‘Emanet’ yazısına derkenar

ZAMAN OLUR, gönlünüze ve aklınıza düşen ile kaleminizden dökülen arasında bir tıkanma oluşur.

Aslında çok şey söylemek isterken, çok azını söylersiniz böylece.

Hatta, söylemek istediğinizi hiç söyleyemediğiniz düşüncesine dahi kapıldığınız olur.

Zaman olur, söylemek istediğinizi söylersiniz; ama siz o söylemek istediğinizi yazarken, zihninize yepyeni açılımlar gelir.

Tereddüt edersiniz; yazsam mı, yazmasam mı?

Benim gibi, ‘nadasa bırakarak,’ ‘demlendirerek,’ ‘mayalandırarak’ yazma gereğine inananlar yazmamayı tercih ederler genellikle.

Ama bir bakarsınız, yazıyı okuyanlar içinde, yazının getirdiği bu açılımları farkedenler olmuş. Sevinirsiniz.

Zaman olur, yazınıza eklenecek bir veçhe daha vardır. Ama bu, güçlü bir ilave mesajdır; bu haliyle yazıya eklense ya ilave mesaja, ya yazının ana mesajına yazık olacaktır.

Dakikalarca, tereddütte kalırsınız.

Hatta, bir yazıp bakar, bir silip düşünürsünüz.

Sonunda, başka bir zaman başka bir yazıda müstakilen ele almak üzere, vazgeçersiniz.

Ama okuyucular çıkar, ‘aslında şuna da dikkat çekmek istiyor gibisiniz’ der, sevinirsiniz.

“Emanet” yazısı, böylesi bir yazıdır benim için. Söylemek istediğim çok şey olan bir konuda az şey söyleyebildiğim bir yazı olmuştur; daha yazarken bu ‘çok şey’e yeni ilaveler olduğu halde yazılmamıştır; ve yazıp da sildiğimiz bazı kısımlar vardır.

Şükür ki, yorum veya mesaj veya hususî e-mail yoluyla öğrendiğim o ki, meramımı anlatamadığımı düşünsem de anlayışlı gönül dostlarımız ne demek, sözü nerelere taşımak, analizi nerelere kadar uzatmak istediğimizi anlamışlar.

Beni en çok gülümseteni ise, bir sevgili kardeşimin, ‘E(ma)ne(t)’ başlıklı bir yorumla dile getirdikleri. Kur’ân’ın haber verdiği ve dağ-taş yüklenmekten çekindikleri ‘emanet’in bir veçhinin ‘ene’ olduğunu söyler Bediüzzaman.

‘Emanet’ yazısını yazarken, ‘Ene’ emanetini emanet sahibinin rızası dahilinde kullanmanın, ‘Ene’ ile ‘Hüve’ye ayna tutmanın da ‘emanette emin olma’ mânâsına dahil bir husus olduğuna girmeyi düşünmüş, paragraflar yazmıştım hatta.

Ama bu kısmı sildim. Çünkü ‘emanet’ hadisinin öncelikli vurgusu olarak gördüğüm ‘ahlâk’ vurgusu üzerine yoğunlaşsın istediğim bir yazıydı yazdığım.

Gelin görün ki, demediğim halde demeyi düşündüğümü hisseden gönül dostlarımız vardı. Tebessüm etmeyip de ne yapabilirdim?

Beri tarafta, merkezinde yer alan hadisin mesajını, Metin Karabaşoğlu’nun en azından bu yazısını ‘psikanaliz yaparak’ okuyan en az bir mü’min kardeşimiz olduğunu da yorumlardan farkettim. Bu kardeşimize göre, benim bu ‘Emanet’ hadisinden ‘ahlâk’ vurgusunu çıkarmam, ‘önceki yazıların etkisiyle’ gerçekleşen bir ‘es geçme’den kaynaklanıyor. Yoksa “Emanet insanların kalblerinin derinliklerine kondu. Sonra Kur’ân-ı Kerîm indi” hadisinde, ‘geçen emanet ahlaki bir değer olmanın ötesinde imani bir kavram olarak insana verilen başta ene olmak üzere tüm emanetleri kapsıyor.’

Yazıya getirilen bu eleştiri, açık söyleyeyim, beni iki açıdan tedirgin etti...

İlki, ‘önceki yazılar’dan kaynaklanan bir belli bir noktaya odaklanma ve dolayısıyla algı donması durumuna duçar olduğum iması içermesi dolayısıyla...

Bu durumu önemsiyorum; çünkü hayat tecrübelerim iş kişinin ‘psikanaliz’ine girdiğinde söylenen sözün ‘analiz’inde genelde başarısızlığa düşüldüğünü bana fısıldıyor.

Bu durumu önemsiyorum; çünkü ‘emanet’e dair bir hadisin analizinin yapıldığı ve esasen ileride inşaallah kapsamlı bir şekilde ele alınacak bir konunun nüvelerini içeren bir yazının ‘önceki yazılar’ ve dolayısıyla ‘o yazılarda sözü geçen yaşanmış olaylar’ bağlamında okunması, bu yazıda değindiğim hususların sıhhatine gölge düşürüyor. Âdeta, hazmedemediği ‘şahsî bir meselesi’ olduğu için aslında ‘Emanet’ hadisinin vurgusu ahlâka olmadığı halde burada da meseleyi ‘ahlâk’a çekmiş biri durumuna düş(ürül)müş oluyorum.

İkincisi, edindiğim izlenim o ki, hadisin sadece yazıda aktardığım cümlesinden hareketle ziyade bir yorum yapılmış oluyor. Oysa ben yazıyı yazar ve ahlâk vurgusunu merkeze alırken, hadisin tamamını gözümün önünde tutuyordum.

Elhasıl, bu yüzden, hadisin tamamını aktarma ihtiyacı hissettim:

Huzeyfe b. el-Yemân radıyallahu anh anlatıyor:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bize iki hadis irad buyurmuştu. Ben bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum.

Buyurmuştu ki: ‘Emanet insanların kalplerinin derinliklerine konmuştur. Sonradan Kur'ân-ı Kerîm indi. [İnsanlar] Kur'ân ve hadiste [bu emanetin] te'yîdini buldular.’

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize bu emanetin kalplerden kalkmasından da bahsetti ve buyurdu ki:

‘Kişi uykuda imiş gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır. Geride, benek izi gibi bir iz kalır. Sonra ikinci sefer, yine uykuda imişcesine, kişi farkında olmadan kalbindeki emânet duygusundan bir miktar daha alınır. Bunun da, kalpte bir kabarcık izi gibi bir izi kalır. Yani şöyle ki, ayağın üzerinden bir kor parçasını yuvarlayacak olsan, değdiği yerleri kabarmış görürsün. Ne var ki, içinde işe yarar bir şey yoktur.’

Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir çakıl tanesi aldı, onu ayağının üzerinde yuvarladı (ve sözüne devam etti:)

‘Emanet bu şekilde peyder pey azalmaya devam eder. (O hale gelinir ki, artık) alışverişe giden insanlarda emanet tamamen kaybolur. Hatta dürüstler ‘Falanca kabilede dürüst insanlar varmış’ diye parmakla gösterilirler. Bazan da, kalbinde zerre miktar iman olmayan bir kimsenin ‘Ne civanmerd, ne kibar, ne akıllı kişi’ diye övüldüğü olur.’

Ben öyle günler gördüm ki, hanginizle alışveriş yaptığıma aldırmazdım. Muhatabım Müslüman idiyse, bana karşı hile yapmasına dindarlığı mâni olurdu. Muhatabım Yahudi veya Hıristiyan idiyse, onu da, âmiri bana hile yapmaktan alıkoyardı. Fakat bugün sizden sadece falanca ve filanca ile [gönül huzuruyla] alışveriş yapabilirim.”

Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, İman 230; Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27’de geçen hadis uzun haliyle tastamam böyle.

Hadis âlimlerin bu hadisi ‘Fitneler’ ve ‘İman’ bölümünde ele almaları, ayrıca manidar.

Bence hadisin mesajı, gayet açık:

Ahlâk, merkezî önemdedir.

Ve yalnızca Fâtır-ı Hakîm’in kalblere yerleştirdiği emanet duygusunu tahrip etmeyen kalbler, Kur’ân’a hakkını verir.

Yalnızca ahlâkı güzel olanın dini güzelleşir…

  23.04.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut