Bir efsane, bir gerçek

MİLLETLERİN VE toplumların ‘tarih’ ve ‘kimlik’ algısına dair araştırmalar yapan sosyal bilimciler, ‘muhayyile’nin ürettiği bir ‘mit’ ya da ‘efsane’nin nasıl ‘gerçek’in yerini aldığına dair örnekler veriyorlar. Aslında hiç olmamış ama olmuş olmasını arzu ettiğimiz birşey zamanla bir ‘olgu’ya dönüşüyor; ve ilgili toplulukta bir kuşak hep olayın böyle olmuş olmasını arzu ettiği, ikinci ve sonraki kuşaklar da bu ilk kuşağı sorgusuz sualsiz taklid ettikleri için de, gerçeğin yerini efsane alıyor. Duruşlar, tesbitler, vaziyet alışlar böylece olmayan birşeyin üzerine bina ediliyor.

Bediüzzaman’ın siyaset karşısındaki o harikulâde duruşundan bir partiye kayıtsız-şartsız destek devşirenlerin; ‘faili meçhul’lerin ve ‘Susurluk’ların gölgesinde dahi Bediüzzaman’ın gösterdiği adresin bu olduğunda ısrar edip başka her türlü yorumu ‘Bediüzzaman’ı anlamamak’tan ‘davaya ihanet’e kadar uzanan bir karalama yelpazesi içine alanların; Hizbullah-derin devlet ilişkilerinin ortaya çıktığı bir zeminde “Devlet bazan rutin dışına çıkabilir” dedikten ve 28 Şubat’ın gölgesinde Kur’ân’ın üçyüze yakın âyetinin ‘hükümsüz’lüğüne, ‘insanlığın bunları aştığı’na hükmettikten sonra dahi bir ismi ‘Demokrat misyon’un önderi olarak görebilenlerin bu körükörüne yürüyüşünün ardında yatan bir dizi sebepten birini de, işte böylesi bir ‘efsane’ teşkil ediyor.

Bu efsane, Bediüzzaman Said Nursî’nin, başından itibaren Halk Partisi’ne karşı Demokrat Parti’ye kayıtsız şartsız destek verdiği kabulünden besleniyor.

Sanılıyor ki, Bediüzzaman 1946, 1950, 1954 ve 1957’de oy kullandı ve hepsinde de oyunu DP’den yana kullandı.

Bu o kadar bariz bir gerçek olarak algılanmış durumda ki, seçim öncesinde kaleme aldığımız bildirinin maddeleri arasında değindiğimiz bir husus, Bediüzzaman’ın 1950 öncesinde ‘muvazaa’ endişesiyle DP’ye mesafeli durduğu hususu, Yeni Asya gazetesi yazarı Ali Ferşadoğlu’nun bu ‘bildiri’ye cevaben yazdığı hacimli yazıda ‘anlaşılmadan’ eleştirilmiş bulunuyor. Üstelik, âdeta Bediüzzaman’a ‘muvazaa’ izafe ediyormuşuz gibi bir anlama yol açarak, bizim Bediüzzaman Said Nursî’nin şahsiyetine leke kondurduğumuz gibi bir izlenime de yol açacak biçimde.

Diğer taraftan, yine bu durum o kadar bariz bir gerçek olarak algılanmış durumda ki, Risale-i Nur talebeleri içinde en ziyade ‘ehl-i tahkik’ olarak görülebilecek nice isim, hususî sohbetlerde bu tesbiti ilk kez duyduğunda büyük bir şaşkınlık yaşıyor ve ‘delil’ soruyor.

Delil, ayan beyan ortada oysa. Emirdağ Lâhikası’nın birinci cildinde yer alan üç mektup, Bediüzzaman’ın ‘söylem’e değil ‘eylem’e bakarak tavır aldığını gösteriyor.

Bu mektupların ilkinde, şunu söylüyor Bediüzzaman:

“...Salisen: Bu kışta bana verilen elîm sıkıntıların bir sebebi: Selâniklilerin istibdad-ı mutlakları serbest fırkalarla kırmasına yardımım olmasın diye beni herkesten tecrid ettiler.”

Hemen belirtelim: Emirdağ Lâhikası birinci cildindeki mektuplar, Bediüzzaman Said Nursî’nin 16 Haziran 1944 tarihli son duruşmada mahkeme heyetinin beraat kararı vermesinden sonra Denizli hapsinden tahliye edilen Bediüzzaman’ın Aralık 1947’de Afyon’a sevkedilip tutuklanmasına kadar talebeleriyle yaptığı yazışmaları içeriyor. Mektubun, ilgili lâhikanın son kısımlarında yer aldığı ve ilk çok-partili seçimlerin 1946’da yapıldığı dikkate alınırsa, mektup en erken 1946 kışında veya baharında yazılmış olsa gerek. Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da kurulduğunu, seçimlerin ise 21 Temmuz 1946’da yapıldığını not düştüğümüzde, Bediüzzaman’ın ilgili mektubundaki bu ‘salisen’ paragrafını Demokrat Partinin varlığından haberdar olarak yazdığı ayan-beyan ortada.

Burada, dikkat çekici bir dizi nokta mevcut: (1) Bediüzzaman, kendisine verilen sıkıntılar ile ülkenin yaşıyor olduğu bu yeni siyasî durum arasında bir irtibat görüyor. (2) Bediüzzaman, tek-partili dönemi ‘Selâniklilerin istibdad-ı mutlakları’ diye tarif ediyor. (3) Demokrat Partiden haberdar olduğu halde, ya aklında ‘Serbest Fırka’ diye kalmış, veya bilerek ‘Serbest Fırkalar’ diye tesmiye ederek talebelerine ince bir mesaj veriyor. (Zira, Türkiye’nin 1930’da yaşadığı bir Serbest Fırka tecrübesi mevcut. Bu tecrübe, ‘Selâniklilerin istibdad-ı mutlakları’nın tecessüm ettiği CHP’ye karşı bir muhalif parti olarak Serbest Fırka’nın ortaya çık(arıl)masıyla rejimin potansiyel muhalefet odaklarını tesbit edip bertaraf etmesi gibi bir anlam içeriyor. Menemen’de Serbest Fırka’nın kazandığını, sonrasında yaşanan Menemen Olayı gerekçe gösterilerek Erbilli Esad Efendi gibi nice âlimlerin ve şeyhlerin rejimi yıkma teşebbüsüyle suçlanarak idam edildiklerini hatırlayalım.) (4) Bediüzzaman, ortaya çıkan ‘serbest fırkalar’ın ‘Selâniklilerin istibdad-ı mutlaklarının kırılması’nda bir rol oynayabileceği düşüncesinde. (5) Kendisinin herkesten tecrit edilmesinin, kimseyle görüşmesine izin verilmemesinin, bu kışta o kadar elîm sıkıntıların kendisine verilmesinin ‘Selâniklilerin istibdad-ı mutlakları serbest fırkalarla kırılmasında kendisinin yardımcı olacağı’ kanaatinden kaynaklandığını düşünüyor.

Yani, ‘yedi senedir Harb-i Umumî’ye merak saikasıyla bakmamış’ Bediüzzaman, ülkede neler olup bittiğinin farkında.

Peki ne yapıyor Bediüzzaman?

Bu çözümlemenin paralelinde, CHP’ye karşı ve ‘Selâniklilerin istibdad-ı mutlakları’nın kırılması için 1946 seçimlerinde DP’ye oy mu veriyor ve DP’ye oy verilmesi yönünde bir çaba mı sarfediyor?

Böyle hiçbir açık ifadeyle karşılaşmadığımız gibi, bir ima ile dahi karşılaşmıyoruz.

Buna karşılık, birkaç sayfa ileride karşımıza çıkan; seçim sonrasında ve muhtemelen 1947’de yazıldığı anlaşılan iki mektupta, Bediüzzaman, şunları söylüyor:

“Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünki, manevî fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer; tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.”

Buradan da anlaşıldığı gibi, Bediüzzaman bu kez ‘hürriyet fırkası’ dediği Demokrat Parti’ye karşı hâlâ mesafeli. Serbest Fırka benzeri bir durumun burada da yaşanabileceği endişesini hâlâ taşıyor. ‘İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftar’ ‘bazı dessas münafıklar’ın ‘her tarafa’ ve bu arada ‘hürriyet fırkası’na girip onları ‘bozmak ve sırlarını bilip ifşa etmek’ planı yürütüyor olmaları ihtimali karşısında Nur Talebelerine ‘çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları’nı söylüyor.

Bu mektubun bir sonrasında ise şu ifadelerle karşılaşıyoruz:

“Kahraman Burhan’ın serbest fırkasının reisine verdiği cevap güzeldir. Evet, Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatlarıyla bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebeb çıkar, o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır.”

Bu mektupta, Bediüzzaman’ın yine ‘Serbest Fırka’ ifadesi kullanması dikkat çekici. Ve anlaşılıyor ki, Demokrat Parti’nin Bediüzzaman’ın Burhan isimli talebesinin yaşadığı bölge olan Isparta’daki il veya ilçe başkanı, Risale-i Nur talebelerinden siyasî destek ve ortak çalışma talep etmiş. Kahraman Burhan, ‘vazife-i imaniye’ ve ‘siyasetten ictinab’ ekseninde bir cevap vermiş. Bediüzzaman Demokrat Partinin CHP’de kümelenmiş bulunan ‘siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler’ zümresinin ‘istibdadını kıracak’ bir ‘sebep’ olacağı beklentisi içinde; ama önceki iki mektupla birlikte bu mektuptan da anlaşılıyor ki bilfiil görmeden bir adım atmayı uygun görmüyor. Serbest Fırka benzeri bir tecrübenin bir kez daha yaşanabilmesi ihtimalini yedekte tutarak, “Çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır” diyor.

Bu arada, peşinen belirtelim, mektubun devamındaki ifadeler de elbette mühim: “...Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir...”

Emirdağ Lâhikası’nın birinci cildinde yer alan başkaca mektuplarda da, siyasete dair hep bir mesafe görülüyor ve buna karşılık oy verilecek bir ‘adres’ beyanı görülmüyor. Emirdağ Lâhikası’nın ikinci cildindeki bir mektuptan, “Emirdağ Nur talebeleri namına Mehmed, İbrahim, Ziya vesaire...”nin mektubundan anlaşıldığı üzere Bediüzzaman 1950 seçimlerinde “manen ve maddeten Demokrat Partiye yardım için talebelerini hafifçe teşvik etmiş;” ama açık bir destek beyan etmemiş. Sebebini de, işte, ilgili lâhikalara düşülen kayıtlardan anlamak mümkün.

Bediüzzaman’ın Demokrat Parti’ye yönelik açık bir güven ve destek beyanına ise ancak Mayıs 1950’de seçimleri kazandıktan sonra ilk icraatı olarak ezan-ı Muhammedî’yi serbest bırakmasının akabinde rastlıyoruz.

Yani, Bediüzzaman ‘zan’lar ve ‘tahmin’ler üzerinden hareket etmemiş; bir ‘muvazaa’ ihtimalini açık tutarak, 1946 ve 1950’de değil DP’ye açık bir destek bildirmek, oy dahi kullanmamış. Ancak Demokrat Parti, CHP’ye karşı ortaya çıkışının ve Demokrat ismini alışının hakkını icraatıyla gösterdikten sonra açık bir destek beyanında bulunmuş. Bununla birlikte, yanlış olduğunu gördüğü icraatında ikazdan da geri durmamış.

Bu tablodan bu dersi alalı beri, iki hususu özellikle zihnimde saklı tutuyorum:

(1) Hiçbir surette ve hangi partiye giderse gitsin oylarımız ‘çantada keklik’ olmamalı; ‘delil ve akıbet’e, yani ‘icraat’e bakılmalıdır. ‘Dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar’ bilmelidirler ki, eylemleri söylemleri ile çeliştiğinde, oylarımız yine de onlara gitmez.

(2) Hiçbir surette ‘zan’lar ‘yakîn’in yerine konulmamalıdır. Böylesi bir asırda sergilediği basiret ve ferasetle insanı hayrette bırakan Bediüzzaman’ın ‘icraat’ını görmeden ‘zann’a göre hareket etmemeyi tercih etmesi; Demokrat Parti’de CHP üzerinden ‘Selâniklilerin istibdad-ı mutlakları’nı kırma potansiyeli görmekle birlikte henüz icraatın olmadığı bir zeminde ‘ihtiyat, dikkat ve temkin’i talebelerine tavsiye etmesi manidardır. Bediüzzaman’ın ‘zannî’ bilgisini ‘yakîn’ olarak sunmamıştır.

Ama buna karşılık, Nur Talebeleri dün ve bugün bu noktada ‘uygulama’ hataları sergilemişlerdir. ‘Demokrat misyon’un temsilcisi olduğunu iddia edenlere “Demokratlığınızı gösterdiğiniz ölçüde oyumuz sizindir” denilerek bu ülkenin demokratikleşmesi yolunda etkili bir müşevvik olunacağı, söylemin yeterli görülmeyip her seçim öncesinde ‘eylem’e bakılarak yeniden değerlendirme yapılacağı yerde bu yapılmadığı gibi, ‘zannî’ durumlarda ‘yakîn sahibi imişçesine’ davranılmıştır.

Nur Talebeleri ‘zan’la hüküm vermemeli; yakîn’in sözkonusu olmadığı, ancak ‘zann’ın sözkonusu olabildiği durumlarda hem suizannında, hem hüsnüzannında ihtiyatı elden bırakmamalıdır.

Nur Talebeleri ‘yakîn’in geçerli olduğu durumlarda ise, hâlâ daha tarafgir olduğuna ‘hüsnüzan,’ muhalif olduğuna ‘suizan’ çizgisinde durmamalı; yakîn’in gereği icra olunmalıdır.

Nur Talebelerinin oyları hiçbir zaman hiçbir parti için çantada keklik olmamalı; ‘tasvir-i müddea’ ile yetinmeden, her seçim öncesinde bir kez daha ‘delil ve akıbet’e bakmalıdır.

Dolayısıyla, bir sonraki seçimde de...

  28.07.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut