Uzak bir yerden

VAKİT GECEYARISI olup yeryüzü simsiyah bir yorgana bürününce, o vakte kadar duymadığımız kimi sesler gelir kulağımıza. Duvarımızdaki saatin, meğer gün boyu farkedemidiğimiz ne kadar da gür bir sesi vardır. Banyomuzdaki musluğun contası gevşemiş, su damlatmaktadır. Sessiz diye bildiğimiz filan elektronik alet, meğer elektrik aldığı sürece hafif bir ses çıkarmaktadır. Deniz de o kadar da uzak değildir bize; geceleyin vapurların düdük sesi pekâlâ duyulabilmektedir.

Gündüz kayıplara karışan sesler, geceleri birer birer ortaya çıkıverir kısacası.

Biliriz; aslında o sesler gündüz de vardır. Saat, günboyu durmadığı için gece de tak-tik’lerine devam etmektedir, musluk günboyu su damlatmıştır, fişi prize takılı o elektronik âlet o sesi hep çıkarmıştır, vapurların düdük sesi gündüzleyin de semtimize ulaşmıştır.

Ama gündüzün gürültüsü, gündüzleyin yakından ve uzaktan gelen onca sesin ürettiği karmaşa, bizi o seslere karşı sağırlaştırmıştır. Sağırlık, sesin yokluğundan değil, başka seslerin çokluğundandır. O yüzden, yanıbaşımızdaki nice ses, kulağımızdan uzaklaşmıştır.

Sesler dünyasında vâki olan bu durum, anlamlar dünyasında da geçerlidir aslında. Nice konu vardır ki, geceleri dünyamızı ziyaret eder, ama gündüz vakti unutulur gider. Gündüzleri asla aklımıza gelmeyen nice soru, geceleri yakamızı bırakmaz.

Elbette, insan gece kendi başına kalabiliyorsa... Gündüzün gürültüsüne yanında, bir de gece gürültüsüne maruz kalmıyorsa... Hâzır medeniyetin, gece de başıboş bırakmamacasına insanın önüne bir yığın alternatif meşgale ve bir yığın gürültü yığması muhakkak bir rastlantı değildir.

Öyle de olsa, sesler ve anlamlar dünyasında yaşanan bu hal, bize bir gerçeği haber verir: Duymuyorsan, sebebi ille de uzaklık değildir. Yanıbaşındaki bir sesi, gürültü kirliliği içinde insan pekâlâ duymayabilir. Sapasağlam bir gerçek, anlam kirliliği içinde, hiç işitilmeyebilir.

Kur’ân ikliminde dolaşırken, bunu tekrar be tekrar düşünür insan. Söz ne kadar gerçek, ses ne kadar yüksek, anlam ise ne kadar güçlü ve derindir! Kurtuba’da iken eline Kur’ân geçtikten sonra, Rainer Maria Rilke’nin “Kur’ân’ı okuyorum. Bana söylediklerine yer yer öyle katılıyorum ki, içimden var gücümle bağırarak onun sesine katılmak geliyor” diye yazması bir rastlantı değildir.*

Rilke’ye bu sözleri söyleten Kur’ân’ın sesi, nicelerin kulağına ise, ulaşmaz bile. İnsandaki iç sese birebir karşılık gelen, insanın içinde “evet, evet, tam da bu, kesinlikle öyle, bu kadar kesin işte, bu kadar açık” gibi karşılıklar uyandıra uyandıra birbirini takip eden Kur’ân âyetleri, nicelerin dünyasına hiç inmemiş, kulaklarına hiç girmemiş gibidir. Nicelerinin kalblerinin en derin yerinde yankısını duyduğu âyetler, kimilerince hiç işitilmemektedir.

“O, iman edenler için hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise, kulaklarında bir ağırlık vardır, bundan dolayı [Kur’ân] onlara kapalı gelir. Sanki onlara çok uzak bir yerden nida olunur da, işitmezler.” (Fussilet, 41:26)

Kulaklardaki ağırlığın sebebi bellidir: uzaklık.

Ama bu uzaklığın sebebi, insanın kendisidir. Kur’ân insana yabancı olduğu için yahut artık insana uzak düştüğü için Kur’ân’ın sesi ‘sanki çok uzak bir yerden nida olunur gibi’ geliyor değildir.

“Biz onlara hem âfâkta [dış dünyada], hem enfüste [kendi iç dünyalarında] âyetlerimizi göstereceğiz. Tâ ki Kur’ân’ın hak olduğu iyice tebeyyün etsin. Şahit olarak Rabbin yeterli değil midir?” (Fussilet, 41:53)

Kur’ân’ın o apaçık mesajı içinde güm güm yankılanmıyorsa; ya hiç duymuyor yahut ‘çok uzak bir yerden belli belirsiz birşeyler duyuyor’ gibi geliyorsa, kendisine dikkat etmelidir insan. Kur’ân mütemadiyen dünya fanidir, Allah bâkidir, herşey O’nun birliğinin şahididir, ölüm var, ahiret var, hesap var, cennet ve cehennem var, bu âlem boşu boşuna değil dediği halde, bu sözleri sanki hiç işitmemiş gibi yaşıyorsa da dikkat etmelidir.

Durum böyleyse, sebebi insanın kendisidir. Kur’ân her zaman olduğu yerdedir, hayatın ta merkezindedir; sesi uzaklardan geliyorsa, insan hayatının mihverini yitirmiş, ötelere, fanilik diyarına, şûristana, heva ve vehim çöllerine savrulmuş demektir. Yanıbaşında bile değil, yüreğinin ta derinlerinde yankılanan o sesi tekrar işitebilmesi için, insanın gürültü kirliliğine bir son vermesi gerekmektedir.

Gürültü kirliliğinin sebebi de bellidir.

“Bir de dediler ki o kâfirler: ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin; onun ikazlarını tesirsiz bırakmak için, mânâsız şeylerle dikkatleri dağıtın. Belki böylece [onun sesini] bastırırsınız.’” (Fussilet, 41:26)




* Bkz. Rilke, Seçme Mektuplar, çev. Melahat Togar, Prenses Marie von Thurn und Taxis Hohenlohe’ye İspanya’dan yazdığı 17 Aralık 1912 tarihli mektup.

  08.09.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut