar için, bir ibretlik ders bırakarak.

“Hakikat şahitlik ister; hesap istemez” dersi bırakarak...

  30.08.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut