İşimiz gerçekten zor

BUGÜN BURADA, ‘yorumlar’ bölümümüzün iki ‘proaktif’ katılımcısının iki yorumundan söz edeceğim.

Bu yorumların birincisi, başlığı çıkarılmış olarak sitede yayınlandı; diğerinin ise yayınlanması uygun görülmedi.

Birinci yorumu yayınlarken, başlığının çıkarılmasını uygun gördük, çünkü kendisi gibi düşünmeyen mü’min kardeşlerine dilediği eleştiriyi getirmekten çekinmeyen yorumcu arkadaşımız, kendisinin eleştirilmesini ise istemiyor olmalı ki seçtiği başlıkta “Bu yoruma kimse cevap yazmasın” mesajını vermeyi tercih etmişti.

Yani, o kendisi gibi düşünmeyen mü’minlere dilediğini söyleyecek, ama onun gibi düşünmeyenler ona karşı kendilerini müdafaa ve ifade edemeyeceklerdi...

Sonuçta yorumu yayınladık, ama hiss-i adalete ders düşen başlığını çıkararak...

Ahlâkın en basit tarifinin “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma” olduğu söylenir. Diğer bir deyişle, “Ancak kendine yapılmasını istediğin şeyi başkalarına yap.” Biz mü’min kardeşimizi hatasından dolayı eleştiri hakkımızı savunurken, eleştirilmemizin de bir hak olduğunu biliyor; www.karakalem.net’i şahıslarımızın ve yazılarımızın dokunulmaz olmadığı bir formatta sunuyoruz. Dahası, sitenin editörü olarak bana yönelik yorumları değerlendirir ve onaylarken yazarlarımıza yapılan yorumlara göre daha esnek davranmaları şeklinde bir ricam var “yorumlar”a izin verip vermemekle yetkili arkadaşlarımızdan. Hal bu iken, eleştiren ama eleştirilmek istemeyen bir yorumu bir ahlâk ve zihniyet zaafıyla mâlûl bulduk ki, yayınlamadık. Yine de, hüsnüzannı elde tutarak, kardeşimizin niyeti bu olmayıp ‘tartışma uzamasın’ düşüncesiyle o başlığı atmış olabileceği ihtimalini de buraya kaydedelim.

Gelelim yayınlamadığımız yoruma...

Bu yorum, “Hudeybiye turnusolu” yazımız için gönderilmiş. Öncelikli muhatabı yazının yazarı olarak ben değilim. Öncelikli muhatap, “Eleştiriyi Tahrip Addetmek” başlıklı bir yorum yazan mü’min kardeşimiz.

Ne yapmış bu kardeşimiz?

Yazımıza ve yazımızda temas edilen noktalara iştirak ettiğini belirten kişilere yönelik ‘tenkid hastalığı’ kabilinden yorumlara cevap vermiş.

Nasıl bir üslupla?

“Münekkidler diye tenkid ettiğin kişilerin işleri güçleri oturup tenkit yapmak, eleştirmek değil. Herkes kendi çapında ve anlayışında hizmet etmeye çalışıyor” demiş.

Ne dersiniz? Burada bir hakaret var mı?

“O hizmet tarzına uymadığını birtakım ilmî ve insaflı tesbitlerle gösteren ve bunu yazıya döken kardeşlerimizi hemen tenkitçi yaftasıyla karalamak ve ‘İşiniz gücünüz hizmet edenleri karalamak’ deyip kulakardı etmek, hizmet mi?” demiş.

Burada bir hakaret görüyor musunuz?

“Tenkidi bazan cerbeze, bazen de insaf ve merhamet işletir. Lütfen, merhametten gelen tenkidi diğeriyle karıştırmayınız” demiş.

Bu sözün neresinde hakaret var?

“Üstadın Hücumat-ı Sitte’de yaptığı ikazlar kimin için? Ehl-i dalâlet için mi? Yoksa hizmet etmek isteyenler için mi? Orada enaniyet, korku, kıskançlık, hubb-u câh gibi damarlardan dolayı, hizmet ettiğini zannettiği halde hizmeti baltalayan zihniyete ikazlarla doludur” demiş.

Bu sözün neresinde hakaret var?

“Sonra, bir hizmetin kıymeti, dağları taşları, dünyayı aşmasıyla değil, rıza-yı ilâhi ile orantılıdır” demiş.

Bu söz mü hakaret içeriyor?

Ve ilgili kardeşimize göre, verdiği bir örnek üzerinden, meselenin özeti: “Mesele, araçların amaçlaşması. İşte bu amaç-araç sapmasına karşı yapılan eleştirilere yönelik yapılan savunmalar, ölçülü ve insaflı olmalı.”

“Eleştiriyi Tahrip Addetmek” başlıklı yorum, işte bu cümleyle bitiyor.

Doğrudan bu yorumu yapan kardeşimizi ismiyle muhatap seçen ve yayınına izin vermediğimiz bu yorum, “Fikir platformunda fikirler tartışılsın o zaman. Tutup da küçüklüğün alâmeti olan, kişilerle ne diye uğraşılıyor?” diye başlıyor bir kere. Gördünüz, hepimiz daha ilk cümlede ‘küçüldük’ gitti! ‘Ölçülü ve insaflı tenkid’e davetin ilk karşılığı ne yazık ki böyle.

Ama asıl fecaat sonra başlıyor:

“Buyrun fikrinizi söyleyin, tartışalım. Ama sevdiğim kimseye lâf atma!”

Hayır hayır, bu kabadayı ağzı, asıl fecaatin sadece başlangıcı.

Sonrasında, işte yorumu yazmamızı uygun görmediğimiz cümle geliyor. Bu cümleyi aynıyla koyacak değiliz. Çünkü gerçek bir fecaat ve tam bir hamakat ile karşı karşıyayız. Bu kabadayı ağzından sonra, daha önce hiç kimseden duymadığımız bir iddia dile getiriliyor.

İddia şu: Sözümona, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur mesleğine sadakatiyle maruf en güzide talebelerinden biri, Bediüzzaman’ı eleştiren bir yazısından dolayı Necip Fazıl’ı öldürmek istemiş!

Evet, insanın kanını donduran bir iddia bu! Ve ne İslâm’ın temel esaslarıyla, ne Risale-i Nur’un hikmet ve rahmet yüklü mizanlarıyla izahı mümkün...

Yıllar yılı dile getiregeldiğimiz bir hastalığın işi nerelere kadar götürebileceğinin bir nümunesi üstelik.

Bediüzzaman’ın hayatını biliyoruz. Risale-i Nur’un düsturlarını biliyoruz. Bediüzzaman’ın talebelerine verdiği son ders ve bu dersin ‘esbâb-ı mucibesi’ni biliyoruz. Bediüzzaman’ın “Onlarla dostuz ve kardeşiz; ama siyaset noktasında değil” kaydını düşmekle birlikte Necip Fazıl’a ‘elli talebesi kıymetinde’ bir değer verdiğini de biliyoruz. Ve yine Bediüzzaman’ın ona karşı en şedid mücadeleyi yürüten Afyon savcısına bedduadan dahi, küçük kızının hatırına dilini uzak tuttuğunu biliyoruz.

Bütün bunlar, böyle bir iddiayı daha duyar duymaz Risale-i Nur mizanlarıyla izahı gayrikabil bir deli saçması olarak reddetmeyi iktiza ediyor.

Haydi farzedelim ki, gerçekten böyle birşeye Bediüzzaman’ın bir talebesi güya Bediüzzaman’a muhabbet adına kalkıştı, o kişinin daha o dakikada Risale’yle de, Bediüzzaman’la da alâkasını yitirmiş olacağını da biliyoruz.

Gelin görün ki, ne insaniyetle, ne İslâmiyet’le izahı gayrıkabil, Risale-i Nur’un tek bir satırından dayanak bulması imkânsız bu deli saçmasını, yorumcu arkadaşımız kimden duyduysa duymuş ve sorgusuz sualsiz kabul etmiş. Hadis alimleri Peygamber sözü diye aktarılanı bile ‘eleştiri’ye tâbi tutup bir ‘hadis kritiği’ geliştirdikleri ve böylece bir sürü saçmalığın “Peygamber böyle demiş” diye mü’minlerin dünyasında yer bulmasına izin vermemiş oldukları halde; ‘eleştiri’den hazzetmeyen bu kardeşimiz bu iğrenç rivayeti ‘eleştirisiz’ kabul etmiş.

İş bu kadarla kalsa, yine de o kadar mesele değil. Oysa bu iğrenç rivayet durduk yerde aktarılmıyor. Arkadaşın asıl derdi başka, karakalem.net’in özgür ruhlu iklimi onu rahatsız etmiş, Risale-i Nur’un rağmına bu kan kokan iddiadan beslenerek durumdan vazife çıkartılıyor.

Hadi açık konuşalım. Vermeye kalkıştığı mesaj şu: “Bana bak, kulağıma üflendiğine göre, üstadı eleştirdi diye bir talebesi Necip Fazıl’ı öldürmeye kalkışmışmış. Sen de ayağını denk al, hocamıza lâf söylemeye kalkışırsan, ben de seni öldürmeye kalkışabilirim.”

Bu çağrışımı nereden mi çıkardık?

Yorumcu arkadaşın aktardığı bu kan kokan ‘rivayet’in ardından gelen şu cümleden: “İnsanların sevdiği kimseler hakkında yazı yazma kardeşim, bu kadar!”

Bu ülkede, böyle bir durumda klasik savunma tarzı şöyledir: (1) Münferit olaydır. (2) Bizi bağlamaz. (3) Maksadını aşmış bir beyandır.

Kimse bu üç şıktan birini kullanarak konuşmasın.

Ortada utanılası, kahrolunası, iğrenç, rezil, aşağılık bir durum var.

Eğrisiyle-doğrusuyla Allah için yürütülmeye çalışılan bir hizmetin selameti ve akıbeti adına kesinlikle masaya yatırılması gereken bir klinik vak’a var ortada.

Tam bir akıl tutulması örneği.

Tam bir takıntılı sevgi örneği.

Tam bir hastalıklı adanmışlık örneği.

Ben Fethullah Gülen Hocaefendiyi de, Ekrem Dumanlı Beyefendiyi de, Fethullah Gülen Hocaefendiden ders almış mü’minlerin kâhir ekseriyetini de bu iz’an ve insaf fukarası rezil yakıştırmadan tenzih ederim.

Ancak, sinek mide bulandırır.

İşte mide de, akıl da, kalb de, hizmet de bulandırıcı iğrenç mi iğrenç bir yorum sineği...

Sen tut, arkadaşımız Murat Türker’in Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın kartel medyasının ‘amiral gemisi’ gazetenin İbn Selûl ruhlu yayın yönetmenine ve aynı gazetenin ‘iç çamaşırı’ndan yazı çıkaran hayâsız kadın yazarına karşı ‘mahcup’ tavrını sorgulayan yazısına, ‘Hudeybiye’yi işin içine karıştırarak cevap yetiştirmeye çalış. Hudeybiye’nin o güzelim hatırasına yönelik bu iğrenç çarpıtmaya karşı Hudeybiye gerçeğini ortaya koyan ve savunan bir yazıya bizi mecbur et. Sonra o yazıya yorum yazan bir arkadaşa, bu kez Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur’un ve Üstadın bir şanlı talebesinin aziz hatırasına kan lekesi sıçratarak cevap vermeye kalkış... Böylece, bir de, eksiği de fazlası da olduğunu düşünsek bile niyetinin samimiyetinden şüphe etmediğimiz Fethullah Gülen Hocaefendiyi asla tasvip etmeyeceği böyle bir üslupla savunmaya kalkışarak, bir de onun hatırasını ve hizmetini lekedar etmeye kalk.

Aramızda böyle bir tek insanın, evet böyle tek bir insanın dahi var olabildiğini gördüğüm için, halimizden utanıyorum.

Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın iki noktadaki duruşunu eleştiren bir yazıdan zincirleme bir akıl kaymasıyla ‘Fethullah Gülen’e hakaret’ sonucu çıkarıp işi ‘ölüm tehdidi’ne kadar vardıran bir psikopat çıkabiliyorsa aramızdan, ortada tedavi edilmesi gereken ciddi bir patolojik vak'a var demektir.

Böylesi bir hastalıklı ruh halinin nasıl ortaya çıktığı muhakkak teşhis olunmalı; ve bu ruh hali mutlaka tedavi edilmelidir.

NOT: Biz bu dünyada sırtlarımızdaki akrepleri kovarak ama kelebekleri incitmeden, zihinlerimize tasallut eden şeytanları kovarak ama melekleri ürkütmeden yaşamak istiyoruz. Bizden ‘dikensiz gül bahçesi’ isteyen takdir bağımlılarını ise hiç memnun edemeyeceğiz. Bu hayatın kanunu böyle... Celâl-cemal, terhib-tergib, havf-reca, takva-amel-i salih, istiaze-istiane derken, hep bu kıvamda akıp gidiyor hayat. Rabbinin kelamını okumaya veya namaz ile şahsî miracına başladığı zaman bile, önce ‘kovulmuş şeytandan’ sığınıp, sonra ‘Bismillah’ diyor insan.

Biz hep böyle yaşayacağız biiznillah. Çünkü doğrusu bu. Çünkü Kur’ân’dan böyle öğrendik, Resûlullah’tan böyle gördük, Risale-i Nur’dan böyle okuduk. Hayatımızda elbette değişmeler olacak; ama bu ana izlek biiznillah hiç değişmeyecek.

Dolayısıyla, yazdıklarımızı ‘bize dokunan birşey var mı?’ takıntılı ruh haliyle okuyan, böylece yazdığımız nice güzelliği ve hikmeti hem kendi dünyasından hem başkalarının dünyasından uzaklaştıran kişilerden bir ricamız var: Hazmedemiyorsanız, okumayın lütfen. Sizin de kafanız rahat etsin, bizim de, asıl okuyucularımızın da. Bu sitede Atatürk Caddesi olmadığı gibi, siteye girerken önyargıların ve önkabullerin vestiyerde bırakılması gerekiyor. Bu site, düşüncenin soluk alıp verdiği bir site olarak düşünüldü ve hep böyle olacak... Bu sitede “Bir hikmeti vardır” denilip geçilmez, “hikmetinden sual olunur.” Hikmetli cevap bekleriz; lâf ebeliği, duygu sömürüsü, hele hakaret ve hele ki tehdit hiç değil...

  16.08.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut