“Dindar erkeklerin eşleri, onları “her bakımdan” garanti olarak gördüklerinden dolayı onlara insan gibi davranmıyorlar.”

YAKIN BİR zamanda, bilmem fazla rijit bir tarzda teorileştirildiğinden midir nedir, duyunca irkildim. Bir düşünce insanı ilginç bir teori geliştirmişti:

“Dindar erkeklerin eşleri, onları “her bakımdan” garanti olarak gördüklerinden dolayı onlara insan gibi davranmıyorlar.”

Geçenlerde Mümine Güneş Hanım’ı bir seminer için Gebze’ye davet etmiştik. Çok hayret ettiği bir konudan bahsetti. Hangi kızımızla konuşsak hep, beylerinden şikayet ediyorlar. Ve geçimsizlik son derece genelleşmiş durumda. Eskiden biz böyle dindarların ayrılıkları diye bir şey bilmezdik. Şimdi pek çok dindar ailenin şiddetli geçimsizlik yaşadıklarına, ayrılmak üzere olduklarına şahit oluyoruz.”

Çok sağlam sandığımız bir ailenin hanımı beyinin işten gelir gelmez yemeğini yiyerek televizyonun başına geçtiğini ve kendileriyle hiç ilgilenmediğini, olsa olsa bazen çocuklarla oynadığından bahsediyor.

Bir erkek ise hanımının hiçbir şeyden lezzet alamadığını, ev işlerini kerhen yaptığını, bir sıcak tebessümü, tatlı bir gülüşü bile kendisinden esirgediğini anlatıp şikayet ediyor. Bu tarz şikayetlerin hem erkeklerin hem de kadınların dünyasında çok yaygın olduğunu görmek doğrusu çok üzücü. Eşlerin kendilerini salıvermiş oldukları, sevgiden, şefkatten eser kalmadığı, ev hayatının bir mücadele arenası haline geldiği, kadınların çok basit şeyleri bile büyüterek kavga çıkarmaları erkekler arasında biraz da fısıltı ile söylenen şikayetler.

İlk teori, eşleri dindar olan kadınların kendilerini daha bir garanti hissetmelerinden dolayı, eşlerini takmamaları, onlara değer vermemeleri şeklindeydi. Bunu dindar olmayan ailelerde çok tartma imkanımız yok. Ama geçenlerde eşi çalışmayan dindar bir arkadaşın yakınması bize bir ölçü olabilir. O arkadaşımız “şayet bekar olsam kesinlikle çalışan bir hanımla evlenirdim” diyordu. Ekonomik durumu pek de kötü olmayan bu arkadaşımıza tercihinin nedenini sorduğumda bana şu cevabı verdi:

“Çalışan hanımlar, kapalı veya açık bir defa kendilerine çok daha iyi bakıyorlar. Çok daha planlı yaşıyorlar. Çok daha beylerine karşı saygılı oluyorlar. Oysa çalışmayanların bir çoğu evde kendilerine bakmadıkları gibi geç saatlere kadar uyuyorlar. İş yerinde pek çok arkadaşımız sabahları ya kahvaltı yapmadan veya eşleri kalkmadığı için kendileri bir şeyler atıştırıp geliyorlar. Çevremdeki dindarlar arasında sabah kalkıp beyine kahvaltılar hazırlayarak gönderen hanım hemen hemen tanımıyorum. Ama çalışan hanımlar öyle değil. Zorunluluktan veya başka sebeple, çok daha programlı yaşıyorlar.”

Şimdi ben bu yazının odak noktasına kadın düşmanlığını oturtmak istemiyorum. Veya genelleme yaparak tüm dindar kadınları aynı kategori içine de almak istemiyorum. Ama aklıma Kastamonu Lahikası’ndaki o soru ve cevap geliyor:

Üçüncü suâl: Bazı mütedeyyin zatların, dünyadâr haremleri yüzünden ziyade sıkıntı çekmeleri nedendir? Bu havalide bu nevi hadiseler çoktur.

Gelen cevap: O mütedeyyin zatlar, diyanetlerin muktezası böyle serbestiyet-i nisvan zamanında öyle serbest kadınların vasıtasıyla dünyaya girişmeleri hatalarından, o kadınların eliyle tokat yemelerine kader müsaade etti.

Bu sorudan anlıyoruz ki erkeklerin haremleri yüzünden sıkıntı çekmesi yeni bir hadise değil. O dönemde de çok miktarda erkek, hanımları yüzünden sıkıntı çekmişlerdir. Hem de bu problemli olan erkekler mütedeyyin insanlardır.

Bediüzzaman cevapta sıkıntının kaynağı olarak iki defa “kadınların serbesiyetleri”nden bahsediyor. Kadınların serbesiyetleri erkekleri dünyaya sevk ediyor ve dünyevileşen erkekler, o serbest kadınların eliyle cezalandırılıp sıkıntı içinde bırakılıyorlar. Ben “serbestiyet-i nisvan” sözünden sadece ehl-i dünya kadınlarını anlamıyorum. Çünkü Risale hizmetleri yapan, dini bilgisi iyi olan kadınların da aile hayatlarında bir “serbestiyet” içinde olduklarını görebiliyoruz. Serbestiyeti ben kafamıza göre hareket etmek, nefsanî davranmak, sünnetten uzak olmak, bir yerden emir almamak olarak anlıyorum.

Oysa Cemil Meriç “Bir din ki, tuvalete girip çıkmanıza, oradaki hareketlerinize kadar vazetmiştir. Böyle bir dinin hayatın hiçbir noktasını boş bırakması mümkün değildir” diyor.

Evde ailenin reisi tartışmasının nihai noktası, Kur’an’dır, sünnettir. Biz ailemizi, evimizi sünnette olduğu şekilde tanzim etme durumundayız. Dışarıda dindar, başörtülü, hatta İslamcı, hatta Nurcu. Ama içeride serbest, kafamıza, hislerimize göre. İşte tüm kavgaların, ayrılıkların, problemlerin odak noktası bu . Onun içindir ki dışarıda kapalı olan pek çok hanımın dünyasında, şahsi ibadetlerin problem oluşunu görmek ilginçtir. Kapalılık çoğu zaman dış dünyaya karşı bir kimliktir, bir kendini ispatlamaktır. Ama evde sünnete göre yaşamak Allah ile nefsimiz arasında bir tercih yapabilmektir. Ve dışarıda imtihanı kazanan pek çok kişi, içerideki bu büyük cihadı kaybedebilmektedir.

En baştaki teori ise bu serbestiyetin âdeta fikri bir put haline dönüşmesidir. Bu ise çok daha vahimdir.

“Dindar erkeklerin eşleri, onları “her bakımdan” garanti olarak gördüklerinden dolayı onlara insan gibi davranmıyorlar.” Bu da serbestiyet fikrinin pratiğe dönüşen son halkasıdır.

Oysa bu serbestiyet içinde kadınlar çok mu mutludurlar. Eşlerini ihmal etmek, sünnete göre bir ev kuramamak çok mu huzurlu yapacaktır hanımları. Hayır. Pek çok aile bu yüzden bir savaş meydanına dönmüştür. Bu durum en çok da çocukları etkilemektedir. Bilhassa kız çocukları bu terbiye ile yetişmekte ve istikbalin birer firavuncukları olmakta, dolayısıyla mutsuzluğa, kocası ile her an cedelleşmeye mahkum edilmektedirler.

Bazı arkadaşlarımız evdeki bu kavgaların, mücadelelerin hiç bitmediğinden, bir müddet sulh olsa bile sık sık meydan muharebesi yaşadıklarından bahsetmektedirler. Evet, bugün dindar aileler için sadece üç yol var.

Ya kadın ve erkekler serbestiyetlerini devam ettirip hayatlarını kendilerine zehir edecekler.

Ya bir an önce ayrılıp evli evine, köylü köyüne diyecekler ki bu şekilde hem kendilerini hem de çocuklarını mutsuz edecekler.

Veya oturup Peygamber, eşleri ile nasıl yaşamış, nasıl beraber olmuşlar, her türlü ihtiyaçlarını nasıl beraber karşılamışlardır araştırıp öğrenecek ve hayatlarına geçirmeye çalışıp mutlu olma yolunu seçeceklerdir.

Tercih bizim. Hem erkeklerin hem de kadınların. Özellikle dindar yaşama iddiasında olan ailelerin. Ama unutmayalım ki atalarımız “Evi dişi kuş yapar” demişler. Bir bildikleri yok mudur sizce?

  25.12.2006

© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut