Büyük Proje (1)

Yaratıcı’ nın (c.c) en büyük hilkât projesi, insandır.
Âlemlerin Rabbi,
Kendisine muhatap aramaktadır.
Ve o muhatabı da belirlemiştir.
Aslında her daim Zât’ ına secde eden mahlûkatı vardır Rabbin.
Tesbihâtlarında eksik ve kusur bulunmayan,
Sayısız melâike ve ruhâniyata sahiptir.
Ama yine de,
“..Ben yerde bir halife yaratacağım.” (1) buyurmuştur.
Belli ki, Yaratıcı’ nın (c.c) gâyesi başkadır..

*

Halife, “hilâfet eden” anlamındadır.
“Allah’ ın yeryüzündeki temsilcisi..” anlamına geldiği gibi,
“Aykırı davranan, hilâf edip diklenen..” mânâsına da gelmektedir.
Bunun içindir ki,
Melâike ve ruhâniyat,
“..Yerde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?.” (2)
Diye sual etmişlerdir Yaratıcıya.
Gerçekten risklidir insanın yaradılışı.
Riskli tasarımlar içermektedir.
Ancak Yaratıcı,
Kendisine (c.c) bir muhatap aramaktadır.
Sonsuz ve müteâl bir ilişki için gereklidir,
İnsanın halife oluşu..
Onun için de,
İstediği gibi tasarruf edebilmelidir.
Yeryüzüne hâkim olabilmelidir.
Zirâ hilâfet edebilen bir mahlûk,
Layığınca muhatap olabilir İlâhi hitâba..
İnsanoğlunun çıkardığı fesatlar ve döktüğü kanlar,
Onda emanet bırakılan bu yüce sırra binaen,
Göze alınmıştır.. (3)
Çok büyük bir hayırlı sonuç için,
Ona nispetle küçük olan şerler göz ardı edilmiştir.
Bu bir ihmal etme değildir.
Başta iblis olmak üzere,
Ve onun gibilerin hepsine belli bir süre verilmiştir.. (4)
O kadar..

*

“Allah gizli bir hakikatti,
Açılmak ve bilinmek istedi,
Âlemleri yarattı.” (5)
Kendisine bir muhatap aradı,
İnsanı yarattı..
Bu bir tenezzül- ü İlâhiydi. (6)
En geniş faaliyet alanı olarak insan seçilmişti.
Ebediyen sürecek bir muhatabiyetti,
Bir diyalogdu insandan istenen..
Yapılan teklif buydu..
Sonsuza değin sürecek bir karşılıklı görüşme ve
Yüce bir mükaleme teklifiydi yapılan..
Diğer canlıların yapabildiği ise,
Mukabeleden ibaretti. (7)
Yaratıcı’ nın (c.c) kelâm ve hitâbında vasıtalar bulunuyordu. (8)
Gaybın derinliklerinden akıp gelen bir haberleşmeden,
Âşikar bir görüşmeye geçişin öznesi seçilmişti insan.
Yeryüzü bu büyük projenin,
Baş aktörü olan insan için döşenmişti.
“..Yayılmış bir beşik” (9) haline getirilmişti.
Sonsuzluk ve sınırsızlık diyarlarında,
Rabbe muhatap olmak zor bir işti.
Doğrudan cennette yaratılmak yetmiyordu.
Tâlim ve terbiye gerektiriyordu.
Bunu Hz. Adem’ in (a.s) hikayesinden biliyorduk. (10)
Vasıtasız bir görüşme,
Aracısız bir konuşma,
Meziyet gerektiren tecrübelerdi.
Her yaratılmışın kolayca yapabileceği işler değildi bunlar.
Allah’ ın (c.c) elçisinden (a.s) naklen iletilen,
İlahi malûmatların yardımıyla,
Mükaleme zenginliği elde etmek gerekiyordu.
Amaç,
Bilgi ötesi bir bilme yeteneği kazanımıydı..
Bu nedenle ademoğlu isimleri öğrenmeliydi.
Öyle sözler söylemeliydi ki,
Daha melekler bile duymamış olsunlardı.. (11)
Zira,
İman fukara olunca,
Zihin ukala oluyordu.. (12)
Kısacası,
Kâmil bir insan olmak gerekliydi..

*

İnsanın dışındaki canlıların,
Allah’ tan (c.c) her daim haber almaları,
Ancak elçiler vasıtasıyla mümkün olabiliyordu.
Bu önemliydi.
İnsanı, eşref- i mahlûkat yapan bir üstünlüktü.
Cennet- i âlâ da ise,
Her insan bir elçiydi,
Hâlık’ tan mahlûka akan..
İnsan, Rahmân’ ın sûretinde yaratılmıştı. (13)
Ve teşbihte hata olmasın,
Diğer canlılar için,
Allah’ ın boy aynasıydı insan..


Dip Notlar :

(1). Bakara Suresi : 30

(2). Bakara Suresi : 30

(3). İşaret- ül İ’caz / syf: 198

(4). A’ raf Suresi : 14 – 15

(5). Hadis- i Kudsî meâli

(6). Tenezzül- ü İlahi: Cenab- ı Hakkın, karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşması. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmesi.

(7). Mukabele: Karşılıklı bilgi alış – verişi demektir. Âlemin her yanına döşenmiş bir iletişim ağının karşılığıdır. Minnacık hücrelerin incecik lisanlarından, galaktik sistemlerin işleyişine kadar her türlü bilginin (tabir caiz ise) yukarıdan aşağıya akmasının adıdır. Burada bir hiyerarşi söz konusudur. Mukabelede sistematik ve programlanmış bir iletişim söz konusudur.

Oysa mükaleme ise, bir nevi otonomi kazanımıdır. Sonsuzlaşma yeteneğidir. Kendini geliştirme söz konusudur. Ene ve benlik duygusu sayesinde, Cenab- ı Hakkın isim ve sıfatlarının bilinmesi becerisinin kazanılmasıdır. Yine tabir caiz ise, aşağıdan yukarıya doğru yükselişin adıdır.

Mi’ rac buna güzel bir örnektir. Cebrail Aleyhisselam’ ın, belli bir yerden sonra yükselememesinin sırrı da mukabele yeteneği ile alakalıdır. Cebrail (a.s), mirac yolculuğunda Hz. Muhammed’ e (s.a.v) şöyle demiştir: “..ya Muhammed!. Bundan sonra sen tek başına devam edeceksin, ben bir adım daha atarsam helâk olurum..”

Mükaleme; Allah’ ın Zat’ına muhatap olmayı gerektirir. Mukabele ise; Yaratıcı’ nın Uluhiyetine muhataptır. Diğer bir ifadeyle; Mükaleme edenler ‘Rahîmiyyet’ burcunda kelam ederlerken, Mukabele edenler ise ‘Rahmâniyyet’ in gölgesinde konuşurlar..

(8). İşaret- ül İ’caz / syf: 200

(9). Nâziat Suresi : 30

(10). Adem’ in Hikayesi / Aykut Tanrıkulu / www.karakalem.net / Yansımalar

(11). Mevlâna Celâleddin- i Rûmi

(12). Taşkın Tuna / Oku.. Ama neyi? / syf: 109

(13). Buhârî / İsti’ zân: 1. Bâb,

Müslim / Birr: 115 – Cennet: 28 – Müsned: 2 / 244, 251, 315, 323, 434, 463, 519




*Küçük bir dip not :

Hilafet, Arapça kökenli bir kelime olup, halifelik anlamındadır. Kelimenin kökü 'halefe'dir. Buradan halef, hilaf muhalefet gibi sözcüklerin yanı sıra, halife ve hilafet terimleri türemiştir. Türkçe'de zaman zaman kullanılan halef-selef tabiri de bu kökle bağlantılıdır. Buna göre önceden gelen, öncel anlamındaki selefin zıddı olarak halef, sonradan gelen, ardıl anlamını taşımaktadır.

İşte 'halife'; ardıl, sonradan birinin ardından gelen anlamında türetilmiş bir isimdir. Hulefa da bunun çoğuludur. Ayrıca yine aynı konumda halaif de kullanılmaktadır. Hilafet ise Arapça'da masdar olarak geçip, sonradan isim halini almıştır..

Hilaf : Sami dillerindeki kök harfleri Ha-le-fe’ dir. Arapça bir kelimedir. Karşı olma, çelişme, birinin yerine geçme anlamındadır. (‘Şeytana karşı olan’ anlamında da kullanılmaktadır.)

Hilafet : Sami dilindeki kök harfi, bu kelimede de, ha-le-fe dir. Arapça bir kelimedir. Yerine geçme, halef olma, karşı olma anlamındadır.

Halife : Bu kelime de aynı kökten gelmektedir. (Ha-le-fe) Arapça bir kelimedir. Birine halef olan, hilafet eden, yerine geçen.. anlamındadır.

Kaynak: İKTİBAS dergisi

  10.09.2006

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut