Rızk peşinde koşturulmasaydık!

Halil Köprücüoğlu

NEDENSE BANA bir türlü ulaşamayan bir okuyucum not göndermiş. Mail ile sitemize yazdığı halde ulaşamadığını belirtiyor. “Acaba, Allah rızk peşinde koşmak mecburiyetinde bırakmasaydı, daha çok ibadet etseydik, daha iyi olmaz mı idi”, diyor. Bunu tam anlayamadığını belirtiyor.

  1. Ben R.Nurlardan en önce Rabbimizin noksanlardan münezzeh olduğunu öğrendim. O ne yaparsa güzeldir, doğrudur. Bu güzellik zahiren görülmüyorsa, bizim göremememizle alakalı bir durumdur. Hatta Rabb-i Rahim bütün menfi şeylerde bir sebep yaratır ki itirazlar ona gitmesin. !3 Lem’a’da bunun detayları vardır. Çünkü insanın idraki yetmez de itirazını Allah’a yönlendirir ise büyük mesuliyete girer.

    Hatta bu mânâ, Cenab-ı Hakkı bütün noksanlıklardan tenzih etmek, çok önemli olduğundan 1.Lem’ada Yunus AS.Kıssasında da iyice işlenir. Namazlarımızda, beş vakit hem rüku, hem secdede de bu mânâ dilimizle, fiilimizle tekrarlanır durur. Yetmez, namaz arkasında tespih çekerken de Sübhanallah’larla 33 defa tekrar tekrar te’yit edilir ki Bediüzzaman Hazretleri bunu namazın çekirdekleri arasında sayar.

    Hatta Cenab-ı Hak “Sizin için neyin iyi, neyin kötü olduğunu siz bilemezsiniz…” mânâsındaki bir ayetle bize bu önemli meseleyi sarahaten belirtir.

    Yani biz Allah’ın yaptığı her işe razı olmak, ”Mevlam görelim neyler; neylerse güzel eyler” diyerek, bize düşeni huzur-u kalple yapmak durumundayız.Rabbimiz rızıkları yaratmış; onları bir gayret ve faaliyet sonucunda elde etmemizi istemişse bu en doğru olandır.

  2. Hem bu söylenen, rızk peşinde koşmadan, rızkın insanların ayağına gelmesi durumu Musa AS.’ın kavminde söz konusu olmuştur. Cenab-ı Hak o zaman insanlara Kudret Helvası ile Bıldırcın etini her gün ikramen göndermiştir. .(Peygamberler Tarihi, 413, Y.Asya Yayınları, 1977-M.Vehbi,I,132)

    Hiç gayret etmeden onlara bu harika rızkı ilahi bir hediye olarak takdim etmiş, onlardan biriktirmemesini de istemiştir.Çünkü her gün taze olarak onlara ikram edilmektedir. İnsanlar hem saklayıp, biriktirerek O’na karşı gelmişler hem de bir müddet sonra bu kaliteli nimetleri bıktıklarını, beğenmediklerini de belirterek sarımsaklı sebzeler filan istemişlerdir. Hatta ASM.’ın, eğer onlar yiyecekleri Allah’ı dinleyip saklamasalardı, onları kokutmasalardı bir daha dünyadaki yiyeceklerin bile bozulmayacağını belirttiği rivayet edilir.(Peygamberler Tarihi, 426-427; Buharî, IV, 03)

    Yani geçmişte insanlar, bu soruyu soran arkadaşımızın dediği gibi yapmamışlardır. Adeta rahat onlara batmıştır. İtiraz edip durmuşlardır. Gerçi yine bir ayette-mânâ olarak- Rabbimizin, “Eğer tam tevekkül etseydik sabahleyin yuvalarından aç çıkıp akşama tok dönen kuşlar gibi, rızkımızı kolayca bulabileceğimizden…” bahsetmesi de çok önemli ayrı bir gerçektir. Allah, her şeyi en doğru bilendir.

  3. Başka önemli bir dersim de dünyada her şey imtihan sırrının gereğine uygun yaratılmasıdır. Rızk çok açık, perdesiz verilse imtihan sırrı fevt olurdu. Yıldızlarla semaya “La İlâhe İllallah” yazılabilir. Ancak o zaman inananla inanmayanın farkı kalmaz. İmtihan söz konusu olmaz. Herkes inanmak mecburiyetinde kalır. Depremde iyi insanlara, dini mekanlara zarar gelmese; kötüler yerle bir olsa, herkes secdeye kapanır, hakiki kulluk mânâsı yok olurdu. Aynen öylede, rızkımıza –zahiren- sebeplere müracaatla ulaşmamızın, belki bilemediğimiz pek çok hikmetlerinden birisi de “İmtihan Sırrı” olarak bilinmelidir.

    Gerçi zaman zaman Allah, başka hikmetlere binaen, böyle perdesiz afetler de vermiştir ama yine belli insanlar ona da inanmamış, bir tevil bulmuşlardır.Ad ve Semut kavmi gibi...Bu gün Aşure günü bile, konu komşu tatlılı bir yemek ikramı mânâsına bürünmüş, Hz. Nuh AS.’ın âsi kavmine verilen müthiş ceza unutulmuş gitmiş ise işin vahameti ortadadır. Bizim rızk peşinde koşarken imtihan olduğumuzun farkına varmamız gerekmektedir.

  4. Bu gün, ancak tahkiki iman sahibi bir mümin, sebeplerin çok zayıf olduğunu bilebilir ve sebeplerin arkasında Rezzak-ı Hakikinin elini rahatlıkla görebilir. İmanın kazandırdığı idrak ile bakılabilirse bütün nimetlerin adeta mucize olarak ihsan edildiğinin, çok harika bir tarzda ikram edildiğinin farkına varılabilir. (Bak:Şükür Risalesi. 28.Mekt.,521).

    Pislik yiyen tavuktan yumurtayı; basit ot ve samanla beslenen bir akılsız inekten lezzetli eti ve kanla fışkı arasından tertemiz sütü imal eden; basit su ve akılsız topraktan bütün nebatatı yaratan elbette bizim ilmimiz, kudretimiz değildir. Konumuz bu olmadığından fazla açamıyoruz. Sizin bunu görür gibi anlamanız için R.Nuru okumanız veya bulunduğunuz yerde bu eserlerin okunduğu sohbetlere katılmanız gerekmektedir.R.Nurda her şeyin Rezzak-i Hakikimiz Cenab-ı Hak tarafından yaratıldığı çok açık şekilde anlatılmaktadır. Tabiatın, sebeplerin yaratamayacağı, kendi kendine olamayacağı ilmen ispat edilmektedir.Yerinizi veya mail adresinizi belirtseniz size daha fazla yardımcı olabiliriz.

  5. R.Nurlardan Şükür Risalesini dikkatle (28.Mek.521) okumalısınız. Orada hayatın meydana gelebilmesi ve bunun insana uygun gerçekleşmesi için Rabbimizin harika icraatlar yaptığı; insanı o hadsiz rızklara muhtaç hale getirip pek çok iştahlarla o rızkların arkasında taaşşuk edip koşturduğu; o nimetleri renk, tat, koku gibi bir çok vasıflarla donattığı, o özellikleri algılayacak cihazları sadece ona verdiği harika bir üslupla anlatılır.

    Bu Risalenin sonunda ise, o nimetlerle muhatap olurken, onlardan istifade ederken onları, sebeplere değil de Allah’a vermenin ifade edilmesinin; O’na teşekkür edilmesinin; yani ŞÜKRÜN, tam ve esaslı bir KULLUK olduğu inanılmaz bir güzellikte ortaya konur.

    Yani Allah’ı tanıyan, O’nun emirlerine râm olup ibadet eden bir insanın rızklarla muhatap olması da bir ibadettir. Onları temin ederken yapılan bütün faaliyetler de tamamen ibadet gibi sayılmaktadır. 5.Söz’de bu durum ”Devletin angaryası “ olarak anlatılır. Asli vazifeler unutulmadan, elbette yaratılışımızın gereği olan nimetleri temin için çalışmamız da ibadet olarak belirtilmiştir. Ancak onlar asıl hedeflerimiz değildir, kalbimize almamamız gerekmektedir. Kalben terk edip, kesben terk edilmeyecek unsurlardır. O Söze de bakmalısınız.

    Yani rızk peşinde koşarken eksik ibadet etmiş olmuyorsunuz. Hem bizatihi ibadetle meşgulsünüz; hem de lezzetlerle muhatapsınız. Çünkü Yaratıcımız bizi yemek içmeye muhtaç yaratmış. Verdiği nimetlerle kendini tanıtmak ve sevdirmek istiyor. Siz de tanıyın ve sevin.

  6. Bir başka önemli mesele de insanın hemen her şeyi kendine emaneten verilen ENE anahtarıyla çözdüğü, algıladığıdır. Yani insan karanlıkla hiç muhatap olmazsa, aydınlığı tam algılayamıyor. Hastalığı yaşamasa, sıhhati tam hakiki değeriyle anlıyamıyor. Mukayese etmeye, nispet ederek algılamaya ihtiyacı var. Bunu ene denilen kendisi de açılmaya muhtaç girift bir anahtarla yapabiliyor. İşte insan, bizzat rızkını elde etmek için bir gayrete girince acz ve fakr içinde bir insan olduğunu daha iyi algıladığı gibi; ciddi bir faaliyetle ve gayretle ancak elde edebildiği nimetlerin kıymetini de daha iyi fark ediyor. Bu durum onun menfaatinedir. Kulluğunu idrak etmesi için daha kolay bir yol ihtiyar edilmiştir. Evet, ”Mevlam görelim neyler; neylerse güzel eyler.” Çok yüksek bir hakikattir. İnşallah bizler yaratılışımız gereği nimetler peşinde koşarken acz ve fakrımızla, onları ikram eden Rahman ve Rahim olan Rezzakımızı kolaca bulur ve O’nu layık olduğu seviyede severiz.

  7. Bir önemli husus da Bediüzzaman hazretlerinin böyle bir meseleye bakışındaki orijinalliktir; O’nun bu konuyuda ihtiva eden İKTİSAT anlayışının farklılığıdır.

    Üzülerek belirtmeliyim ki, M.Karabaşoğlu Bey, bir arkadaşımızın, benim bu meseleyle ilgili yazılarıma binaen “Bu arkadaşımız yemek meselesine çok önem veriyor. Çok yiyip içen birisi olsa gerek…“ dediğini, şakayla aktarmıştı. Ancak o arkadaşımın böyle diyerek konuyu hafife almasını; bu faklılığın, orijinalliğin önemini, bekli de tam ve ihlasla anlatamamam sebebiyle, böyle vehmetmiştir, diye düşünmekle birlikte; o beyefendilere ve diğer okuyucularıma bu konulara biraz daha dikkatli olarak yaklaşmalarını önemle istirham ediyorum. Eğer anlatılanlarda bir sapma, konuya verilen önemde bir ifrat söz konusu ise samimi ve ciddi bir yazıyla tenkitlerini bekliyor; bu meselenin çok farklı ve R.Nur meşrebi açısından oldukça önemli olduğunu tekrar belirtiyorum.

    Bu sitedeki “Terk etmeden terk etmenin yolu” ve daha sonra yazılan açıklayıcı yazılarıma bakılmalıdır. Çünkü R.Nurlarda, Post Modern Virüsle yaralı bu asrın insanının mizacına çok uygun bir tarz ortaya konmaktadır. İ.İcaz’dan, Sırat-ı Müstakim bahsini de incelemelisiniz. Bazılarının dediği gibi dünyayı kesben terk etmeye lüzum yoktur. “Bir lokma, bir hırka…” felsefesi, sofiyanedir ve bize ait değildir

    Rızk için çalışmak utanılacak, eksiklenecek, üzülecek bir durum da değildir. Sadece ölçülere dikkat etmek, her konuda olduğu gibi bu konuda da sünnete riayet etmek gerekmektedir. Hatta büyük zatların yaptığı gibi; “Kum biiznillah” diyerek yenmiş tavuğun kemiklerini yürütmek mecburiyeti de yoktur. Amma kalbimizin, ruhumuzun hakimiyetini kurmaya dikkat mecburiyeti vardır. Sitedeki yazıları ve bilhassa R.Nurdan ilgili bahisleri okumanızı tavsiye ederim.

  28.02.2007

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut