Haccı dolu dolu yaşamak - 1

Halil Köprücüoğlu

EN GARİPLERİN, en hazırlıksızların, en yenilerin, en fakirlerin buralara gelmesine alkışlar, tebrikler...Fakat her imkana rağmen gelmeyenlere, gelemeyenlere heyhat !

Hacca gelenler, Allâh’ın elçileri olarak telakki edilirlermiş; onları orada melekler karşılarmış. Onların duaları kabul olur; günahları dünyadaki kumlar, yer yüzündeki su damlacıkları, denizdeki köpükler adedince bile olsa affedilirmiş !

Buraları, kâinatın merkezi, Küre-i Arzın kalbidir. Bir bakıma ahiret meşheri, azamet membaı; bir bakıma da Rahmet mazharıdır. Haccı, Allah’ın emriyle, bizzat Hz. Cebrail AS. tarif etmiş, Arafat’ın, Müzdelife’nin ve Mina’nın sınırlarını O göstermiş.

Esasen Kâbe, bütün dünya Müslümanlarının Şûra Yeri; Hac mevsimi de Şûra zemini, Şûra zamanıdır. Maalesef bu mânâ tam anlamıyla gerçekleşememekte.

Burası Hz. Hâcer’in, Hz İbrahim AS. tarafından Allah’ın emri üzerine, Allâh’a emanet edip bırakıldığı ıssız vadinin de bulunduğu yerdir. O mübarek hâdiseden sonra, o ihlaslı tavırların hürmetine, Hz. Hâcer validemize bereketli Zemzem verilmiştir. İnsanlar onun etrafında pervane olmuş ve burada Mekke şehri teşekkül etmiştir.

Bu önemli bir mânâdır. Zenci bir hanım olan Hz. Hâcer validemizin o yüksek imanının ve müthiş teslimiyetinin yaşandığı yer oluşu, hiç unutulmamalıdır. Tamamen kuru bir çölde, bir ağaç altında, kundaktaki küçük bir bebekle bırakılan ve tamamen yalnız olmasına rağmen asla isyan etmeyen, tereddüt göstermeyen, tam bir ümit ile yaşayan, her yönden Allâh’a tam teslim olan; bu sayede de büyük nimetlere mazhariyete ulaşan o yüce insan ve O’nun yaşadıkları teferruatıyla muhakkak hatırlanmalıdır.

Hiç itiraz etmeden, halî bir sahrada, Allah’ın emri olduğu için tereddütsüz, evlâd-ı iyâlini bırakıp giden Hz.İbrahim A.S.’a ve küçücük yavrusuyla yine en ufak itiraz hali göstermeden o ıssız yerde tereddütsüz kalabilen Hz.Hâcer validemize binler selam ve salât olsun. Allah bizleri de o yüksek ahlakla ahlaklandırsın.

O yüksek imanın sayesinde, bu gün bu nurlu kalabalıklar ortaya çıkmış. Say esnasında da, asırlar öncesi, tamamen bomboş bir çölde, en zaruri su ihtiyacını karşılayamayan Hz. Hâcer’in küçücük evlâdı için isyan etmeden, Allah’a teslim olarak esbaba müracaat edip su araması mutlaka düşünülmelidir. Bu arama esnasında da evladını uzaktan da olsa görmeye çalışmasını, müthiş bir teslim oluşun tezahürü olarak hatırlamak, bu ruhun vicdanımızda yer etmesi için bu yaklaşık 400 metrelik mesafede Say yapmak, dualar etmek, inşâllah bizler için büyük bir avantaj olacaktır... Hele Say ile 70 köle azat etmiş gibi sevaba nail oluşumuzu da bu arada hatırlar isek ruhumuzda çok şeylerin değişeceğine inanıyorum.

Saflığın, sadeliğin sembolü olan Kâbe’de hemen her ihlaslı Hacı tarafından müthiş bir rahatlık ve tam bir hürriyet hissedilir, tatlı bir huzur duyulur, adeta ayrı bir boyuta geçilir.

Ancak sathî bir nazarla bakılırsa her taraf kara taşlarla, kayalarla, dağlarla çevrilidir. Tüneller yapılmadan önce bir mahalleden diğerine geçmek bile çok zor imiş… Buraları çok sıcaktır; iklimi ağır ve arazi şartları çok çetindir. Şimdilerde tünellerle ulaşım burasını oldukça rahatlatmış. Dağlardan baktığınızda zahiren, bu haldeki, böyle bir memleketin, nasıl olup ta böyle milyonlarca insanlarla dolduğunu, bu meşakkatli seyahate, ziyarete nasıl gelip buralarda pervane gibi döndüğünü, nasıl olup da asırlar önce buralara yerleştiklerini, muhakkak düşünürsünüz. Ve bu durumu, kısa zamanda, Allah’ın emirleri etrafında, her şeye rağmen pervane olunduğu mânâsı olarak algılarsınız.

Dünyanın meşhur bir şelâlesi yanında böyle bir mânâ gerçekleşseydi, belki de bazı insanlar nezdinde İslâm felsefesine za’fiyet gelebilirdi; insanlar, oraların güzellikleri için gelindiğini düşünebilirlerdi. Fakat şimdi çok kötü şartlara rağmen, Allah emredince, hiç bir şeyin önemi kalmıyor; her şey güzelleşiyor; insanlar bu mânâ etrafında pervane oluyorlar, diye düşünürsünüz.

Burada, sabır, müsamaha, yumuşaklık hiçbir yerde görülemeyecek kadar kemalde, en üst seviyede tezahür ediyor. Hiçbir güç, hiçbir kültür, hiçbir medeniyet bu seviyede bir müsamahayı asla tahakkuk ettiremez, ettirememiş…Bunu siz de yaşayarak göreceksiniz.

Ancak, en garibanların bile rahat Kur’an okuması yanında İslam’ın asırlardır bayraktarı olmuş, benim milletimin hacca gelenlerinin büyük bir kısmının Kur’an okumada geri kalışını, herkesin Kur’an okuduğu Kâbe’de, Mescid-i Nebevî’de, sağa sola bakınışını, sohbet edişini görmek gerçekten çok üzücü. İnşâllah bizler bu konuda en ileride oluruz.

Cennet Bahçesinde ve Harem’de, fakir-zengin, çirkin-güzel, tahsilli-tahsilsiz insanların hep beraber bulunuşunu, yer alışını görünce; cennette bile öyle olacağını, sadece zahiri üstünlüklerle neticeye gidilemeyeceğini çok açık olarak anlayacaksınız.

Ancak görmek istenmeyecek bazı çirkinlikleri de göreceksiniz. Eğer pozitif düşünmeyi bilmez, işin hakikatini göremezseniz, empatik düşünemezseniz hem huzursuz olacak, hem de realiteyi anlayamayıp gıybet ettiğiniz için günahlara gireceksiniz.Güzel görüp, güzel düşünmeli; hayattan lezzet almalısınız.

Sokaklarda, yerlerde yatanları, elleriyle yemek yiyenleri, yalın ayak gezenleri, yerli yersiz gırtlarını temizleyenleri, yere tükürenleri, hatta tuvalet ihtiyacını o kalabalık içinde kıvırıp büktükleri bir hasır parçası içinde giderenleri görmeniz sizi dehşete düşürmesin !

Kısa süre önce onlardan bazılarının belki de büyük bir perişanlıkla ve hatta vahşiler gibi, Afrika’nın filan köyünde imkânsızlıklar içinde yaşarken, bir şekilde Allâh’ı bulup, Resulullâh’ı tanıyınca, yanıp tutuştuklarını, imkânsızlık sebebiyle belki de Kızıl Denizi salla geçip, aylarca yayan, aç ve susuz yolculuk sonrası buralara ulaştığını düşünürseniz; memleketinizdeki nice varlıklı insanın ise Allah’ı bildiği, Resulullah’ı tanıdığı halde kılını bile kıpırdatmadığını, bu mânânın yanına koyar da bu olumsuz davranışlı Hacılara öyle bakarsanız belki de olayları daha doğru değerlendirmiş olursunuz.

Böyle düşünürken ayrıca, bir eli ve bir ayağını yerlerde sürüyerek tavaf edenlere, oğlunun sırtında veya kolunda titreyerek say eden, tavaf etmeye çalışan pir-i fanilere bakın. En sıkışık zamanda bile size namaz için yer açmaya çalışanları, hatta o mahşerî kalabalıkta kalkıp yersiz kalma pahasına size yerini verenleri, iyi görmeye, iyi değerlendirmeye çalışın.

Yerlerdeki pislikleri değil de hiç durmadan, gece gündüz o pisliklerin toplanışını, binlerce ton çöpün günün her saati toplanıp uzaklaştırıldığını; sizin huzurunuz, sıhhatli yaşayışınız için yok edildiğini düşünün. Hiç bir maddî menfaati olmadan, milyarlarca liralık meşrubat veya yiyeceği, o bunaltıcı sıcak altında, hayır için dağıtmaya çalışanlara bakmaya uğraşın. Nasıl lezzet aldıklarını temaşâda bulunun.

Siz, ihramdan çıkmak için, çirkin olma korkusuyla saçınızı tamamen kestirmek yerine, dörtte birini kestirip de düzelttirirken; sünnet olduğu için, Peygamberlerine benzemek aşkıyla, ellerindeki jiletlerle, birbirlerinin saçların tamamen kazıyan, sakalların kınalayıp zahiren bu garip (!) hallere düşen o halis fakat zahiren gariban görünenlerin bu yüksek iman ve iz’anlarına hayranlıkla bakıp onların yüksek ahlaklarından dersler çıkarmak için değerlendirmeye alın.

Hele Suudlular’ın milyonlarca hacıya bu buz gibi Zemzem’i Arafat ve Muzdelife dahil hemen her yerde, temiz bardaklarla, termoslarla hizmete sunmasının zorluğunu ve bunu nasıl başarılabildiklerini anlamaya çalışın. Onları tebrik edin .

Belki de Asya Münafıkları ile Avrupa Kâfirlerinin her şeyi sömürüp bu garibanlara bir şeyler bırakmadıkları için, bu dünyanın her tarafından gelen Müslümanların, bu hayat tarzından kurtulamadıklarının sebeplerini anlamaya çalışın.

Bakın o zaman ızdırabınız nasıl dinecek; nasıl her şeyin hakiki ve güzel yüzünü görüp nefes alacaksınız. Çünkü “ Güzel düşünen, güzel görür. Güzel gören, hayatından lezzet alır.”

Say’de, namaza gidişlerde, insanların koşuşturmaları, bu mahşeri kalabalıkta aciz kalışımız, adeta haşirdeki müthiş zemini ve oradaki halimizi andırıyor.

Hele İhram… Sanki insanlar elleriyle kefenlerini giymişler, Allâh’ın huzuruna çıkmışlar gibi. Rütbe, makam, mansıp yok. Tam bir eşitlik hali. Mecburen mütevazi oluyorsunuz. Oruçtaki açlıkla hatırladıklarınıza, çok yeni mânâlar ekleniyor. Bunlardan muhakkak ama muhakkak, nefsinizin ikna edilmesi, kalbinizin tatmini adına çok tesirli bir durum olarak istifade etmeyi düşünün..

Kabe’de hiç durmayan tavaf, esasen Kur’an’a, İmana, İslâm’a râm oluştur. İnsana, mikro ve makro alemlerdeki râm oluşları, güneş etrafında dönen seyyâratı, atomlardaki çekirdek etrafında dönen elektronları da hatırlatır. Siz de bütün boyutlardaki o râm oluşa senkronize olur, siz de katılırsınız. Hatta o şuursuz varlıkların vazifelerini yaparak ortaya koydukları tesbihatın, Allâh’a takdimi mânâsını, insanlar tavafta dönerek ortaya koyuyorlar diye tefekkür ederseniz, Tavaftan aldığınız ulvî lezzet çok daha gelişir, değişir.

Zîşuur insanın, gadap ve şehvet hislerine rağmen bu Rabbinin emirlerine musahhariyeti; inşâllah, onun diğer kusurlu hallerini örten üstün bir davranış olarak değerlendirilir de, bizleri Rahman’ür Rahimin rızasına ulaştırır. Bu mânâlarla tavaf etmek müthiş bir hal !

Ayrıca şunu da unutmayalım ki “Kâbe ziyaretçilerine rahmet olarak inen 120 sevabın 60’ı, tavaf a; 40’ı, namaz kılmaya; 20 ‘si de Kâbe’yi seyretmeye veriliyormuş.

Çok garip telaffuzlarla, lisanlarla, kör-topal, yaşlı-genç, zengin-fakir çok farklı insanları tavafta seyretmek de, pek çok vaazlardan daha tesirli bir temaşa. Bu halis ve büyük kalabalık, nefsi ve hatta şeytanı susturacak güçte. Tavaf namazı ile bir köle azat etmiş gibi sevaba nail oluş, bu arada değerlendirilmelidir ki tavafın kıymeti biraz daha anlaşılsın. Bu sevaplara mazhar olan bu büyük ve halis kalabalık hiç hata yapar mı.

M.Karabaşoğlu, bir makalesinde Hacca zengin olanların gelmesi manasına çok farklı bir değerlendirme yapar. İnsanlar Eneleriyle mukayeseler yaparak her şeyi algılarlar. Fakir fukara, acz ve fakrı hayatları boyunca çok sık olarak algılama fırsatı bulurlar. Ancak zenginler bu manayı zor algılarlar. İşte onlar da Haccın o müthiş zemininde adeta Cenab-ı Hakla muhatap olurcasına, yakîn hâsıl ederek yaşama fırsatı bulurlar. Ancak o müthiş zeminin tesiriyle Eneleri pek çok sırları algılayabilir. Çok harika bir yorum…

Beytullaha giden devenin her adımına, -belki de araba tekerleklerinin her dönüşüne-, hacının her adımına bir sevap verilmesi, bir günahının silinmesi, derecesinin bir derece artırılması hakikati, inşâllah hepimize nasip olur.

İhramsız olunan zamanlarda daha rahat hareket etme imkanını iyi kullanarak bol bol tavaf etmeli, bu kutsî mekanlarda namaz kılmalı, duada bulunmalı etmeli, Kur’an okumalı.

Şeytan Taşlamak da bir ayrı boyut. Dikkatsizlik halinde, zamansız gitme sonucu izdihamda, ölüm tehlikesi var. Ancak insanlar bunu göze alıyor, asırlar öncesi yapılan davete icabet ederek, Allah’ın emrini dinleyerek, belki de bu taşlamayla, şeytanı perişan hale getiriyorlar. Mina’da üç dört gün bir insan seli akıyor. Bu hal ayni zamanda emre ram oluşun, Allah’a teslimiyetin farklı bir resmidir. Bu, nefsin ve şeytanın, mağlup edilişinin tecessümüdür. Ona öyle bakın. Siz de o mânâyla Cemerâtı taşlayın. Allâh da kim bilir bu hale ne kadar memnun olacaktır. O’nun Memnuniyet-i Mukaddesesini bir düşünün. Belki de atılan her bir taş için, bir büyük günahınızın af edilmesi bunun bir ifadesidir.

Bayramda, birinci günün arkasından kestiğiniz saçların her teli için bir sevap alacak, bir günahınızı bağışlatacak, bir nur kazanacaksınız inşâllah.

Soğuk Zemzem adeta ruhlara manen şifa oluyor. Böyle tamamen simsiyah kayalarla çevrili, yağmurun hemen hiç yağmadığı, çöl ve kayalardan ibaret oluştan başka, sıcakların hemen her mevsim kavurduğu bir yerde, bir kuyunun suyu, on beş asır, vasıflarını kaybetmeden nasıl varlığını devam ettirebilir? Bu durum, sebeplerle izah edilebilir mi? Sebeplerin gücü buna yeter mi? Bu harika akış, yer küredeki su damarlarına, yer altı sularına verilebilir mi? Kesilmeden devam eden bu müthiş akmaya depoların gücü yeter mi? Bitmeyen bu harika mâyinin, ab-ı hayatın, ucu cennetlere mi dayanıyor acaba? Bereketle akması için Cennetlerden ona sular mı damlıyor acaba? Perde arkasında, adeta Rahmet-i İlahiyenin eli görünüyor desek yalan olmaz.

Zemzem, şifaların kaynağıdır. ”Allâmümme innî es’elüke ilmen nafian, rızkan vasian ve şifaen min küllî dâin ve sakam..” dualarıyla, Allâh’tan, onunla, şifalar, bereketler, faydalı ilimler istenir . Suudlular, onu buzlarla daha da lezzetlendirerek takdim ederler. Hz. Hâcer Validemize, teslimiyeti, sadakati, hâlisiyeti için verilen bu mübarek suyun; adeta, sadece cennetteki gibi, vücudu ter olarak terk edişi de bir ayrı hakikattir. Afiyetler olsun müminlere, Allah’a ram olanlara. Kıyametin dehşeti hengâmında da inşâllah içer, ferahlanırız.

7.000 Sahabenin yattığı belirtilen Cennet’ül Bakî, Medine’de, Mescid-i Nebevî’ye 60 m. uzaktadır. Belli saatlerde ziyaretine müsaade edilmektedir. Buraya defnedilenlerin en tanınmışlarını sıralayacak olursak, -ki Allah onlardan razı olsun- 3. Halife Hz Osman., Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, halaları Hz.Safiye ve Hz. Âtika, süt annesi Hz.Halime, Hz . Fatima’tüz Zehra; evladları Hz. İbrahim, Rukiye , Ümmü Gülsüm, Zeynep; Cafer-i Sadık, Muhammed el Bâkır, Zeynel Âbidin, İmam-ı Hasan ve ASM.’ın hanımlarının Hz. Aişe dahil bir çoğu buradadır.

Bütün bu mübarek iman abideleri buradan Cennet Bahçelerine gül gibi ekilmişlerdir. Çünkü Resul-ü Ekrem ASM. bu kabristanı: “Bakiye ehlini, cennet bahçelerine gül gibi ekseler gerektir“ diye tarif etmiştir. Bu günlerde, bu mukaddes beldelerin idarecilerinin mezhepleri sebebiyle –biraz da ziyaretçilerin ifratları yüzünden- bu mübarek yer, bazı taşları dik duran bir tarla gibi görünmektedir.

İnsanlara ve Cinlere Peygamber olarak gelen Resul-ü Ekrem ASM. elbette Cinler ile de görüşmüş. O zamanlar onlardan yedi kişi Müslüman olmuş. Bu görüşme hatırasına, oraya yapılan Cin Mescidini ziyareti de yine bütün varlıklarca hoş amedî edilen bir Peygamberin ASM. ve davasının büyüklüğünün hatırlanması anlamında değerlendirmeli, bu mânâdan da istifade edilmelidir.

Hz. İsmail’in, Allâh’ın emriyle kurban edilmek üzere kesilmek istendiği yere inşa edilen Hayf Mescidine de gitmelisiniz. Allah’ın emrine tereddütsüz uyan Hz. İbrahim’i (AS.), yine kesilmeye bile itiraz etmeyen Hz. İsmail'i ve Onların yüksek imanlarını hatırlamak adına buraları ziyaret etmek çok faydalı olacaktır.

İsterseniz, evlatsız geçen yıllar sonra, dünyaya gelen bir evladınız için, Allah’tan kurban edilme emri gelse, ne yaparsınız bir düşünün. Böyle bir emre uyabilir misiniz, tahammül edebilir misiniz. İyice düşünün. Bunu yanınızdaki arkadaşınıza bir sorun, bir deneyin. Beraberce böyle bir emri tartın. Belki böylece Hz. İbrahim ve Hz. İsmail AS.’ı daha iyi anlayabilirsiniz.Ben itiraf ediyorum, ağlamaktan başka bir şey yapamadım !

Arafat’ta Cebel-İ Rahme’ye muhakkak çıkmaya çalışın. Hz. Adem AS.’ın emre itaatsizliği sebebiyle Hz.Havva’dan ilk ayrıldığı yer de; affa nail oluştan sonra yine ilk buluştuğu yer de burasıdır. Hatta Hz. Peygamber ASM. da Veda Hutbesini burada okumuş, hâlâ o yüksek seviyesine ulaşılamayan ulvî mesajı burada vermiştir.

Buraları ziyaret ederken elbette itaatsizliğin sonuçları çok iyi düşünülmeli, Veda Hutbesinin yüksek mânâları derhatır edilmelidir. Bu vesileyle, İslâm’ın, dünyaya getirdikleri, kazandırdıkları iyice değerlendirilmelidir.

Peygamberimizin ASM. doğduğu ev, asli şeklinin değiştiği muhakkak olan bu bina, belki sadece o yeri hatırlamak, o müthiş hadiseyi hayal etmek için fırsat bulunursa gezilmeli. Kâinattaki o müthiş değişimin başlamasını hayal ederek, ta derinliklerimizden titreyerek, O Resulün ASM. arkasında olduğumuza binler şükretmeliyiz. O’nun getirdikleri olmasaydı kaînatın ne kadar perişan olacağını hayalinizde canlandırın

Güzel sesli hafızlar, müthiş kalabalık bir cemaatin önünde okunan Kunut Duaları, dualar, dualar....Harika dualar...Ancak fiilî hale gelemeyen, fiiliyata dökülemeyen arzuların, temennilerin ifadesi dualar. Allah tatbikini de nasıp etsin, fiiliyata döktürsün inşâllah…

Birlik ve beraberlik gibi, takva gibi, günahlara karşı hassasiyet gibi bir türlü gerçekleştiremediğimiz hallerimiz... Heyhat ! Allah, dualarımızı kabul edip bizleri ıslah etsin inşâllah... O güzelim dualar, İslam aleminin, bütün insanlığın zulümlerden kurtulmasını gerçekleştirsin inşâllah...

Hatim, Mültezem, Makam-ı İbrahim, Hâcer’ül Esved, Rükn-ü Yemani’de namazlar ve yine dualar… Feryadı figan ve göz yaşlarıyla inşâllah akıp giden günahlar… Zaafları, kusurları idrak ediş; rahmetine sığınma, yüz sürme ve inşâllah affa nail oluş. Her şeyin hazinesinin O’nun yanında, her şeyin dizginin O’nun elinde oluşunu anlayıp adeta Hakkal Yakîne vasıl olma.

Hacda, bilhassa Tavafa başlarken veya bitirirken, Hâcer’ül Esved hizasında; Sa’yde tepelerde; yeşil direkler arasında, Cemerâta taş atarken rükünlere riayet edememe korkusuyla zahiren garip hallere düşen mü’minlere, hassasiyetlerinden dolayı helal olsun; mâşâllah, barekâllah…

Adeta ayrı ayrı mânâlardaki bir fetreti, farklı farklı derinliklerde yaşayan, yüzlerce kavim burada sanki mahşeri teşekkül ettiriyor. İslâm’a uymadığı halde, bazen başlarını, bazen kollarını, hatta bacaklarını açabilen; yüzlerini gözlerini boyayabilen, kıbleyi bile bulamayan, bilemeyen; cehline rağmen buralara gelen, ağlayan, saadet-i dareyni arayan, maddî-manevî perişan bu insanlara inşâllah cüz’i ihtiyarlarını iyiye sarfettiği için, Allah, aradıkları; istedikleri, dünya ve âhiret saadetini verir, yakîn hasıl eder, huzura kavuşturur. İnşâllah…

Namaza gidişler, sabahları, akşamları, hele hele cumaları müthiş olur. Seller gibi, haşir meydanındaki mahşer gibi. Beyazlar içinde, kefenleriyle haşre gidercesine, izdiham halinde, ezilecek gibi olurcasına, ölecek gibi bunalırcasına, sel içinde acizlikle oradan oraya sürüklenircesine gidişler…

Sadece Allah’ın kurtarabileceğini idrak ediş, yine feryâd-ı figânlar, ağlayışlar, yine yalvarışlar...Burada “Allâhım. Maliki yevmiddîn (ey din gününün sahibi), yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım bekleriz.” mânâsını adeta fiilen idrak fırsatı oluyor. Allah’ım! O güne gelmeden, o günü yaşarcasına idrakimizi artır. Âmîn.

Hayat, namaz vakitlerinde adeta duruyor; iş yerleri kapanıyor, tezgahlar örtülüyor, herkes her şey O’na ram oluyor. Çünki Essalâh deniliyor.

Yine müthiş bir mânâyı, bu zeminde sanki ilk defa idrak edeceksiniz. Burada, kaderin bu beldeleri bu Vehhabi Kardeşlerimize, bu Müslümanlara nasip ediş sırrını, namaza verdikleri ehemmiyet ile izah eden Bediüzzamanın, haklılığını burada daha göreceksiniz, anlayacaksınız.

Çünkü namaz, O’nunla irtibatta en ulvi bir muhatap oluş ve akâidî ve imânî hükümleri kavi ve sabit kılmakta en tesirli yol olarak kabul ediliyor Risalelerde. Ve bu beldenin insanları bu konuda çok hassas. İş yerlerinin kapanışını, hatta müşterilerin mağazalardan çıkarılışını, bazen de tezgahların tamamen sahipsiz O’na teslim edilip gidilişini hayret ve takdirle siz de göreceksiniz.

Üst katlardan, insan Kâbe’yi seyretmeye doyamıyor. İnsanların pervaneler gibi halkalanışını, dönüşünü seyredemiyor, cûş-u hurûşa geliyorsunuz. ”Mekke bir mihrap, Medine bir minber......”diyen Üstanınızın dedikleriyle düşününce, gözleriniz ve kalpleriniz konuşmaya başlıyor; gözyaşı kelimeleri çoştukça coşuyor, siz kendinizi bu cezbeli dönüşe bırakıyor; zerrâtın, galaksi ve yıldızların itaatleriyle beraber siz de o teslimiyet mânâsına senkronize oluyorsunuz.

Kubeys’ten, belki de Cennet’ten, Hz. İsmail’in eliyle gelen Hâcer’ül Esved. İnsanların tavafta tek kırıldığı, karıştığı yer. İnşâllah hürmetten, sınırlarında kalan bir sevginin tezahürü olarak kabul edilir de, bu sâfi insanlar mes’ul olmazlar. İnşâllah…

Kubeys dağı, çok kıymetli hadiselerin zemini.

Hz. İbrahim AS. oradan bütün insanları, Allah için Hacca çağırmış. Hem de zahiren daveti icabet edecekler hiç de görünmediği bir zaman ve zeminde. O ne müthiş bir ihlaslı davettir ki, asırlar geçtiği halde milyonlar hale ”Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk...” diyerek O’nun davetine icabet ediyor! Telbiye, işte bu anlamda düşünülür de, asırlar öncesindeki davete icabet murad edilirse, müthiş lezzetlere gark oluyorsunuz

Kâinatın Efendisi Resul-ü Ekrem ASM. Kameri, bir parmağının işaretiyle, bu dağdan, şimdi farkına varamadığınız bu durduğunuz yerin yakınlarında bir yerden, iki parçaya bölüvermiş; o büyük mucizeyi gerçekleştirmiş.

Hz. Bilâl Hâbeşî oradan ezanlar okumuş, hatta orada ikamet etmiş.

Ancak Kubeys’in şimdilerde yüzü gözü örtülü. Suudlular üzerini emniyet için betonla kaplamış, tepesine de bir saray oturtmuşlar.

Hemen Kâbe’nin yanında yükselen o dağı, görmemezlikten gelip de geçmeyin. O Cebrail AS. ‘mın Resul-ü Ekrem’in yanında geçişine kim bilir kaç defa şahit olmuştur. Belki de Hz. İbrahim’in Allâh’ın emriyle hanımı ve çocuğunu bırakıp gitmesini de; oğlu İsmail’i kesmeyen bıçağın, taşa sürtünce kesişini; semadan koç gönderilişini de hatırlıyordur. Zemzem’in ilk fışkırmasının şahidi de olmuştur.

Hatta, Hz. Ömer’ül Faruk’un, Peygamberimizi ASM. öldürmeye gelen Kureyşlilere kılıncını çekerek, “Karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler gelsin.” diye meydan okuyarak O’nu koruduğuna da, belki daha ne kadar önemli hadisâta da şahit olmuştur. Lütfen onun yanından, her hangi bir dağ imiş gibi hissiz, sessiz, saygısız geçmeyin.

Mültezem. Ağlamanın, el yüz sürmenin tek serbest olduğu yer. Kapı yanında vazifeli Suudlu askerler bile serbest bırakıyor. Şer’an, hür ağlanan mekan Mültezem. Adeta O’nun kapısına gelmişsiniz de arz-ı hal ediyorsunuz gibi bir durum. Yüzler, gözler, canlar feda olsun sana ey Allah’ım. Eller kapının eşiğine yapışmış, affolmayı bekliyor. Affet Allah’ım. Öylekî, bizi hesaba çekecek hiç bir günahımız kalmasın...

Hatim, imkansızı gerçekleştirme yeri! Kâbe’nin içinde namaz kılmak mı istiyorsunuz ? Sultanların giremediği o mekana girmek, hayalden öte mümkün mü? Evet bunun için Kâbe’nin içinden sayılan Hatim’e girebilirsiniz, ama biraz dikkatle. Kimseleri incitmeden girmelisiniz ve işte Kâbe’nin içindesiniz, işte orada yüzünüzü yerlere sürüyor, O’na secde ediyor, yalvarıyor, halinizi arz ediyorsunuz. Ne saadet. Bahasını, fiyatını ödemek imkansız desek yalan olmaz herhalde.

  21.12.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut