En büyük hediye

GÜNEY İTALYA’DA birbirini çok seven Mario ve Anselmo adlarında iki arkadaş yaşardı. Mario, zengin bir çiftlik sahibinin oğluydu. Kendinden emin ve oldukça da akıllı bir çocuktu. Sadık dostu Anselmo ise fakir bir kundura tamircisinin oğluydu. Ve Mario ile kıyaslandığında, ne çok zeki sayılırdı, ne de çok çalışkan.

Bu iki arkadaş gün boyu kırlarda dolaşır, birbirlerine hayallerini ve gelecekte ne olmak istediklerine dair içlerinde barındırdıkları arzuları anlatırlardı. En çok konuşan hep Mario olur, Anselmo da onu hayran hayran dinlerdi. Mario’nun en büyük ideali güçlü bir hatip, iyi bir vaiz olmaktı.

Bir gün, güneş ışıklarıyla parıldayan yamacın eteklerindeki üzüm kütükleri arasında yatarlarken, Mario:

“Gerçekten güçlü bir hatip ve iyi bir vaiz olmam için çok çalışmam gerekecek” dedi.

Anselmo ise, sevgi dolu gözlerle arkadaşına bakarak:

“Dilediğin şeye kavuşman için her gün Allah’a dua edeceğim” diye karşılık verdi.

Onun bu sözü Mario’yu kahkahalarla güldürdü:

“Ah Anselmo! Teşekkür ederim ama, keşke bu kadarı yetse... Benim hitabet çalışmam lâzım.”

Bir süre sonra, Mario kasabanın yakınındaki manastıra kabul edildi. Anselmo ise birkaç ay kasabada avare ve yalnız dolaştı. Sonra, bu ayrılığa dayanamayarak, o da manastıra gitti. Öğrenci olarak kabul edilmeyeceğini anladığı için de, hizmetkârlığa razı oldu. Gerçi ikisi de aynı manastırdaydı şimdi, ama aralarındaki seviye farkı iki arkadaşı ayrı kalmak zorunda bırakıyordu. Fakat Anselmo hiç olmazsa Mario ile aynı çatı altında olmaktan mutluydu ve orada çalışırken arada bir de olsa sevgili arkadaşıyla bir-iki kelime konuşma fırsatı buluyordu.

Zaman çabuk geçti ve Mario manastırdaki eğitimini büyük bir başarıyla tamamladı. İlk vaazını vereceği Paskalya günü kiliseye giderken, yanında bir gölge gibi beliren Anselmo ise:

“Şansın açık olsun Mario” dedi. “Senin için dua edeceğim.”

Ertesi sabah mihraba çıktığında Mario’nun gördüğü ilk kişi, tam altında, sütunlardan birine yapışmış gibi duran ve ona temenni ve ümit dolu gözlerle bakan Anselmo oldu. Bu sessiz teşvikle cesaret bulan Mario çok beğenilen bir vaaz verdi.

Bu ilk vaazdan kısa bir süre sonra, Mario iyi bir vaiz olarak tanınmaya başlandı. Hatta civardaki başka kiliselerden gelip kendilerine vaaz etmesini ister olmuşlardı. Manastırın büyükleri de Mario’yu bu davetleri kabul etmesi yönünde teşvik ediyorlardı. Ancak manastırdan başka yerlere hizmetkârsız gidilmesini uygun bulmamışlardı. O yüzden, kendisine hizmetkâr olarak Anselmo’yu seçtiler.

Yıllar geçti ve bu iki arkadaş İtalya’yı baştan başa dolaştılar. ‘Baba’ ünvanını alan Mario yükseldi ve gün geldi, kralın vaizi oldu. Güç, servet ve nüfuz sahibi olmuştu Mario. Hürmet ve ihtişam telkin ediyordu. Beli bükülmüş Anselmo ise ona hâlâ daha aynı sadakatle hizmet ediyordu. Muhteşem elbiselerini hazırlıyor, mücevherli kundura tokalarını parlatıyor, Mario’nun tiryakisi olduğu kahveyi daima kendi elleriyle hazırlıyordu. Mario’nun ise sadık eski dostunu pek önemsediği söylenemezdi.

Fakat bir Pazar günü vaaz sırasında etrafında anlayamadığı bir eksiklik hissetti. Ona rahatsızlık veren bu tuhaf hisle kürsüden aşağıya doğru baktığında, Anselmo’nun her zamanki yerinde olmadığını gördü. Sonra kendini toplamaya çalışarak bir müddet durakladı; fakat söyleyeceği şeylerin bir kelimesini dahi hatırlayamadı. Çok şükür ki, konuşmasının bitmesine az kalmıştı. Tören bitince, yardımcılarına Anselmo’nun hemen kendisine gönderilmesini istedi.

İçlerinden biri:

“Efendim,” dedi, “Anselmo yarım saat kadar önce öldü.”

Papazlar kendisine Anselmo’nun dört ay önce tedavisi imkânsız bir hastalığa tutulduğunu, ama üzülmesin diye ona bunun anlatılmamasını rica ettiğini söylediler.

Mario kederlendi. Fakat, onu asıl kederlendiren, Anselmo’nun olmadığı bir ortamda hitabet kabiliyetinin zayıflamasıydı.

“Beni ona götürün” diye mırıldandı.

Sarayın ahırlarının gerisinde küçük, çıplak, dar bir kulübeye doğru ilerlediler. Çocukluk arkadaşının cansız bedeni samanlarla örtülü tahta bir yatakta eski elbiselerle yatıyordu.

Mario:

“Anselmo günlerini nasıl geçiriyordu?” diye sordu.

Yardımcılarından biri:

“Aziz rahibim” dedi, “sizin hizmetinizi yapıyordu.”

“Peki, onun haricinde?”

“Geriye zaten pek az vakti kalıyordu. Fakat her gün bahçede kendi toprak çanağından kuşları da beslerdi. Ekseriya saray kapısındaki çocuklarla konuşurdu. Tabiî dua da ederdi.”

Rahip bu söze hayret etti:

“Dua mı ederdi?”

“Evet efendim! Bir hizmetkârdan umulmayacak şekilde dua ederdi. Niye dua ettiği sorulunca sadece gülümser ve:

‘İyi bir niyetle’ derdi.”

Mario içinde derin bir hüzün hissetti. Anselmo’nun değerini anlayamamış ve ona kibirle muamele etmişti. Buna çok üzüldü.

Hemen Roma’ya gitmesi icap ediyordu. Orada, St. Pierre Kilisesinde yüksek rahipler huzurunda konuşma yapacaktı.

Ertesi gün, Mario ağır ağır mihraba çıkarken, geniş mabedi büyük bir kalabalık çoktan doldurmuştu bile. Bu, vaktinden çok evvel ulaşılmış bir şerefti. Mario mesleğinin zirvesine erişmişti.

Fakat, konuşmaya başladığı zaman, kelimeler ağzından güçlükle çıkıyordu. Dinleyicilerinin hayret ve memnuniyetsizliğini farketmekte gecikmedi. Alnında ter taneleri belirdi. Izdırap içinde aşağıya baktı, fakat artık mihrap sütununun gölgesinde o dua dolu bakışlar yoktu. Karışık düşünceleri arasında saçmalamaya başladı. Nihayet utancından kıpkırmızı olarak St. Pierre’i terketti.

Gururu derinden incinmiş olan Mario, bundan sonraki vaaz için büyük bir itinayla hazırlandı. İtalya’nın en büyük vaizi olarak herşeyini bir hizmetkâra borçlu hissetmesi onu kızdırmıştı.

Fakat, herşeye rağme,n mihraba çıkınca sözleri yine cansız oldu. O yüzden, vaazdan sonra, kendisine yardım edenlere dönerek, acı bir sesle:

“Evet doğru, öz ondaydı” dedi. “Ben sadece boş kabuğum.”

Doktorlar ona fazla çalıştığını söylediler. Kuvvetini kazanması için iyi bir tatile çıkmalıydı.

Ne var ki, Mario tatil için kendisine teklif edilen sayfiye yerlerinden hiçbirine gitmedi. Bunu yerine mezun olduğu ve Anselmo’nun şimdi gömülü bulunduğu manastıra gitmeyi tercih etti. Orada inziva içinde, manastırın bahçesinde düşünceleriyle başbaşa dolaşarak ve her gün eski dostunun zeytin ağaçları altındaki mezarını ziyaret ederek yaşadı. İç âleminde büyük değişiklikler oldu. Eski hitabet gücüne kavuşmaya başladı.

Bir gün, Anselmo’nun mezarı başında dururken Papa geldi yanına.

“Oğlum, tekrar hitabet kudretini kazanmak için mi dua ediyorsun?”

“Hayır Aziz Papa!” dedi Mario. “Allah’tan, daha büyük bir lutuf istiyorum.”

Sonra, daha hafif bir sesle istediği şeyi açıkladı:

“Tevazu...”




(A. J. Cronin)

  07.01.2007

© 2021 karakalem.net, İsmail Örgen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut